ARSIVANA SAYFA
 
29 Temmuz '00
SAYI: 27
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
SAG-ÖO direnişi ve yeni dönem dersleri
SEKA direnişinin bir kez daha gösterdiği
"Kophenag Kriterleri" ve Kürt sorunu
%10 barajı saldırısına karşı işçi eylemi
Metal sektöründe TİS süreci ve görevlerimiz
Birleşik Metal-İş Genel Temsilciler Kurulu...
Kongreye doğru DİSK!
İstanbul Anakent Belediyesi'nde de grev...
Zindan direnişinin dersleri ve yeni dönemin görevleri
F tipi saldırısı
Saldırı direnişle yanıtlandı
Bergama'da katliam girişimi ve tepkiler
Maltepe'de "Hücre Tipi Cezaevleri Politikası ve..."
F tipi cezaevine karşı aydın ve sanatçı girişimi
Programda tarım ve köylü sorunu/3
Kıbrıs'ta işgale son!
Bu memleket bizim!
Türkiye'de enerji sorunu ve politikaları
Resmi bilim emperyalist tekellerin hizmetinde
Sezer'in tavrı ve sözde "demokrasi rüzgarı"
14. kuruluş yılında İHD
G-8 Zirvesi ve gösterdikleri
Emperyalist-kapitalist sisteme karşı yürütülen...
Cellatex ve Adelshoffen eylemleri
Propaganda-ajitasyon sorunu
Yorum senin ya da yorumsuz mu demeliyim?
Mücadele Postası
 



 
 
Cellatex ve Adelshoffen eylemleri...
Militan bir direniş çizgisinin yolunu açtılar


Fransa’nın Givet kasabasında bulunan Cellatex fabrikası işçilerinin 5 Temmuz günü başlattıkları eylem, sınıf mücadelesinde yıllardır beklenen, özlenen ve kaçınılmazlaşan radikal direniş biçiminin ilk ifadesi olmuştur.

Givet, Ardennes eyaletinde, Belçika sınırına bitişik küçük bir kent. Bu kentte 1903 yılından bu yana Cellatex adında bir iplik fabrikası bulunuyor. Fakat Cellatex sıradan bir iplik fabrikası değildir. Zamanla sanayinin ileri teknolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla uzmanlaşmış bu fabrika, günümüzde Avrupa’da kendi alanında üretim yapma birikimi ve kapasitesi olan tek fabrikadır. Tarihte ilk kez sentetik doku imalatı gerçekleştiren Cellatex, ayrıca, eczacılık ve sağlık alanınıda kullanılan yüzde yüz saf bakteri doku imal edebilen dünyanın tek fabrikasıdır. Bu konumundan ötürü Cellatex yakın bir döneme kadar uzay sanayisi tekeli Arianespace için de özel sentetik doku imalatı yapmaktaydı.


Kapitalist rekabetin faturası işçilere!

Bu alanda benzer bir üretimin geri kalmış ülkelerde çok daha ucuz bir maliyetle gerçekleştirilmeye başlanması, Cellatex’in ayrıcalıklı uzmanlık alanının daha elverişli mekanlara transferinin mümkün olması, Givet fabrikasının kapısına kilit vurulmasını gündeme getirdi. Çünkü, Cellatex’te metresi 42 franga mal olan sentetik dokunun, aynı kalitede olmasa da, Çin’de üretilmiş bir benzerinin metresi 10 franga piyasaya sürülmektedir. Böyle olunca, tekeller ihtiyaçlarını ithalat yolu ile temin etmeye başlamışlardır. Dolayısıyla, sipariş karnesi boşalan, sürekli borçlanmak zorunda kalan Cellatex’in, işçilerin katlandığı tüm fedakarlıklara rağmen, önden programlanmış yıkımdan kurtulmasının olanakları tüketildi. Ayrıca, Avrupa Komisyonu’nun, serbest rekabete ters düşüyor gerekçesiyle kamu sübvansiyonlarını yasaklaması, Cellatex’in ayakta kalmasını olanaksız kıldı. Sonuçta, başvurulan mahkeme, 5 Temmuz tarihli kararıyla, işletmenin adli tasfiyesine karar verdi.

Geriye kalan tek sorun, zamanla sayıları 153’e düşmüş olan ve mahkeme kararıyla işlerine son verilen işçilerin konumu oldu. Ancak, Cellatex’in kasaları boş ve üstelik borçlu olduğudan dolayı, işçiler için, yasal mevzuat gereği, yapacak fazla bir şey de kalmamıştı. Çoğu ömrünü Cellatex’te tüketmiş, emekli olmanın arifesine gelmiş işçiler için tek seçenek, en yakın iş ve işçi bulma kurumuna kaydolarak işsizler ordusunun saflarında yerlerini almaktı. Fabrikanın mahkeme kararı ile tasfiye edilmiş olması, işçilere en ufak bir tazminat hakkı tanımamakta, sadece belli bir dönem, yoğun bir biçimde iş aradıklarını kanıtlamaları koşuluyla, işsizlik tazminatı hakkı sağlamaktadır. Ayrıca, Cellatex’i yaşatmak kaygısıyla işçilerin düşük ücretle çalışmaya razı olmuş olmaları, onların aylık işsizlik tazminatlarını da sembolik bir düzeye düşürmektedir.


İşçiler deneyimlerden çıkardıkları
derslerle direniş yolunu seçtiler

Sermaye düzeninin sürekli bir biçimde yeniden düzenlediği iş yasası mevzuatının kendilerine hiçbir hak tanımadığını gören Cellatex’in 153 işçisi bu seçeneği reddettiler. Bölgenizde yeni işyerleri açılacak, istihdam hızlanacak ve size öncelik tanınacak türünden nutuklara inanmadılar ve kapitalist yıkımın faturasını ödemeyi kabul etmediler. Çünkü, Fransa’da bir zamanlar başlıca demir-çelik üretimi yapılan ve aynı zamanda bir kömür havzası olan Ardennes bölgesi işçileri bu tür nutuklara inanmışlardı. ‘70’li yılların sonlarından itibaren, fazla kâr getirmediği için bölgenin tüm geleneksel sanayi birimleri tasfiye edildi, işçiler sokağa atıldı. Mitterrand döneminde verilen vaadlerin hiçbiri tutulmadı. Bu bölge sosyal açıdan toptan bir yıkım alanına dönüşmüş durumda, mütevazi atölyeler dışında iktisadi faaliyet sona ermiş durumda.

Sonuçlarını doğrudan yaşadıkları bu deneyimden çıkardıkları ders, Cellatex işçilerinin aynı tuzağa düşmelerini engelledi. Kapatma kararının açıklandığı gün kamu idaresi, işyerini işgal eden işçilerle bir toplantı düzenledi. Hükümet müffetişleri iş yasasının bazı maddelerini okuyarak, işçileri kaderlerine razı olmaya ikna etmeye çalıştılar. Ancak işçilerin cevabı farklı oldu. İşçiler beraberinde getirdikleri benzin bidonlarını toplantı salonun ortasına boşaltarak ve ellerinde çakmakları ile kararlılıklarını ortaya koydular. Düştükleri panik ortamında hükümet müffetişleri göstermelik toplantılarına son verdiler. İşçiler, esas muhataplarının devlet olduğunu, çalışma bakanı ve eski AET komisyonu başkanı Jacques Delors’un kızı Martine Aubry’nin bizzat gelerek kendileri ile pazarlık masasına oturmasını talep ettiler. Mevcut koşullarda fabrikanın kapatılmasının kaçınılmaz olduğunu kabul eden işçiler, eğer kişi başına derhal 150 000 frank işten atılma tazminatı ve belli bir dönem için aylıklarına tekabül eden sabit bir gelir garantisi verilmediği koşullarda, başka yöntemlere başvurmaktan kaçınmayacaklarını hükümete bildirdiler.


“Sonuna kadar dayanacağız: güm! güm! güm!”

İşçilerin kastettikleri farklı direniş yönteminin özünü işgal altındaki fabrikanın ana kapısına asılan pankart özetlemektedir: “Sonuna kadar dayanacağız: güm! güm! güm!” Zira, fabrikada üretimde kullanılan ve patlama gücü çok yüksek olan 46 ton karbon sülfür, 90 ton yoğun sodyum sülfür ve 50 bin litre sülfürik asit bulunmaktadır. İşçiler taleplerinin kabul edilmemesi durumunda kaybedecekleri fazla bir şeylerinin olmadığını, ama ibret olsun diye fabrikayı havaya uçurmadan eylemlerine son vermeyeceklerini ilan ettiler. Blöf yapmadıklarını kanıtlamak için fabrikanın önünde sürekli yanan ateşin üzerine arasıra birkaç gram sülfürik asit atarak patlamalar gerçekleştirdiler, fabrika içinde yangın çıkardılar. Tehdidin gerçekleşmesi durumunda fabrikayı çevreleyen 500 metre çapındaki alanda yer alan herşeyin yerle bir olacağının açıklanması üzerine, bölgede bulunan tüm evler boşaltıldı, fabrika itfaiye güçleri ve çevik kuvvetlerce kuşatıldı.


Militan direniş çizgisinden taviz verilmedi

Medyanın ilkin fazla yer vermemeye özen gösterdiği eyleme karşı hükümet pek aldırış etmiyor tavrı takınmaya, Paris’ten ileri düzeyde hiçbir sorumlunun katılmaya cesaret edemediği göstermelik uzlaşma toplantılarında ısrar etmeye devam etti. Ancak, çevre kentlerden işçi, işsiz, emekçi kitlelerin dayanışma amacıyla sürekli fabrikanın önüne toplanmaları, bölgenin kimi fabrikalarından işçilerin iki saatliğine işi bırakarak eylemcileri ziyarete gelmeleri, yerel ve uluslararası basından yüzü aşkın gazeteci ve televizyon ekibinin, bir havai fişek gösterisini seyretmeye geliyormuş gibi Givet’e yerleşmeleri, güçler dengesini bozdu. Hükümet bir yandan oyalama politikasını sürdürürken, öte yandan, işçilerin dayatması üzerine, fabrika etrafına mevzilendirilmiş olan itfaiye güçlerini ve çevik kuvvetleri geri çekmek zorunda kaldı. Fakat, hükümet yine de, bir emsal olmasın diye, sorunun çözümü yönünde somut bir adım atmaya yanaşmıyordu. Konu üzerinde görüş belirtmeye çalışan her hükümet üyesi ya da politik sorumlu, hep “işçilerin ızdırabını anlayışla karşılıyoruz, öfkelerini anlıyoruz!” demekle yetiniyorlardı. Bunun üzerine işçiler, 17 Temmuz akşamı, fabrika alanından geçen ve Meuse nehiri ile birleşerek Belçika’ya uzanan bir ırmağa, itfaiye güçlerinin kolaylıkla yayılmasını engelleyebilecekleri biçimde kırmızı renk verilmiş 5000 litre asidi dökerek sonucu beklediler.


Direnişçi işçilerin tüm talepleri kabul edildi

Bu uyarı sonucunda ikiyüzlü bekleyiş anında son buldu. İçişleri Bakanı’nın “şantajı kabul edemeyiz” beyanatlarına rağmen, tablo radikal bir değişime uğradı. Çalışma bakanı derhal müsteşarını eylem mahalline sevk etmek, kendisi ise günler boyu telefonla işçi temsilcileri ile doğrudan pazarlık yapmak zorunda kaldı.

Ardennes Valiliği’nde 19 Temmuz günü başlatılan görüşmeler sonucunda, işçilerin temel taleplerinin hepsi, bazı küçük değişikliklerle kabul edildi. Yasaya göre beş kuruş hakları olmayan 153 işçinin her birisine 80 bin frank işten atılma tazminat primi ödenecek, maaşları iki yıl boyunca ödenecek, meslek değiştirmeleri için yararlanacakları stajların finansmanı %80 oranında karşılanacak. Valilikte imzalanan protokolü onayladıktan sonra, Cellatex işçileri 20 Temmuz akşamı, hem eylemlerini değerlendirme, hem de Givet sakinleri ile birlikte zaferlerini kutlama hazırlıklarına başladılar.

İşçiler adına görüşmeleri yürüten CGT sendikası delegesi Christian Larose, “Pazartesi günkü eylemin (ırmağa sülfürik asit akıtılması) pazarlıklar üzerinde belirleyici bir rol oynadı”ğını belirtiyor. İşçiler ise, “bu kadarını ummuyorduk”, “sonucu bir zafer olarak nitelendiriyoruz; çünkü Fransa’da hiçbir zaman bir işçi direnişi bu kadar çabuk bir biçimde bu kadar ileri ve radikal bir noktaya sıçramamıştır” diyorlar.


Adelshoffen bira işçileri Cellatex direnişçilerinin
açtığı militan mücadele yolunu izlediler

Hükümet ve sermaye sınıfı, doğal olarak, Cellatex işçilerinin 5 Temmuz günü başlattıkları bu radikal eylemin ve iki hafta boyunca sergiledikleri kararlı tavrın bir emsale dönüşmesinden başından beri korktular. Bunda yanılmadılar, zira korkuları gerçeğe dönüşmekte gecikmedi. Çünkü hükümet Cellatex işçileri ile pazarlık masasında iken, aynı senaryo bu kez Strasbourg yakınlarındaki Schiltigheim köyünde uygulanmaya kouldu. Hollanda’nın Heineken bira tekelinin bir kolu olan Adelshoffen bira üretim ünitesi çalışanları, Cellatex’i örnek alarak, aynı yönteme dayanan bir direniş başlattılar.

Heineken bira tekelinin sözkonusu üniteyi bu yıl sonundan önce, personelin işine toptan son vererek kapatacağı kararının açıklanması ile birlikle, işçiler greve gittiler. Fabrikayı kapatma kararını 19 Temmuz sabahı basın aracılığıyla öğrenen işçiler, aynı gün saat 9 için öngörülen işyeri komitesi toplantısına fabrika müdürü ile genel müdürün gelmediklerini görünce, hemen harekete geçerek tüm giriş ve çıkışları kapattılar. Kapatılmaya mahkum edilmiş fabrikada rutin bir grev yapmanın bir çözüm olmadığını düşünen işçiler, oybirliği ile, eylemlerini hızla ileri bir düzeye taşımayı ve farklı biçimler vermeyi kararlaştırdılar.


Aynı militanlık, aynı kararlılık!..

19 Temmuz sabahı işyerini işgal eden işçiler, o sırada fabrikada bulunan personel müdürünü rehin aldılar. Fabrikanın kapatılmasına karşı çıkan işçiler, bu kararda ısrar edilmesi durumunda, en azından kendilerine yeni iş olanağı sağlanmasını talep etmektedirler. Rehinenin hasta numarası yapması sonucu işyerine acil servisten doktor çağıran işçiler, iddianın ciddiyetine inanmadıkları halde, doktorun tavsiyesi üzerine personel müdürünü serbest bıraktılar. Heineken yönetimi ve hükümetin rehinenin kurtarılmış olmasının sevincini tatmalarına zaman tanımadan, işçiler yeni eylem planlarını açıkladılar. CGT sendikasının işyeri delegesi Thierry Durr, işçiler adına yaptığı basın açıklamasında, “şimdi eylemimiz bir ileri aşamaya sıçrayacaktır” dedikten sonra, işçilerin fabrikada bulunan 4 bin litre GPL ve 10.400 litre propan gazının tüplerini birbirlerine bağlayarak bir patlayıcı sistem oluşturacaklarını ve taleplerinin kabul edilmemesi durumunda fabrikayı toptan havaya uçuracaklarını belirtti.

Heineken sorumluları işgal eyleminin başlaması ile birlikte fabrika mahalline yanaşmadılar. Sadece telefonla basın açıklamaları yapmak ve eylemin son bulmasından sonra işçilerle görüşme masasına oturacaklarını vaadetmekte yetindiler. Ama, fabrikadaki gaz tüplerinin araba tekeri ve odun parçaları ile kaplı olduğunun ve ateşlenmeye hazır beklediğinin kesinlik kazanmasından sonra, sorunun ciddiyeti kavrandı. Üstelik, tıpkı Cellatex işçilerinin ırmağa sülfürik asit akıtarak yaptıkları uyarı gibi, Adelshoffen işçileri de 20 Temmuz günü merkezi bira fıçısının vanalarını açarak, fabrikanın bulunduğu Schiltigheim köyünün sokaklarına 10 bin litre bira akıttılar. Ültimatonlarını 23 Temmuz pazar günü saat 18:00’e kadar uzatan Adelshoffen işçileri, yönetimin gelip kendileri ile fabrikada görüşmesini ve pazarlıkların işyerinde sürdürülmesini talep ediyorlar. Heineken yönetimi ise, sonunun ciddiyetini anladıktan sonra, avukatları aracılığıyla sendika avukatlarını arayarak, Adelshoffen’in toplam yüze yakın işçisini başka bir iş yerinde istihdam etmeye hazır olduğunu belirtti. Heineken yönetiminin bu dolaylı mesajlarına Adelshoffen işçilerinin cevabı son derece net oldu. Mademki Heineken yönetiminin bize somut önerileri var ve pazarlık masasına oturmak istiyorlar, o zaman avukatlar aracılığıyla değil, işyerine gelip doğrudan esas muhatapları ile, bizimle görüşsünler diyorlar.Cellatex eyleminin açtığı yoldan yürüyen Adelshoffen direnişi, gerek hükümet gerekse işveren çevrelerinde, şimdilik saklı tutulmaya çalışılan derin bir kaygı yaratmış durumda. İşçilerin eylemlerine kazandırdıkları radikallik düzeyi ve sergiledikleri kararlılık, bugüne kadar uygulanan kriz yönetme yöntemlerini ıskartaya çıkarmış bulunmaktadır. Yıllardır işyerinde farklı düzeydeki yöneticiler rehin alınmasıyla başlatılan direniş eylemlerine sık sık tanık olunmaktadır. Basının genellikle önplana çıkarmayı tercih etmediği bu girişimler, Cellatex ve Adelshoffen eylemleri ile çok farklı bir düzeye sıçramış bulunuyor. Yaygınlaşmasından endişe edilen bu tür eylemlerin şiddet yoluyla bastırılmaya çalışılmasının riskleri göze alınamadığı gibi, taviz verilerek yatıştırılmalarının da tam tersi bir dinamiği besleyeceğinden korkuluyor.





Cellatex ve Adelshoffen direnişleri:
İşçi hareketinde çıkış arayışlarının bir ifadesi


Dünyanın değişik ülkelerinde yıllardan beri tanık olunan işçi mücadelelerini, emekçi kitle direnişlerini değerlendirirken, hep bir arayışın egemen olduğunu vurguluyor, kapitalist vahşete karşı birikmiş olan öfkenin patlama kanalları aradığını belirtiyoruz. Çünkü, sermaye diktatörlüğünün işçi ve emekçi kitlelere dayattığı sömürü sürekli ve sistematik bir biçimde ağırlaştırılmakta, insanlığın geleceği için bundan başka bir alternatifin olmadığı kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. İşçi sınıfının devrimci örgütlülüklerinin tasfiye olması, dolayısıyla mücadelede büyük bir önderlik boşluğunun doğması, burjuvazinin saldırılarına hayat hakkı tanımaktadır. Başka bir ifadeyle, bir dönemler sermayenin egemenliğine karşı mücadelede sınıfın önderliğini yapmış olan partiler, örgütlenmeler, sendikalar bu durumu kabullenerek, yozlaşma ve düzene entegre olma süreçlerini tamamlamış bulunmaktadırlar.

Bu koşullarda işçi ve emekçi kitlelerin savaşım ufku, kendiliğindenci ve özünde nefsi müdafaacı bir çerçeveyi aşamamaktadır. Bunun en somut kanıtı, dünyanın hiçbir yerinde işçilerin yıllardır düzenden yeni hak kopardıklarına rastlanılmamasıdır. Son dönemde sadece Latin Amerika ve Afrika kıtasının bazı ülkelerinde kitleler bir-iki kez ayaklanarak, hükümetleri geçici olarak zamları iptal etmeye zorlamışlardır. Bu istisnalar dışında, tüm mücadele ve direniş girişimleri hep varolanı korumaya çalışmakla sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla, yıllardır tanık olduğumuz işçi ve emekçi mücadelelerinin özünü, esasta bazı iktisadi hakları korumak karakterize etmektedir. Emek dünyası sözkonusu tarihi kazanımlarını korumak ya da gaspının dozunu hafifletmek için salt iktisadi karakterde grev, yürüyüş vb. araçlarla tepki göstermektedir. Ancak, burjuvazi kendi düzeninin yasal sınırlarını aşmayan, politik bir perspektifi olmayan ve sonuçta sınıflar arası güçler dengesini bozma olanağından henüz yoksun olan bu tür pasif mücadele girişimlerinden pek rahatsız olmamaktadır. Tam tersine, emekçilerin arasıra sokağa dökülmelerini, sistemin sağlığı açısından gerekli, bir öfke boşaltma operasyonu saymaktadır.

Sermaye düzeninin sürekli incelterek sürdürdüğü ideolojik saldırı, en azından son on yıl içerisinde, epeyce kayba yolaçtı. Kayıplar sadece işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci önderliklerinin, bozulmuş da olsa örgütlülüklerinin tasfiye edilmeleri ve teslim alınmalarıyla da sınırlı değildir. Örneğin geçmişte insanlar arasında eşitliği, dünyada barışı savunan, emperyalist haydutluğa karşı çıkan aydın kesiminin ezici çoğunluğu, “internet”, “küreselleşme”, “managment” türünden, kapitalizmin daha da yetkinleşmesi, rasyonelleşmesi için kullanılan kavramlarla uğraşmakta, hatta ABD emperyalizminin Körfez’de, Balkanlar’da ve daha nice başka alanlarda tezgahladığı savaşları birer “barış operasyonu” kategorisine koyarak alkışlamaktadır.

Kapitalizmin egemenliğini, onun biçimlendirdiği yaşam tarzını (‘90’lı yılların başlarında bir ara tereddüte düşmüş olsalar bile) kabullenmeyenler, sermayenin saldırılarını günlük yaşamalarında hissedenler, sonuçlarını mutfaklarında, hasta yataklarında, çocuklarının en temel gereksinimlerini karşılamak noktasında doğrudan hissedenler, yani işçiler, emekçiler, yoksul köylüler ve öğrenciler olmaktadır. Rutin mücadele eylemlerinin ve direniş biçimlerinin saldırıları geri püskürtmeye yetmediği, sermayenin saldırılarına aynı tarzda karşılık verilmesi gerektiği, nesnel bir ihtiyaç olarak hissedilmektedir. Sorun mücadelenin ufkunu düzenin yasalarının ötesine taşımaktır. Emekçi kitlelerin anti-kapitalist mücadelenin militanlaşmasını özledikleri, sayısız örnek üzerinden dışa vurmaktadır. Ancak, gün geçtikçe kendisini çok açık bir biçimde hissettirmekte ve kaçınılmazlaşmakta olan bu ihtiyaç, emekçi sınıfların örgütsüzlüğünden ötürü henüz açığa çıkmakta zorlanmaktadır. Yine de bu sessizliğin, bir gün bir yerde profesyonel devrimciler aracılığı ile değil, işçi ve emekçilerin kendi inisiyatifi sonucu bozulması, sürecin yön değiştirmesi gerekiyor. Çünkü, emekçi sınıflara cesareti, özgüveni en etkili tarzda verecek olan, doğrudan sınıfın bağrından yükselecek kıvılcımlardır.

Bu bağlamda Cellatex ve Adelshoffen eylemleri, birbirlerinin devamı biçiminde gündeme geldiklerinden, alışılmış düzen içi yöntemleri çiğneyerek örgütlendiklerinden dolayı, örnek alınacak bir direniş tarzının ilk adımını oluşturuyorlar. Cellatex işçilerinin, sadece kendi öz güçleriyle elde ettikleri somut kazanımlar, çaresizliğe karşı bir panzehir, birikmiş işçi öfkesine çıkarılmış bir mücadele davetiyesi işlevi görüyor. Sermaye düzenine karşı mücadelenin yeniden yaygınlaşarak perspektif kazanması ve güçlü bir dinamiğe dönüşmesi, bu tür sembolik gediklerin sayılarının artmasına bağlı. Sözünü ettiğimiz eylemlerin Avrupa’nın göbeğinde, üstelik Fransa gibi tarihte bu bağlamda hep örnek alınmış bir ülkede yaşanması ise ayrı bir anlam ve önem taşıyor.