Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart-Nisan 2004
Sayı: 70
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Barbarlar geliyor!
  İstanbul'u emperyalistlere dar etmek için görev başına!
  Barbarlar geliyor!
  Gençlik geleceği için Kızılay'daydı!
  13 Mart'ın ardından...
  Beyazıt Meydanı'ndan haykırdık...
  1 Mayıs'ta alanlara!
  Irak işgalinin birinci yılında tüm dünyada kitlesel protesto gösterileri düzenlendi!
  Newroz kutlamaları...
  Gerici dersler kaldırılsın!
  Edirne'de Ekim Gençliği okurlarına polis terörü...
  Trakya Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi...
  Eğitimin özelleştirilmesine karşı mücadeleye!
  Tasarıda değişen bir şey yok!
  Lisansüstü eğitim sınavları...
  Zafer direnen Irak halkının olacak!
  Emperyalist bir saldırı ve savaş örgütü: NATO
  "Derin devlet"e ilişkin itiraflar
  ABD emperyalizmi/2
  Gençlik baskılara boyun eğmeyecek!
  Hewler'de Halepçe çığlığı
  Cejna Newroz piroz be!
  Ateş saçan yürekli yoldaş
  Paris Komünü: Toplumsal devrimin şafağı
  Orkestranın şefini 14 Mart 1883'te yitirmiştik... Senfoni sürüyor!
  İLGP kuruldu!
  Refhan Tümer Lisesi'nde olmak bir ayrıcalıktır!
  Savaşan halklar kazanacak!
  Germinal ve Emile Zola
  Ev kölelerinin kurtuluşu
  Sabahattin Ali: Halkçı-gerçekçiliğin ilk temsilcisi
  Kara civciv katilleri
  İÜ öğrencisi Önder Babat vuruldu!



 
 
ABD emperyalizmi/2:

20. yüzyılın kanlı haydutu

Birinci emperyalist paylaşım savaşı

1914 yılına gelindiğinde toprakları yeryüzünün %12.3’ünü kaplayan altı büyük devlet (İngiltere, Rusya, Amerika, Almanya, Japonya, Fransa) yeryüzü topraklarının %48.5ini sömürgeleştirmişti. Ekonomik paylaşımın kaçınılmaz sonucu, dünyanın bu emperyalist devletler arasında toprak ve siyasal bakımdan paylaşılmasıydı. Emperyalistler arasındaki bu hegemonya kavgası, birinci emperyalist paylaşım savaşının da sebebidir.

I. Dünya Savaşı arifesinde, ABD dünyanın başlıca iktisadi güçlerinden biri haline gelmişti. Fakat 1914 Ağustos’unda savaş patlak verdiğinde, Avrupa sermayelerinin geri çekilmesi ve Almanya’ya yapılan satışların azalması kaygı yarattı. Bunun üzerine ABD yönetimi, özel bankaların müttefiklere borç verebilmesinin önündeki kısıtlamaları kaldırdı, böylelikle ABD, savaşan taraflardan biriyle alışveriş yapmaya başlayarak ‘tarafsızlığını’ bozmuş oldu. 2 Nisan 1917’de de “… dünyayı demokrasi için daha emin bir yer kılmak için“ diyerek, aslında ekonomisinin verdiği borçların geri ödenebilmesine bağlanması nedeniyle savaşa doğrudan girdi. Bir milyon asker gönderilmesi gerektiği halde, 73 bin gönüllü çıkması hükümeti zorunlu askerliği yasalaştırmak zorunda bıraktı. Ünlü gazetecile savaş lehinde propaganda yapmaları için devlet memuru haline getirildiler. Bunun karşısında sosyalistler ve aydınlar da (Jack London vb.) savaş karşıtı eylemler başlattılar.. Sosyalist Party of America (SPA) 1917 seçimlerinde oyunu 5 kat arttırarak toplam oyların %22’sini aldı. Hükümet SPA’nın seçim başarısı ve yükselen savaş karşıtı hava karşısında baskıcı yöntemlere başvurdu. Haziran 1917’de casusluk yasası uyarınca savaşa karşı çıkan bir&cceil;ok sendikacı, aydın, sosyalist evlerinden alınarak yargılandı. 3 milyon kişi “sadakatsizlikle” suçlandı. Yüzlerce insan yirmi yıla varan cezalara çarptırıldı.

Müttefiklerin savaşla ilgili siparişleri, ABD’de yeni bir ekonomik büyümenin önünü açtı. Savaş öncesi girilen ekonomik tıkanma açılmaya başlamıştı. Amerika’nın savaşa girdiği Nisan 1917’de, müttefiklere sattığı mal tutarı 2 milyon doları bulmuştu. Birinci emperyalist paylaşım savaşına dek sermaye ithali, sermaye ihracını geride bırakıyordu. Savaş sonrası ise dünya sermaye ihracında ABD’nin oynadığı rolde temel bir değişiklik yaşandı.

7 Mayıs 1919’da imzalanan Versailles Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı’nın bitimini simgeledi. Fakat bu antlaşma, barıştan çok çatışmayı körükleyecek maddeler içeriyordu. Savaştan galip çıkan devletler, yenilen devletleri çok ağır bir borç yüküyle karşı karşıya bıraktılar (özellikle Almanya en ağır koşullara mahkum edilmişti.). Savaştan büyük oranda güç kaybederek çıkan İngiltere ve Fransa, ekonomik yıkımlarını Almanya’nın sırtına yükleyerek rahatlamaya çalışıyordu. Yeneni de yenileni de güçsüz düşüren bu savaşın tek galibi, savaşa son anlarında giren ve tüm güçlerini seferber etmeyen ABD oldu. Ayrıca diğer ülkelerin mali ve sanayi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi sayesinde canlı bir ekonomiyi güvence altına alıyordu. Versailles’in kaygan zemini, emperyalistleri 10 Ocak 1920’de Milletler Cemiyet’ni kurmaya itti. Fikrin babası Wilson tarafından bütün uluslararası çelişkilerin barışçı yoldan çözüme bağlanmasını sağlayacak bir hakem gibi tasarlanan cemiyet, gerçekte hiç de bu rolü oynamadı. Lenin, Milletler Cemiyeti’ni “Versailles Barışı’nı güçlendirmek, sömürge egemenliğini sürdürmek ve dünyanın dört bucağındaki kurtuluş hareketlerini ortadan kaldırmakamacını güden bir örgütlenme” olarak tanımlamıştı. ABD öncülüğünde hayata geçirilen bu uluslararası antlaşmalar, ekonomik hakimiyetin yanısıra, diplomasi alanında da ABD’nin hegemonyayı ele geçirmeye başlamasının göstergesiydi.

1920’ler ve ABD

ABD, birinci paylaşım savaşı sonrası İngiltere ve Fransa’yı yaptıkları ithalat açığı ile sıkıyor, Almanya’yı da Dawnes planıyla kredilendiriyordu. Böylece İngiliz Sterlini başta olmak üzere Avrupa’nın döviz ve altın rezervleri kredi borcu ödemesi olarak ABD’ye akıyordu. Bu Amerikan sermaye gücünün yükselişe geçtiği, geniş kitlelerin göreli refah içinde yaşadığı bir dönemdi. (Burada elbette Ekim Devrimi ile kitlelerin sosyalizmle tanışacak olmasından kaynaklanan kaygı da temel önemde bir olgudur). 1920’ler ‘caz çağı’ olarak anılıyor ABD’de. Bu dönem sermayenin tekelleşmesinin, Taylorizm’in, Fordizm’in sağladığı olağanüstü üretkenliğin ilk kez geniş kitlelere yansıdığı dönem oldu. 1921-1927 arasında işsizlik yarı yarıya düştü. Ücretler yükseldi. Çelik üretimi %70 kimyasal madde üretimi %94, petrol üretimi %156, otomobil üretimi %255 oranında arttı, ulusal gelir 56.5 milyar dolardan 87 milyar dolara yükseldi. Hatırı sayılır bir eğlence sanayii doğdu, Hollywood ilk altın çağını yaşamaya başladı. İçte böylesi bir refah yaşanıyorken dışta da saldırgan politika hız kesmeden devam ediyordu. Bu dönem San Domingo’dan Nikaragua’ya kadar birçok yerde askeri müdahalelerde bulunuluyordu.

Kapitalizmin yapısal krizi ve artan çelişkiler

1929 yılı sonunda, pazarın aşırı doymasına yol açan aşırı üretimin ve kurları yapay olarak yükselten aşırı borsa spekülasyonunun neden olduğu büyük bir iktisadi bunalım patlak verdi. 24 Ekim 1929 ‘Kara Salı’ dan başlayarak Wall Street’in iflasına, kurların çökmesine yolaçtı. Üretim endeksi 1929-1933 arasında 120’den 57’ye düştü. Kapitalistlerin üretimi kısması işsizliğin artmasına, dolayısıyla pazarın daralmasına ve krizin daha da derinleşmesine yol açıyordu.

Kapitalizmin tarihindeki en büyük buhranı başlamıştı. Krize kimse hazırlıklı değildi. Mart 1930’da Başkan Hoover krizin 60 gün içinde sona ereceğini bildiriyordu. Telaşın ve kafa karışıklığının hakim olduğu sermaye çevrelerinin karşısında son derece örgütsüz bir işçi sınıfı vardı. 1920’lerle başlayan refah havası ile sendikalar çok sayıda üye kaybetmişlerdi. Krizin doruk noktasına ulaştığı 1933’de ise bir yıl içinde otomobil sektöründe 100 bin, dokumada 385 bin, demir-çelikte 90 bin işçi sendikalara üye olmuştu. Fakat bu sendikalar düzenle karşı karşıya gelebilecek, gerçek anlamda hak mücadelesi yürütebilecek düzeyde değillerdi.

Krizle birlikte iktidara gelen Roosevelt ile “new deal” dönemi başladı. Roosevelt, bankaların yeniden çalışır hale gelmesine olanak sağlayan bir moratoryum ilan etti, altın standardından vazgeçti, gümüş satın aldı ve doların değerini %40 oranında düşürdü. Avrupa pazarı ve sermayesiyle kredi-borç ilişkisiyle eklemlendiği, kendini görece geniş bir temelde üretebildiği için, ABD krizi diğer emperyalist metropollere nazaran daha hafif atlattı. Sterlinin hızla değer kaybetmesiyle birlikte dolar dünya ticaretinde temel değişim aracı haline geldi. Bu, aynı zamanda, ABD’nin emperyalist-kapitalist sistemin merkezine oturma sürecidir.

Saldırgan-yayılmacı politikaların güçlenmesi

1929 bunalımı, emperyalistler arası çelişkileri derinleştirerek Versailles statükosunun devamını imkansızlaştırdı. Fransa ve İngiltere, krizin yükünü sömürgelerindeki halkın kanının emilmesi üzerinden hafifletebiliyordu; fakat İtalya, Almanya ve Japonya’nın Versailles sonrası böylesi bir şansları kalmamıştı. Japonya’nın 1931’de Mançurya’yı, İtalya’nın 1935’de Habeşistan’ı işgal etmesi krize çözüm arayışıydı. Bu Avrupa’daki rekabet gücü tükenmiş ülkelerin saldırgan-yayılmacı politikalarının da başlangıcı idi. Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle Alman yayılmacılığı insanlık için büyük bir tehlike haline geldi.

2. emperyalist paylaşım savaşı ve faşizm

1929 bunalımı Almanya’da işsizlerin sayısını çığ gibi arttırdı. 1924 Dawes (1924’ten Dawes’i sonlandıran 17 Mayıs 1930 Young planına dek, 7 milyar 170 milyon altın-mark ödentisi) planının tamamıyla emekçilerin sırtından temin edilmesi, hayat şartlarını Alman işçi ve emekçileri için daha da zorlaştırıyordu. Sosyal demokratlar burjuvazinin dümen suyunda hareket ettikleri için sürekli geriliyorlar, komünistlerse güç kazanıyordu. Bu, rejimin daha da istikrarsızlaşmasına neden oldu. Burjuvazi için tek seçenek kalıyordu: Faşizm.

Hitler iktidara geldikten sonra 2. Dünya Savaşı’nı başlatacak bir dizi ilhaka girişti. Bu ilhakların karşısında emperyalist devletler- özellikle İngiltere- ikili bir yöntem izlediler; ‘yatıştırma’ ve ‘yöneltme’. Yatıştırma yöntemi ile Almanya’nın kendisine saldırmasını önlüyor, yöneltme ile de Sovyetler Birliği’ne saldırmasını teşvik ediyorlardı. Bu çerçevede öncesinde garantörlük verdikleri Çekoslovakya ve Romanya için bir şey yapmadılar. Bu dönem Sovyetler Birliği de savaş tehlikesini görüyor ve Avrupa’da halk cephelerinin oluşturulması için uğraşıyordu. (Fakat faşizme karşı halk cepheleri görüşü Avrupa burjuvazisinin etki alanını arttırdı. Avrupa burjuvazisi, ülke içindeki muhalefeti faşizme karşı demokrasi mücadelesi ile yedeklerken, komünistler de giderek sosyal demokrat politikaların bir parçası hline geldiler.)

23 Ağustos’ta Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Bir hafta sonra 1 Eylül’de Almanya Polonya’ya saldırdı. Bu da II. Dünya Savaşı’nı başlatan olay oldu. Bu saldırıya batılı emperyalist güçler tamamen seyirci kaldılar. Batı, hala Hitler’in kendilerine saldırmadan Sovyet tehdidini ortadan kaldıracağını düşünüyordu.

2. emperyalist paylaşım savaşında ABD

ABD, I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi II. Dünya Savaşı’nda da, savaşa sonradan girerek emperyalistler arası dengeyi değiştiren taraf oldu. ABD, 7 Aralık 1941’de Japonya’nın Pearl Harbor’daki ABD deniz üssüne yaptığı saldırı üzerine sıcak çatışmaya girdi. ABD öncülüğünde İngiltere ve Fransa’dan oluşan Müttefikler Blok’u ile Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası’na karşı savaştı. Fakat bu hiç de gerçek bir ortaklık olmadı. Batılı emperyalist ülkeler Almanya’nın doğu cephesine müthiş bir yığınak yaptığı Sovyetler’i rahatlatmak için batı cephesini açmayı reddettiler ve SSCB’nin muazzam boyutlarda insan gücü ve ekonomik zararına sebep oldular. Batı’dan SSCB’ye ancak 1943’ten sonra askeri malzeme yardımı yapıldı.

II. Dünya Savaşı’nın bilançosu zaten çok şeyi anlatıyor. 35-40 milyon insanın öldüğü savaşta. SSCB 20 milyon, Polonya 6 milyon, Almanya 4.5 milyon, Japonya 2 milyon, Çin 3 milyon, İngiltere 370 bin ve ABD 298 bin ölü verdi. II. Dünya Savaşı sonrası gelişmeler “Amerikan müdahaleciliği” denilen olgunun da başlangıç tarihi.

İngiliz emperyalizminin gerilemesi

Amerikan emperyalizminin dünya ekonomik sisteminin hakimi olmaya başlaması İngiltere’nin de tarih sahnesinde geriye gidişiyle eş zamanlıdır.

1914’e dek dünya topraklarının ve nüfusunun 1/4‘üne doğrudan müdahale eden İngiltere 1. Dünya Savaşı ile çöküş içerisine girdi. 1. Dünya Savaşı İngiltere’ye sınırlarını 2.5 milyon kilometrekareye kadar genişletme imkanı verse de, İngiliz ekonomisi sömürgeciliğin maliyetini karşılayamaz hale gelmişti. İngiliz ordusunun esas gücü olan donanmanın dışarıdan getirilecek petrole bağımlı hale gelmesi bunda önemli bir rol oynadı. Daha önce ‘böl ve yönet’ taktiğiyle hükmettiği yerlerde de artık bu yöntem işe yaramıyor, İngiltere sürekli toprak kaybediyordu. 1920’ler İngiltere’nin sürekli düşüşte olduğu bir dönemdir. Asıl gerileme ise 2. Dünya Savaşı sonrası yaşandı, sömürgelerdeki bağımsızlık savaşları zaferlerle sonuçlandı.

(Devam edecek...)