|
Ev kölelerinin kurtuluşu
Kapitalizmde kadın ev kölesidir, yatak odasına,
çocuk odasına, mutfağa hapsedilmiş köledir.
Resmi tarih kitapları sadece erkeklerin öykülerini anlatır. Oysa tarih; Ekim Devriminde, Komün barikatlarında, Los Angeles sokaklarında ve daha nice kavga alanında kadın ve erkeğin omuz omuza verdikleri mücadelelerle yazıldı. Bütün sınıflı toplumların tarihi boyunca aşağılanan, gelenekler, görenekler, gerici ideolojilerle baskı altına alınan kadınların kapitalizmde de durumu değişmedi, dahası derinleşti, kölelik zincirlerine yenilerinin eklenmesine yolaçtı. Ancak kapitalist gelişme, kapitalizmin kadına dayattığı çifte sömürü, kadının mücadeleye atılmasının yolunu açtı.
Kadına ikinci sınıf insan rolünün atfedilmesi özel mülkiyetin doğuşu ile anaerkil toplum düzeninden ataerkil toplum düzenine geçiş dönemine denk düşer. Özel mülkiyetin erkek elinde toplanmasıyla erkek, evde de yönetimi ele almış, kadın aşağılanmış, köleleştirilmiş, erkeğin isteklerinin kölesi ve yalnızca çocuk yetiştirme aracı olmuştur. Ancak kadının sömürüsü, kapitalist sistem koşullarında daha kapsamlı bir hal aldı. Ucuz işgücüne ihtiyaç duyan burjuvazi, eve hapsedilmiş kadını sırf bu nedenden dolayı üretime çekti. Fakat burjuvazi üretim sürecinde de kadının ikinci sınıf insan konumuna dokunmadı, tersine sistemin devamı için bu konumu koruma yolunu seçti. Yani kapitalizmde kadın işçi olmak, patronun ve evinin kölesi olmaktır. Kapitalizmde proleter olarak erkeğe eşitlenen kadın bir sınıf olarak sömürülürken, ezilen cins olma konumunu da tüm ağırlığıyla taşımaya devam etti.
Bununla birlikte kapitalizm, kadını üretim sürecine çekmekle, onun mücadeleye atılmasının yolunu açtı; kendine karşı verilecek savaşta proletarya için daha güçlü ve daha sağlam bir birliğin ve mücadelenin, kadın ve erkek emekçilerin birlikte mücadelesinin koşullarını yarattı.
Kapitalizmde kadının sınıf olarak ezilmesinin temelinde yatan olgu nasıl ki özel mülkiyetse, tarihte onun cins olarak baskı altına alınıp, aşağılanmasına, ikincil konuma itilmesine yolaçan da aynı özel mülkiyet koşulları olmuştur. Dolayısıyla kadın sorununun çözümü özel mülkiyet düzeninin yıkılması sorununa bağlanmıştır.
Olguları tek tek ele alan, özel mülkiyetin rolünü yadsıyan bir yöntem eninde sonunda tarihsel çelişkiyi tersyüz etmeye mahkumdur. Bu bakıştan yola çıkarak, feminizmin kadın sorununa bakışta tarihsel çelişkiyi tersyüz ettiğini söyleyebiliriz. Feminizm, kadın sorununu tüm diğer halkalarından kopararak ataerkil aile yapısına indirger. Hedef olarak erkek egemenliğini gördüğü için mücadele perspektifini de bununla sınırlar. Feminizm için bir kadının işyerinde cinsel tacize maruz kalması bir sorun iken, aynı işyerinde uğradığı emek sömürüsü tartışma konusu olmamaktadır.
Bir burjuva akım olan feminizm, cins olarak ezilmişliği sınıf olarak ezilmişliğin önüne çıkarmakla, emekçi kadınları sınıf kavgasından uzaklaştırmaya, bilinçlerini karartarak mücadelelerini hedeflerinden saptırmaya ve yozlaştırmaya hizmet etmektedir.
Bugün feminizm dışında kalan devrimci akımların, kadın sorununa değişik açılardan yaklaşsalar da onlardan etkilendikleri görülmektedir. Kadının sistemle olan çelişkisi genelde ortaya konulmakla birlikte sorunun kökenine yapılan vurgu yetersiz kalmaktadır. Örneğin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü gibi emekçi kadının mücadelesini temsil eden tarihsel önemde bir günde, erkekleri dışlayan feminizmin rüzgarına kapılabilmektedirler.
Unutulmamalıdır ki, kadın sorunu sadece kadına ait, sınıflarüstü bir sorun değildir. Kadının kurtuluşu toplumsal kurtuluşun bir parçası olup, ancak kadın ve erkeklerin omuz omuza mücadeleleriyle gerçek ve kalıcı çözümü bulabilecektir. Kadın ile erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin de sermaye yoluyla sömürülmesi ortadan kalktıktan sonra gerçekleşecektir.
|