Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart-Nisan 2004
Sayı: 70
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Barbarlar geliyor!
  İstanbul'u emperyalistlere dar etmek için görev başına!
  Barbarlar geliyor!
  Gençlik geleceği için Kızılay'daydı!
  13 Mart'ın ardından...
  Beyazıt Meydanı'ndan haykırdık...
  1 Mayıs'ta alanlara!
  Irak işgalinin birinci yılında tüm dünyada kitlesel protesto gösterileri düzenlendi!
  Newroz kutlamaları...
  Gerici dersler kaldırılsın!
  Edirne'de Ekim Gençliği okurlarına polis terörü...
  Trakya Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi...
  Eğitimin özelleştirilmesine karşı mücadeleye!
  Tasarıda değişen bir şey yok!
  Lisansüstü eğitim sınavları...
  Zafer direnen Irak halkının olacak!
  Emperyalist bir saldırı ve savaş örgütü: NATO
  "Derin devlet"e ilişkin itiraflar
  ABD emperyalizmi/2
  Gençlik baskılara boyun eğmeyecek!
  Hewler'de Halepçe çığlığı
  Cejna Newroz piroz be!
  Ateş saçan yürekli yoldaş
  Paris Komünü: Toplumsal devrimin şafağı
  Orkestranın şefini 14 Mart 1883'te yitirmiştik... Senfoni sürüyor!
  İLGP kuruldu!
  Refhan Tümer Lisesi'nde olmak bir ayrıcalıktır!
  Savaşan halklar kazanacak!
  Germinal ve Emile Zola
  Ev kölelerinin kurtuluşu
  Sabahattin Ali: Halkçı-gerçekçiliğin ilk temsilcisi
  Kara civciv katilleri
  İÜ öğrencisi Önder Babat vuruldu!



 
 
“Viva La Comuné!”

Paris Komünü:
Toplumsal devrimin şafağı

Bundan tam 133 yıl önce 18 Mart sabahı Paris, “Viva La Comuné!” (Yaşasın Komün!) sloganlarıyla uyandı. Paris, 18 Mart 1871’de yalnız yeni bir güne değil, yeni bir dünyaya uyandı. 19. yüzyıl boyunca siyasal alanda ağırlığını hissettiren proletarya, ilk kez yönetime el koydu. 1848’de Komünist Manifesto’da Marx’ın haber verdiği gibi, çoğunluğun belli bir azınlık için değil, kendi çıkarları için mücadelesiydi bu. İlk kez olarak yaşanacaktı işçi iktidarı... Belki kısa sürecekti, belki nesnel koşullar elverişli değildi, belki öznel hatalar yapılacaktı, ya da her ikisi, ama Komünarlar imkansız da olsa doğrunun peşinden koşacaklardı, gökyüzünü fethe çıkacaklardı. Ve 72 gün süren Komün’den geriye burjuvaziye şu korkuyu bırakacaklardı: Olabilirdi!

Tarihi bir komedi

“Hegel bir yerde şöyle bir gözlemde bulunur: tarihte büyük olaylar ve kişiler, sanki iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş; ilkinde trajedi olarak, ikincisinde kaba güldürü olarak.” Marx bu sözleri Louis Bonapart’ın 18. Brumaire’i kitabına başlarken Louis Bonapart için söylüyor. 1851 Aralık’ında darbeyle imparatorluğunu ilan eden III. Napolyon amcasının (I. Napolyon) tam bir kaba güldürüsünü oynadı.

1870’de çıkan Fransa-Prusya savaşı oyunun sonuna işaret ediyordu. Amcasının birlikleriyle atın üstünde Berlin sokaklarından geçişini canlandırmak isteyen III. Napolyon birçok cephede bozguna uğradı. 2 Eylül 1870 Sedan yenilgisi ile esir düştü. Ayrıca savaş dönemi Fransız halkı için çok zor bir dönem oldu. Bir komediye figüran olarak girip cephede ölmekten kurtulanlar, açlık ve yoksulluktan kırılıyordu. Oluşan toplumsal muhalefet ortamı ile Sedan Bozgunu sonrası 4 Eylül’de devrim patlak verdi. III. Napolyon’un boşalan koltuğuna Thiers Hükümeti getirildi ve Fransa’da 18 yıl sonra tekrar Cunhuriyet ilan edildi.

Oysa önemli birşey vardı, hükümet, imparatorluğun hanedanını alaşağı ederek gelmemişti; o, sadece Sedan bozgunu sonrası boşalan koltuğu doldurmuştu. Bu durumu ortaya koyan Marx, şu önemli tespiti yapar: “… ilk davranışlarından, bazıları ona imparatorluktan miras olarak yalnız akrabalarının değil, işçi sınıfı korkusunun da kaldığını yeterince açık bir şekilde göstermektedir.”

Ulusal Savunma Hükümeti olarak kurulan Thiers hükümeti halka ihanet hükümeti olmaktan ileri gidemedi. Thiers, daha ilk aşamada Alman ordularına kapıları açıyor, emekçileri öfkelendiren onursuz bir barış anlaşmasını kabul ediyordu. Paris halkı, hükümetin aksine kuşatmanın karşısında sonuna kadar savaş istiyordu. Kuşatma sırasında silahlandırılan Ulusal Muhafızlar her ilçede güvenlik komiteleri örgütlediler. Bütün bu komiteleri kontrol eden bir de Merkez Komite toplandı. Çoğu Proudhouncu ve Blanquicilerden oluşan bu komite artık bir yönetim organı gibi davranıyordu. Ulusal Meclisten sonra Ulusal Muhafızların oluşturdukları bu örgütlenme ile Paris’te ikili iktidar durumu oluştu. Şovenist söylemlerle gürültüler koparıp kitlelerin gözünü boyamaya çalışan hükümet, bir yandan da ihanet politikasını sürdürmekteydi. Hükümet çin silahlı Paris halkı uzlaşılabilinir Prusya ordularından çok daha tehlikeliydi.

Dışişleri bakanı Jules Favre, 28 Ocak’ta Bismarck’la ateşkes imzaladı. Ateşkes sonrası, Ulusal Muhafız, hükümetten bağımsız olarak örgütlenmeye ve fiilen Paris’i yönetmeye başladı. Marx “Komün 18 Mart’ta ilan edilmesine rağmen ayaklanma 18 Mart değil, 28 Ocak tarihini taşıyordu.” derken bu durumu anlatır. Hükümet için bu sorunun çözümü belliydi: Halkı silahsızlandırmak. Bu amaçla Ulusal Muhafızlara ait olan topların ulusal hükümetin malı olduğunu öne süren hükümet, topları almak için 17-18 Mart gecesi geldi. Parisli ev kadınlarının haber vermesi sonucu Paris halkı İlçe Güvenlik Komitesi ile Montmatre tepesine geldi. 1848’den tanınan katliamcı general Clement Thomas, askerlere etraflarını saran halka ateş açmaları emrini verdi. Ama emri yerine getirilmedi. Tutuklanan Clement Thomas ve Lacomte kurşuna dizildiler.

72 günlük deneyim

19 Mart günü Merkez Komite yayınladığı bildiriyle 22 Mart’ta yapılacak Komün seçimlerini duyururken, sıkıyönetimin kaldırıldığını, söz ve basın üstündeki bütün kısıtlamaların kaldırıldığını, siyasal tutsakların affını ilan ediyordu. Merkez Komite, Parisliler’i istilalar ve iç savaşlar çağını ebediyen kapatacak tek hükümetin temellerini birlikte atmaya çağırıyordu.

Komün’ün aldığı ilk kararlardan birisi düzenli ordu ve polis birliklerinin dağıtılması, bunların yerini silahlı halk milislerinin alması oldu. Komün, temsili yönetim değil, doğrudan yönetimi esas alıyordu. Bunun için yasama ve yürütme gücünü bir elde topluyordu. Bu, bütün Komün üyelerini doğrudan seçme ve seçilme hakkıyla ellerinde bulundurdukları ortak yönetimdir. Bütün görevliler seçimle işbaşına gelirken bir takım yaptırım ve kısıtlamalara tabi tutuluyorlardı. Bunların en önemlileri seçilenler genel ve eşit oylarla seçilirken, sürekli dönüşüme tabi olmaları, çoğunluk sağlandığında zaman sınırı gözetmeksizin görevden alınabilmeleri, yönetici maaşlarının ortalama bir işçinin maaşını geçememesi idi. Komün bu önlemlerle bürokrasiyi kaldırmay hedefliyordu. Bürokratik yozlaşmanın nesnel koşullarını ortadan kaldırıyor, bürokrat bir kastın oluşumunu engellemeyi hedefliyordu.

İşçiler için alınan tedbirler arasında fırınlarda gece mesaisinin yasaklanması, işçilere kesilen iş cezalarının kaldırılması, örnek verilebilinir. Emniyet sandığındaki malların (yoksulların para karşılığı değerli eşyalarını belediyeye rehin verdiği, borcu ödenmeyince satılan malların toplandığı sandık) satışları durduruldu. Patronları kaçan ya da üretimi durduran atölyeler işçi kollektiflerince yönetilip işletilmeye başlandı. Büyük mülk sahiplerinin mülklerine el kondu.

Komün’de kadınların yeri de son derece önemlidir. İlk gününden itibaren barikatlarında savaşan, mermi taşıyan, yönetime katılan kadınlar, Komün ile birlikte düşünen, üreten, savaşan eşit birer birey oldular.

Marx, Komün ile Paris’teki toplumsal dönüşümü Fransa’da İç Savaş adlı kitabında şöyle ifade eder: “Artık Britanyalı büyük toprak sahiplerinin, Amerikalı eski zenci köle satıcıları ve har vurup harman savuranların, eski Rus toprak kölesi sahiplerinin ve Romanya boyarların buluşma yeri değildi Paris. Artık cesetler morga taşınmıyor, gece saldırıları, hırsızlıklar olmuyordu. ‘Gerçekten 1848 Şubat günlerinden bu yana, ilk kez olarak Paris sokakları, hem de hiçbir tür polis olmaksızın güvenli bir duruma geldi. Artık adam öldürme, hırsızlık, saldırı gibi şeylerden söz edildiğini duymuyoruz’, diyordu bir Komün üyesi; sanki polis tüm tutucu müşterilerinin topunu kendisiyle birlikte Versailles’a sürüklemiş.”

“Aşifteler koruyucularının ardından gitmişlerdi. Onların yerine ortaya ilkçağ kadınları gibi kahraman, soylu ve özverili gerçek Paris kadınları çıktı. Çalışan, dövüşen, savaşan, kanayan yeni bir toplum yaratmakla meşgul, kapılarına dayanmış yamyamları neredeyse unutan, tarihsel girişkenliğin çoşkusu içinde ışıldayan bir Paris!”

Paris Komünü’nün enternasyonalist kimliğini de vurgulamak gerek. 1870’de başlayan savaşta iki tarafta da yürüyen şovenizm rüzgarıyla Alman ve Fransız işçileri birbirlerine düşürülmeye çalışılıyordu. Ama bu dönemde Enternasyonal üyesi işçilerin tutumları son derece olumluydu. Komün, bir Alman işçisini, Leo Frankel’i (bir Enternasytonal üyesi ve az sayıdaki marksistlerden birisi) Çalışma Bakanı yaptı. Yine J. Dombrowski ve W. Wroblouski gibi iki Polonyalı’yı milislerin komutanlığına getirdi.

Devrim tarihinde şanlı bir sayfa

Paris Komünü aralanan bir kapıydı. Vaadettikleri, denedikleri, öğrettikleri ile devrim tarihinde eşsiz bir sayfaydı. Komün, proletarya diktatörlüğü kavramının somutlandığı, Marks, Engels ve Lenin’in devlet öğretisinde başvurduğu temel bir kaynaktı.

Mülksüzleşen mülksüzleştiriciler, Komün karşısında dehşete düştüler. Tıpkı Komüncü Enternasyonalistler gibi onlar da kendi sınıf saflarında toplandılar. Savaş durumundaki Fransa ve Prusya ortak bir şekilde Paris’i kuşattı. Dev obüsler ile dövülen Paris surları, evleri ve sokakları tarihin en şanlı direnişlerinden birisine tanıklık ettiler. 70 binden fazla insan katledildi. Korkudan arsızlaşan burjuvazi kana doymuyordu. Göğüslerini kabartarak idam duvarlarının önüne sıralanan komünarlar “Viva la Comune!” den başka söz bilmiyordu.

Onlar sınıfsız, sömürüsüz, insanca bir dünya uğruna ölümüne savaşarak tarihte onurlu yerlerini aldılar. Öğrettikleri aklımızda, inançları yüreğimizde, silahları elimizdedir. 1848’den, Komün’den, Ekim Devrimi’nden, Küba’dan... Elden ele geçen bayrak artık partimizin bayrağıdır, ellerimizdedir.

“İşçi Paris, Komünü ile birlikte, yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yücelecektir. Şehitlerin anısı, işçi sınıfının soylu yüreğinde yaşayacaktır. Cellatlarınıysa tarih, daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çiviledi ve rahiplerinin tüm duları, günahlarını bağışlatamayacaktır.” (Marx)

Ve biz diyoruz ki: Komün öldü, yaşasın Komün!

S. Kızılırmak