Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Eylül 2003
Sayı: 64
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Kavga bayrağı elimizde!
  Irak'ta işgalci, okulda müşteri olmayacağız kampanyası İstanbul
  Irak'ta işgalci, okulda müşteri olmayacağız kampanyası Ankara
  Kampanya çalışmalarından...
  Kampanya çalışmalarından...
  Sermayenin tatili yok, mücadelenin de!
  Sırada 100 bin söz var...
  Kampanya çalışmamızdan izlenimler...
  Onurlu aydınlar ve sanatçılar gençliğin sözünün arkasındalar!
  Ümit Altıntaş Gençlik Kampı" başarıyla gerçekleştirildi!...
  Kamp izleniminden...
  Kamp izleniminden...
  Sermayenin ucuz laboratuvarları: Teknokentler
  Ordu ve YÖK görüşmesi...
  Gençliğin sözü söz...
  Filistin: Ortadoğu'nun sönmeyen direniş meşalesi
  ABD: Irak batağında leş kargası
  ABD emperyalizminin Irak batağı...
  Bu sefer "bizim çocuklar" başaracaklar!
  Bir Şili türküsü
  Katliamları unutmadık, unutturmayacağız!..
  Komünistler yargılayanları yargılıyor!
  Savaşın silahları
  11 Eylül filmi üzerine
  Kadınsı reklamlar ve reklam tipi kadınlar
  Bir işçi tiyatrosu
  Genç komünistin bir günü...
  Coca Cola, Kolombiya ve 'Hayatın Tadı'
  Futbol: Sistemin kullandığı bir uyuşturucu
  Okur mektupları



 
 
Katliamları unutmadık, unutturmayacağız!..

Sermaye devletinin kanlı yüzü ve
katliamcı geleneği

Bugüne kadar Türkiye’deki mevcut devlet ve devlet organları, kanlı saldırılarla iktidarı korumayı başarmışlardır. Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda Türk olmayanlara karşı yapılan bu saldırılar, ‘60’lı yıllardan itibaren, kapitalist gelişmenin modern sınıfları belirginleştirmesi ve işçi sınıfı eksenli modern sınıf mücadelesinin gelişmesi ölçüsünde, gelişen toplumsal muhalefete karşı yapılmıştır ve halen yapılmaktadır. Özellikle 70’li yılların ikinci yarısı ile birlikte başlayan devrimci yükseliş döneminde, kendi geleceğinin en büyük tehdidi olarak gördüğü ilerici ve devrimci kesimleri yıldırmak, yok etmek için kirli yöntemlere başvurmuştur. Bu yüzden sermaye devletinin suç dosyası oldukça kabarıktır.

Dersim: Munzur’un rengi kızıl akıyordu...

Kürtler, emperyalizme karşı verilen kurtuluş mücadelesine tam destek verdikleri, bu mücadeleye en etkin biçimde katıldıkları ve dahası, kurtuluş mücadelesinin başlangıç dönemindeki girişim ve örgütlenmelere ev sahipliği yaptıkları halde, zaferin hemen ardından unutulmuşlardır. Verilen sözlere rağmen cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte daha 1920’lerde devlet, katliamcı yüzünü kendisine boyun eğmeyen Kürt halkı üzerinde yaptığı katliamlarla göstermiştir. Bunun en büyük ve son örneği, 1938’deki Dersim katliamıdır.

Dersim için parlamentodan özel yasalar çıkartılır. Bölgedeki her aileden en az beş silah toplanması yolunda karar çıkarılır. Oysa her ailede bu kadar silah bulunduğu meçhuldür. Dersim’in isyancı önderi Seyid Rıza, silahlarını teslim etmeyi reddeder. Bunun üzerine bizzat Mustafa Kemal’in emriyle seferberlik ilan edilir ve Türk ordusu Dersim harekatını başlatır. Dersim köyleri havadan ve karadan bombalanır. Yüzlerce köy, gaz ve yangın bombalarıyla harabeye çevrilir, insanlar kadın, yaşlı, çocuk demeden vahşice katledilir.

Van: Otuz üç kurşun


Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

Ahmet Arif

1940’lı yıllarda da devlet tek parti sisteminin verdiği rahatlıkla Kürt halkına yönelik faşist saldırılarını sürdürmüştür. Van, İran sınırına yakın olması nedeniyle devletin ve ordunun önem verdiği bir bölgedir.

1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde bir köy halkı toplu olarak gözaltına alınmıştır. Bu gözaltının sebebi, bu köy halkının mensup olduğu aşiretin başka bir aşiretin sürülerini çaldığı iddiasıdır. Ancak bölgedeki jandarma komutanlığının bu tip hırsızlıkları bizzat teşvik ettiği ve pay aldığı sonradan ortaya çıkmıştır. Böylelikle hem aşiretleri birbirine düşürüp aralarındaki birliği bozmuş oluyor, hem de bu olayları gerektiğinde bir koz olarak kullanıyorlardı.

İşte böyle bir sebeple gözaltına alınan 33 Kürt köylüsü, yer tespiti gerekçesiyle elleri ve gözleri bağlanarak sınıra yakın bir yere götürülerek orada kurşuna dizilmiştir. Olay, bir kişinin yaralı olarak kurtulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bölgede görevli subaylardan katliama karşı çıkanlara “Siz bu işe karışmayın, biz emri yüksek yerden aldık.” denmesi ve olayın açığa çıkmasından sonra İsmet İnönü’nün katliam emrini veren Mustafa Muğlalı için “En çok güvendiğim komutanlardandır” demesi, bu olayın sadece bölgesel bir olay değil tersine önceden planlanmış ve sistemli bir eylem olduğunun kanıtıdır.

16 Mart Katliamı


Beyazıt’ta şehit düşen
Silkinip kalktı kabrinden
Ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
Yıktı şahmeranın mağarasını…

Yıl 1978’dir. 16 Mart, devletin katliamcı geleneğini devrimci öğrencilere yönelttiği tarihtir. Devletin kontr-gerilla güçleri, yükselen öğrenci hareketini kendi yetiştirdikleri ülkücü-faşist beslemelerle kontrol altına almak için kanlı bir oyun tezgahlamışlardır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat fakülteleri öğrencileri kendilerini saldırılara karşı koruyabilmek için toplu bir şekilde okuldan çıkarken bombalı ve silahlı saldırıya uğramışlardır. Beyazıt Meydanı’nda toplanan polis destekli sivil faşistler ise“Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak!” sloganı eşliğinde saldırmışlardır. Saldırı sonucunda 7 öğrenci katledilmiş, onlarcası yaralanmıştır.
Aralarında Susurluk kazasıyla devlet ile ilişkileri ortaya çıkan Abdullah Çatlı’nın da bulunduğu sivil faşist katillerin alana polis otolarıyla getirilmesi, saldırı anında ve sonrasında korunması, katliamın nasıl bilinçli bir şekilde planlandığını ve uygulandığını gözler önüne sermektedir.

Malatya: Provokatörlerin kanlı oyunu

Yıl yine 1978. Yer; Malatya. Malatya Belediye Başkanı içinde bomba olan bir paket alır. Evinde paketi açmasıyla bomba patlar. Patlamada kendisi, gelini ve iki torunu yaşamını yitirir. 18 Nisan’da cenazelerin kaldırılacağı gün, faşist ve şeriatçı güçlerin egemenliğindeki binlerce insan saldırıya geçer. Şehrin büyük bir kısmı yakılır, yıkılır. Katliam 2 gün sürer, 9 kişi ölürken 960 işyeri tamamen tahrip edilir. Bombanın Nükleer Araştırma Merkezi’nde imâl edildiği hükümetçe söylenir. Ayrıca bu merkezde ülkücülerin ağırlıkta olduğu açıklanır.

Faşist sermaye iktidarı, halkı provoke etmek isteyenleri kendisine yararlı gördüğü her noktada desteklemiştir. Katliamı için kendi nedenini kendisi yaratmıştır. Bütün bunlar bilinmesine rağmen bu olayın üstü örtülür.

Maraş: Sıkıyönetim için
sahneye konulan tragedya

Aradan çok geçmez. Aynı yıl içinde (1978) yer bu kez Maraş’tır. Ve bu sefer katliam daha planlı ve daha örgütlüdür. Maraş’ta yaşayan Aleviler üzerinde baskı kurulmaya çalışılmaktadır. Faşist ve şeriatçı güçler Aleviler’i ve devrimci güçleri susturmaya, göçe zorlamaya çalışmaktadır. Bunun için toplu bir katliama yönelirler. 21 Aralık’ta iki ilerici öğretmen öldürülür. Çeşitli yerlere patlayıcı maddeler atılır. Hedef sol görüşlü insanların ve Aleviler’in çoğunlukta olduğu mahallelerdir.

Bu provokasyonların ardından 23 Aralık günü, 5 gün sürecek olan katliam başlar. Yer yer devrimciler saldırılara karşılık vermeye çalışsa da aylardır planlanan ve devletten destek alan katliamcılar durdurulamaz. Katliamda gebe kadınların, bebeklerin ve yaşlıların da içinde bulunduğu 111 kişi katledilir. Bine yakın insan yaralanır, bine yakın ev ve işyeri yakılıp yıkılır.

Ancak bu katliamın da üstü çabucak örtülür. Dahası katliam bahane gösterilerek sıkıyönetim ilan edilir. Maraş katliamı döneminde yine geçtiğimiz dönemin kanlı katili Ecevit başbakandır ve katliamı önlemek için yine kılını bile kıpırdatmaz.

Çorum: Acı bir çığlık

1980 yılındaki durak, yine Aleviler’in ve solcuların çoğunlukta olduğu Çorum’dur. CIA ajanı olarak bilinen Amerikalı Robert Alexandr Peck, Çorum’a gider, belirli sağ görüşlü kişi ve örgütlerle görüşür. Bir süre sonra 27 Mayıs 1980’de Ankara’da MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak bilinmeyen kişilerce öldürülür. Olayı protesto etmek için Çorum’da gösteriler düzenlenmeye başlanır. Aynı günün akşamına doğru kentte iki öğretmen yaralanır. Aleviler’in ve solcuların çoğunlukta olduğu mahallelere saldırılar yapılır. Kendini korumak için devrimciler barikatlar kurarlar. Çatışmalar bir kaç gün sonra son bulur. İlk saldırılar sonucunda 4 kişi ölür.

Haziran ayının sonunda herkes olayların bittiğini düşünmektedir. Ancak faşist ve şeriatçı güçler yeni bir saldırıya, yeni bir katliama hazırlanmaktadırlar. 1 Temmuz günü faşist ve şeriatçı güçler halkı Aleviler’e ve solculara karşı “cihad”a çağırırlar. Evler, işyerleri yakılıp yıkılmaya başlanır. Yine barikatlar kurulur, çatışmalar başlar.

4 Temmuz’da “Milönü Mahallesi’ndeki cami bombalandı” söylentisiyle cuma namazından çıkan kitle katliama katılır. Olaylar giderek tırmanmaktadır. 5 Temmuz günü askerler olaylara müdahale etmeyi “akıl eder” ve olaylar büyük ölçüde biter. Katliamın bilançosu 57 ölü, 200’e yakın yaralıdır.

Olayların ardından camiye bomba atanın sağ görüşlü biri olduğu belirlenir. Olayların sorumluları her zamanki gibi korunur.

Sivas: Sönmeyen bir meşale

2 Temmuz 1993’te ise Sivas’ta yeni bir katliam gerçekleştirilir. Pir Sultan Abdal şenliklerine katılmak için 100’ü aşkın yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi Sivas’a giderler. Ancak mahallelerde, camilerde saldırının propagandası ve hazırlıkları yapılmaktadır.

Camiden çıkan kitle, faşist ve şeriatçı güçlerin etkisiyle planlanan saldırıya başlar. Kullanılacak araçlar belli noktalarda konuşlandırılmıştır. Önce etkinliklerin yapıldığı yere gidilir. Etkinliklere katılan 1500 kişiye saldırılır, ancak direnişle karşılaşan kitle yazarların ve sanatçıların bulunduğu Madımak Oteli’ne yönelir. Otel kuşatılır. Saatler süren kuşatma ve taşlamalar sonucunda otel benzinle ateşe verilir. Ateşe verilmeden hemen önce içerdeki güvenlik güçleri dışarı çıkarlar. Çünkü otelin ateşe verileceğini onlar da bilmektedir.

Oteldeki sanatçılar Sivas’taki ve Ankara’daki yetkilileri ararlar. Ancak güvenceler almalarına rağmen 8 saat süren bekleyişin ardından 35 kişi diri diri yanarak yaşamını yitirir. Bir kez daha devlet katliamcıları, hem katliam esnasında hem de katliamdan sonra korumuştur.

Gazi: Unutulmayacak bir yanıt

12 Mart 1995 günü devletin kontr-gerilla güçleri Gazi Mahallesi’nde bulunan ve Aleviler’in gittiği bazı kahvehane ve pastaneleri tarayarak katliamı başlatmışlardır. Bununla amaçladıkları halk arasında bir Alevi-Sünni çatışması yaratıp halkın düzene karşı tepkisini bir şekilde boşaltmak ve diğer katliamlarda yaptığı gibi halkı birbirine kırdırmaktır.

Gazi halkı devletin bu oyununa gelmeyip tepkisini devlete ve düzene yöneltmiştir. Karakola doğru yürüyüşe geçen kitleyi kolluk güçleri barikat kurarak ve ateş açarak dağıtmaya çalışır. Kitlenin kararlı duruşu sonucunda kolluk güçleri geri çekilmek zorunda kalırlar. Direnişin diğer semtlere de yayılmasıyla kolluk güçleriyle halk arasındaki çatışmalar daha da şiddetlenir. Silahlara taş ve sopalarıyla cevap veren kitlenin içinden 17 kişi katledilir, yüzlercesi yaralanır.

Ölenlerin bedenlerinden çıkan polis kurşunları, polisi suçüstü yakalayan fotoğraflar ve görgü tanıklarına rağmen bu davada da katiller korunmuştur ve hala korunmaktadırlar. Ancak insanlar, artık devletin katliamcı yüzünü anlamış ve olayların asıl nedeninin belirli kesimlerle olan görüş ayrılıkları değil de devletin olayları yönlendirmesiyle olduğunu görebilmiştir.

Ulucanlar: 19 Aralık provası

Devlet yukarıdaki olaylarda olduğu gibi, yeri geldiğinde ilerici ve devrimci güçlere karşı yapılan faşist ve şeriatçı katliamları desteklemiş, faillerini korumuş, olaylara göz yummuştur. Yeri geldiğinde ise kendisi doğrudan katletmiştir. Bunun bir örneği de 26 Eylül 1999’da gerçekleşen Ulucanlar katliamıdır.

Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde bulunan devrimci tutsaklar için yaklaşık iki yıldır bir koğuş sorunu bulunmaktaydı. Bir yatakta 3 kişi kalmak zorunda kalıyorlardı. Bunun üzerine 2 Eylül günü direnişe geçildi. Diyaloglar sonuç vermedi. Tüm çabalara rağmen devlet katliamda kararlıydı.

Jandarmanın ve robokop polislerin hapishaneye girmesiyle katliam başlatıldı. Koğuşlara ateş açıldı, gaz bombaları atıldı, itfaiye tarafından köpük sıkıldı. Koğuşlardan çıkmak zorunda kalanlar dövülerek ve yakın mesafeden kafalarına sıkılan kurşunlarla 10 devrimci katledildi.

Katledilecek devrimciler, çok önceden belirlenmişti. Aralarında Habip Gül ve Ümit Altıntaş yoldaşların da olduğu devrimciler listedeydiler. Bu insanların seçilmesi rastlantı değildir. Ulucanlar direnişinin kararlı isimlerinden ve önderlerinden olan Habip ve Ümit yoldaşlar, aynı zamanda devrim yoluna hayatlarını ortaya koymuş örnek alınması gereken devrimcilerdir. Her ikisinin de TKİP davası tutsağı olmaları, kitleleri peşlerinden sürükleyebilme gücüne sahip olmaları ve bitmeyen tükenmeyen inat ve inançları, devletin Habip ve Ümit yoldaşlar şahsında partimize yaptığı saldırıyı açıklamaktadır.

Bu katliamla partimize ve mücadelemize büyük bir darbe vuracağını zanneden katliamcı devlet yanılmıştır. Onların ışığındaki mücadele daha da büyüyerek düzene yöneltilmektedir.

Ulucanlar katliamı 19 Aralık katliamının bir provasıydı. Yapılan mücadele ve direnişle katliama ve katliamcılara devrimci bir yanıt verilmiştir.

19 Aralık: Katliam ve direniş

Faşist sermaye iktidarı, her alanda toplumu F tipi bir yaşama zorlamaktadır. Buna öncelikle kitleleri kendi peşinden sürükleyebilecek devrimcileri F tipi hücrelere koyarak başlamalıydı. F tipi hapishanelere karşı direnişe geçen devrimci güçler içeride ve dışarıda mücadeleyi yükseltmekteydiler. Ölüm Orucu Direnişi bütün olumsuz koşullara, yalanlamalara rağmen sürmekteydi. Devlet ise çözümü yeni bir katliamda buldu.

19 Aralık 2000 günü Türkiye çapında 20 cezaevinde gerçekleşen operasyonlarla katliamlar gerçekleştirildi. Çok büyük bir direnişle karşılaşan devlet, Ulucanlar’dan çıkarttığı derslerle katliamında şansa yer bırakmadı. Ve bunun da adına “Hayata Dönüş Operasyonu” dediler. İnsanları hayata döndürmek için iş makineleriyle hapishane duvarları yıkıldı, koğuşlara ateş açıldı, gaz bombaları ve kimyasal bombalar atıldı. Operasyonlar esnasında 28 devrimci tutsak şehit düştü.

F tipi hapishaneleri ve F tipi yaşamı protesto etmek için ölüm oruçları halen devam etmektedir. Ölüm oruçlarında ölen 100’ü aşkın devrimcinin sorumlusu yine bu katliamı gerçekleştiren devlettir.

19 Aralık’tan yansıyan ve insanları sarsan katliamdan çok direniştir, geleceğe de asıl olarak o kalacaktır. Tüm yalan, çarpıtma ve karalama kampanyasına rağmen devlet, bu büyük direnişin üstünü örtememiştir.

Kuşkusuz katliam asla unutulmayacaktır; ama sergilenen direniş katliama hep baskın çıkacak, geleceğin mücadeleleri için her zaman büyük bir politik ve moral güç kaynağı oluşturacaktır.

Katliamlar düzenin aczinin ve
kanlı yüzünün göstergesidir

Evet, eğer devlet dört duvar arasına kapatılmış, inançlarından, yani beyinlerinden ve yüreklerinden başka bir silahı olmayan insanlara karşı binlerce askerini ve silahını kullanıyorsa, Alevi veya Kürt olmaktan başka suçu olmayan masum halkın üzerine kendi yetiştirdiği faşist saldırganlarını salıyorsa, ilerici halkı ve öğrencileri tereddütsüz katlediyorsa, bu onun gücünü değil ancak güçsüzlüğünü ve çaresizliğini gösterir. Bu çaresizlik, iktidarının devamlılığı karşısında tehlike olarak gördüğü herkesi katletmesini gerektirir. Çünkü iktidarının yıkılacağı gün yakındır ve bu korku sermayeyi tepeden tırnağa sarmıştır.

Bu saldırılara ve katliamlara karşı mücadele her zaman olduğu gibi bugün de gereklidir. Faşist sermaye iktidarını yıkmak için iktidarın gerçek yüzünü kitlelere anlatmalı, kitleleri mücadelemize katabilmeliyiz.

Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!
Katliamları unutmadık, unutturmayacağız!
Katliamların hesabını işçi-emekçiler soracak!

R. U. Kurşun-A. Genç