Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Eylül 2003
Sayı: 64
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Kavga bayrağı elimizde!
  Irak'ta işgalci, okulda müşteri olmayacağız kampanyası İstanbul
  Irak'ta işgalci, okulda müşteri olmayacağız kampanyası Ankara
  Kampanya çalışmalarından...
  Kampanya çalışmalarından...
  Sermayenin tatili yok, mücadelenin de!
  Sırada 100 bin söz var...
  Kampanya çalışmamızdan izlenimler...
  Onurlu aydınlar ve sanatçılar gençliğin sözünün arkasındalar!
  Ümit Altıntaş Gençlik Kampı" başarıyla gerçekleştirildi!...
  Kamp izleniminden...
  Kamp izleniminden...
  Sermayenin ucuz laboratuvarları: Teknokentler
  Ordu ve YÖK görüşmesi...
  Gençliğin sözü söz...
  Filistin: Ortadoğu'nun sönmeyen direniş meşalesi
  ABD: Irak batağında leş kargası
  ABD emperyalizminin Irak batağı...
  Bu sefer "bizim çocuklar" başaracaklar!
  Bir Şili türküsü
  Katliamları unutmadık, unutturmayacağız!..
  Komünistler yargılayanları yargılıyor!
  Savaşın silahları
  11 Eylül filmi üzerine
  Kadınsı reklamlar ve reklam tipi kadınlar
  Bir işçi tiyatrosu
  Genç komünistin bir günü...
  Coca Cola, Kolombiya ve 'Hayatın Tadı'
  Futbol: Sistemin kullandığı bir uyuşturucu
  Okur mektupları



 
 
Savaşın silahları

Ümit Altıntaş

Burjuvazinin akla olan ihtiyacı

Dünyadaki her 4 bilim insanından 3’ünün silah ve yan sanayiinde çalıştığı bir ortamda yaşıyoruz. Öyleyse bazı silahlara daha yakından bakmalıyız. Irak’ın abartılan kimyasal ve biyolojik silahlarını başka ülkelere atabilmesinin hemen yegane yolu füze sistemleriydi. Irak’ın elindeki Scud-B ve C serisi füzeler fazlasıyla kaba ve geri bir teknolojinin ürünü, hedeflerini yüzlerce metre ıskalayabilecek füzelerdi. Scudlar’ın işlevi askeri değil, psikolojikti. O da düşmanın moralini bozmak için bile değil, Irak’ın savaşta birşeyler yaptığı görüntüsünü kurtarabilmek için. ABD’nin Scudlar’a cevabı füzesavar füze sistemi Patriot(yurtsever)lardı. Scud teknolojisini bir iki dönem aşan Patriotlar oldukça başarılı oldular. Dahran ve İsrail’e düşen birkaç Scud dışında Irak füze saldırıları daha gökyüzuuml;nde durduruldu.

Görünüşe bakılırsa füzesavar füzeler savaşta yıkımı azaltan nispeten barışçıl silahlardır. Burjuvazinin iktidarındaki bir silah sanayi için şaşırtıcı olan bu buluşa ve tarihçesine bakmak bize gerçekleri gösterecektir. Füzesavar füze sistemleri hiç de yeni değildir. 1950’lerde gelişen füze teknolojisini bir adım geriden izlese de önce kuramsal olarak, sonra da pratik olarak yaşam buldular.

1960’ların sonunda bu düzeye erişilmişti. Ama füzesavar füzeler hiçbir zaman kitlesel düzeyde çoğaltılamadı. Dünyayı defalarca yokedecek kadar nükleer silaha sahip olan emperyalist ülkeler bunların etkisini zayıflatacak bir silahı doğal bir tehlike saydı. Zira savaş yıkım sağlamak için yapılacaktı. Silah tekelleri yıkarak kâr edeceklerdi, sonra da inşaat tekelleri yaparak.

Böylece sözde silahsızlanma ve yumuşama gösterisi olarak 1975’te anti-balistik (füzesavar) silahların sınırlandırılması adımı ile ABD ve SSCB bu silahlardan sadece 100’er adet bulundurma hakkına sahip oldular. Bunları ise sadece Washington ve Moskova çevresine yerleştirebileceklerdi. Bunun anlamı ise açıktı. Nükleer füzelerin kentleri, sivil halktan milyonları yok etmesinde bir sakınca yoktu. Ama 3. bir dünya savaşının birkaç saatte bitmesi için yönetimin sürekliliği sağlanmalıydı. Yani füzesavar sistemler Washington ve Moskova emekçilerini korumak için değil, general ve bürokratları korumak için, yani 3. dünya savaşını sürdürebilmek içindir.

Nükleer bir dünya savaşı...

ABD’nin akıllı silahlar diye tanıttığı Tomahawk füzelerinin yeni nesilleri ise titanyumla kaplı olmaları ve bilgisayar kontrolü sayesinde birkaç beton duvarı geçtikten sonra patlayabiliyorlar. İddiaya göre böylece yeraltı depolarındaki kimyasal ve biyolojik silahlar yok edilecekmiş. Gerçekte bu “akıllı” silahlarla bu depolar vurulsa bile olacak olan tek şey kimyasal ve biyolajik silahların etkilerinin Irak halkı üzerinde denenmesi olacaktır. ABD, Tomahawkları değil, fakat kimyasal ve biyolojik silahları denemeye hazırlanıyor.

ABD’nin bu iddiasından öte, 1991 savaşı, bu Tomahawk’ların bize ne işe yaradığını göstermişti. Bağdat’da bir sığınağı vuran akıllı Tomahawk, 500 Iraklı sivilin bir anda kavrularak ölümüne yol açmıştı. Düşünün ki ABD ordusunun 1991 savaşında toplam ölü kaybı 500’ün biraz üzerindedir.

Burjuvazinin aklı böyle işler...

Öyle silahlar bulunmalıdır ki bombalar sığınakların içinde patlamalıdır. Silah ve savaş sanayiinde her değişim istisnasız bir biçimde bu aklın çerçevesinde gelişir.

Böyle bir aklın güdümündeki insanların-askerlerin ne tür bir düşünüş ve hissediş geliştirecekleri açık olmalı.

Hiroşima’ya atom bombası atan Paul Tibbets uçağına anneannesinin ismini verir; Enola Gay. Ve bombanın patlaması karşısında ilk tepkisi şöyle olur: “Muhteşem bir manzara”. 60 bin ölü, 120 bin yaralı.

Manzara burjuvazinin insanlık ve gelecek rüyasıdır...
Burjuvazinin vahşete olan ihtiyacı

Siperde bir Alman askeri. Biraz ileride bir kelebek görünüyor. 3 yıldır cephede gördüğü tek iyi şey. Ona dokunmak ister ve elini silahının da uzandığı mazgaldan çıkarır ama yetişemez. Bir anlık tereddütten sonra siperden çıkarak tutmaya çalışır. İnsanların birbirini bir hiç uğruna öldürdükleri, daha doğrusu emekçilerin burjuvazi tarafından milyonlarla birbirine kırdırılttığı bir ortamda, bir kelebeğe bir anlığına dokunmak ölme riski için fazlasıyla anlamlıdır. Alman askeri kelebeğe dokunamadan bir Fransız keskin nişancısı tarafından dürbünlü bir tüfekle vurulur. O gün Alman Genelkurmayı’na tek cümle bir rapor gider: “Batı cephesinde yeni birşey yok”.
Ölen masumiyettir...

1. Emperyalist Savaş bir dizi buluşa tanık oldu. Bunlardan biri de keskin nişancılardı. Hedef, tamamen durgun bir anda tek bir mermiyle bir askeri öldürerek diğer askerlere ölümü yaşatabilmek, izlettirebilmektir. Vahşet ve bunun izletilmesi, böylece burjuvazi tarafından bir teslim alma aracı olarak sistematik bir tarzda geliştirilecektir. İşte 1990’larda medeniyetin merkezi Avrupa’nın göbeğinde bir savaşta, Sarajevo (Saraybosna) kuşatmasında keskin nişancıların pazarda çocukları avlamaları ya da çok çok iki havan atışında bulunmaları bundandır. Tek bir ölü ya da bir dizi yaralı ama vahşeti izleyecek çok daha fazla seyirci.

Birinci Dünya Savaşı’nda bulunmuş olsa da sivillere yönelik hava bombardımanlarının olağanüstü yaygınlaşması da aynı ihtiyacın ürünüdür. 1980’lerde yeni savaş stratejisi çerçevesinde NATO tüfeklerinin standartının 5.65’e indirilmesi de; Cephede, kolay ve izlenemez (?) ölüden çok, acı çeken, vahşeti yaşayan yaralıya ihtiyaç vardır.

Bosna savaşının 1000. gününde bir gazeteci savaşın insanlar üzerindeki etkilerini şöyle anlatıyordu: “Savaşta 1000. günün anlamı artık bir kayıtsızlığın hakim olmasıydı. İnsanlar barışın kazanabileceğine inançsızdılar”.

Ölen umuttu...

Nazi toplama kamplarında insanlar gaz odalarına giden yolun bir ucunda sıraya dizilirlerdi. Bebek, kadın, ihtiyar, hepsi çırılçıplak soyulurdu. Ölüme gideceklerinden habersiz olan bu insanlar başlarına kötü birşey geleceğini bilirlerdi. Çırılçıplak soymak onlarda artık hiçbir direniş ihtimali kalmadığını anlatmak için düşünülmüş özel bir psikolojik yöntemdi. Son bir uygulama olarak ise ızbandut gibi bir SS gelir ve seçtiği bir bebeği kolundan tuttuğu gibi duvara çarpar ya da bir köpekle kadın ya da erkeğin cinsel organını parçalatarak öldürürlerdi. Böylece herkes, uygulanan çırılçıplak soyma dışında çoğu vahşetin izleyicisi kılınırdı.

Burjuvazi faşizmle yaratıcılığını ispatlamaktadır...

(SY Kızıl Bayrak, 21 Şubat ‘98)