ARSIVANA SAYFA
 
29 Temmuz '00
SAYI: 27
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
SAG-ÖO direnişi ve yeni dönem dersleri
SEKA direnişinin bir kez daha gösterdiği
"Kophenag Kriterleri" ve Kürt sorunu
%10 barajı saldırısına karşı işçi eylemi
Metal sektöründe TİS süreci ve görevlerimiz
Birleşik Metal-İş Genel Temsilciler Kurulu...
Kongreye doğru DİSK!
İstanbul Anakent Belediyesi'nde de grev...
Zindan direnişinin dersleri ve yeni dönemin görevleri
F tipi saldırısı
Saldırı direnişle yanıtlandı
Bergama'da katliam girişimi ve tepkiler
Maltepe'de "Hücre Tipi Cezaevleri Politikası ve..."
F tipi cezaevine karşı aydın ve sanatçı girişimi
Programda tarım ve köylü sorunu/3
Kıbrıs'ta işgale son!
Bu memleket bizim!
Türkiye'de enerji sorunu ve politikaları
Resmi bilim emperyalist tekellerin hizmetinde
Sezer'in tavrı ve sözde "demokrasi rüzgarı"
14. kuruluş yılında İHD
G-8 Zirvesi ve gösterdikleri
Emperyalist-kapitalist sisteme karşı yürütülen...
Cellatex ve Adelshoffen eylemleri
Propaganda-ajitasyon sorunu
Yorum senin ya da yorumsuz mu demeliyim?
Mücadele Postası
 



 
 
Programda tarım ve köylü sorunu/3

Tarımsal Eylem Programı/2


Emekçi köylüye mücadele içerisinde
güven verip yol göstermek


Dördüncü Kongre’nin ortaya koyduğu Eylem Programı’na dönüyorum. Bir yoldaş, metnin 4. maddesinin “Bu yüzdendir ki, komünist partisi, kırın çalışan yığınların egemen sınıflara karşı yürüttüğü her mücadelenin en başında yer alır” cümlesindeki “her mücadele” ifadesinin altını kalınca çizmiş, belli ki bunu tartışmalı bulmuş. Ama cümlenin oldukça dikkatli kurulduğuna,“egemen sınıflara karşı yürüttüğü her mücadelenin” denildiğine dikkat edilmeli burada.

Biz egemen sınıfa yönelmiş bu mücadelelere elbette sahip çıkarız, desteklemekten öteye, buna bizzat önderlik etmeye de çalışırız. Ama bunu, tam da kırsal emekçilerin yaşadığı sorunların temelde nereden kaynaklandığını ve çözümün nerede olduğunu emekçi köylü kitlelerine anlatmaya çalışmanın bir vesilesi ve olanağı haline getirmeye çalışırız. Bu arada bu mücadeleleri geriye dönük istemlerden arındırmaya bakarız, başka türlüsü zaten olamaz. Biz ayrımı talepler arasında yaparız, sermayenin ezici ağırlığına, sömürü ve soygununa yönelmiş eylemler arasında değil. Kritik mesele de bu eylemleri geriye dönük istemlerden arındırma sorununda ortaya çıkıyor. Kolay bir iş değildir, bunu ifade etmiştim. Kapitalist ülkelerin komünistleri bu konuda hep sıkıntı çekmişler, belli açmazlarla yüzyüze kalmışlardır, tarihe baktığımızda bunu görüyoruz.

Ama kritik önemine işaret etmek, bu konuda genel bir bakışaçısına sahip olmak dışında, burada bu konuda daha somut ve pratik sonuçlara ulaşamayız. Bu gerçekten pratik bir sorundur; hoşnutsuzluğunu ortaya koyduğunda küçük-üretici köylünün bunu hangi sorunlar ve istemler üzerinden ortaya koyduğuyla bağlantılı olarak çözümlenecek ve somut bir tutuma konu edilecek bir sorundur.

4. madde şöyle devam ediyor:
... Sanayi proletaryası ile birlikte yürütülen mücadele, sanayi işçilerinin komünist partisi önderliğinde kırdaki işçi ve yoksul köylülerin çıkarları için mücadele yürütmesi gerçekliği, kırsal emekçilerin şu iki noktanın doğruluğuna ikna olmalarını sağlayacaktır:

1. Hem tarım partilerinin hem de sosyal demokrat partilerin, tüm demagojik boş laf yığınlarına rağmen, kendilerini yalnızca aldatmak istedikleri, bu partilerin gerçekte büyük toprak sahipleri ve kapitalistlerin hizmetinde olmalarına karşılık, yalnızca komünist partisinin kendilerinin çıkarlarının savunusunda samimi olduğu,

2. Kapitalizm koşulları altında işçilerin ve yoksul köylülerin durumunun nihai olarak iyileşmesinin imkansızlığı.

O dönem çeşitli ülkelerde (Romanya, Polonya, Bulgaristan vb.) geleneksel köylü partileri var ve bunlar desteklerini önemli ölçüde kırsal kesimden, köylülerden alıyorlar. “Tarımsal partiler”den kastedilen, bir kısmı tümüyle gerici olan, bir kısmı Bulgaristan örneğinde olduğu gibi bir parça ilerici bir potansiyel taşıyan bu türden burjuva orta sınıf partileridir. Bunların yanısıra sol sosyal-demagoji sayesinde sosyal-demokrat partilerin de köylü kitleleri üzerinde şu veya bu ölçüde etkisi var. Kırsal emekçilerin desteğini kazanmak, doğal olarak bu gerici ya da reformcu burjuva partilerinin kırsal alandaki etkilerini kırmayı gerektiriyor. Bu çerçevede, komünist partisi önderliğinde birleşmiş sanayi işçilerinin kır emekçilerinin mücadelesine aktif destek vererek, sözkonusu burjuva partilerinin sermaye karşısında köylülerin gerçek dostları olmadığını bizzat mücadele içerisinde göstermeleri zorunluluğu, güdülen temel hedeflerden ilkini oluşturuyor.

İkinci hedef daha da önemli. Kapitalizm koşulları altında ve bu koşullar devam ettikçe, üretici yoksul köylülerin durumunun nihai olarak iyileşmesinin imkansızlığını yine mücadele içinde göstermek, böylece, emekçi köylülüğü proletaryanın burjuvaziye karşı devrimci iktidar mücadelesine kazanmak...
Köylülük ve hububat pazarlaması


“ (...) Nitekim 1970 Tarım Sayımı sonuçlarına dayanarak Türkiye ve dokuz Tarım Bölgesi’nde, buğday ve arpa için işletme büyüklüklerine göre ayrı ayrı pazarlama oranları hesaplanmıştır. Tabloda açıkça görüleceği gibi, 20 dönümün altındaki işletmelerde her iki üründe de toplam üretimden satışa ayrılan miktar yüzde 5-7 gibi son derece düşük bir orandır. 20-50 dönümlük işletmelerde bu oran buğdayda yüzde 12’ye, arpada ise yüzde 8’e yükselebilmektedir. Böylece, 50 dönümden ve özellikle 20 dönümden küçük işletmelerin tahıl satıcısı olmadıkları, ürettikleri malları genellikle kendilerinin kullandığı ortaya çıkmaktadır. Hatta bunların önemli bir kısmının net tahıl alıcısı oldukları söylenebilir.

50-100 dönümlük işletmeler için bile buğdayda pazarlama (satış) oranı yüzde 24, arpada ise bu oran ancak yüzde 16 kadardır. Tüm işletme büyüklüklerinde arpa pazarlama oranları buğdayın altında çıkmıştır. 100 dönümden büyük işletmelerin buğday pazarlama oranı yüzde 40’ı aşmakta, 1000 dönümden büyük işletmelerde ise bu oran yüzde 75’in üzerinde çıkmaktadır. Arpa pazarlama oranları ise ancak 500 dönümden büyük işletmelerde yüzde 40’ı geçmekte, 1000 dönümden büyük işletmelerde ise ancak yüzde 65’e ulaşmaktadır. Bunun temel nedeni, arpayı çiftçinin genellikle kendi hayvanlarına yemlik yapmak amacıyla yetiştirmesi, ticari arpa üretiminin ise ancak çok büyük işletmelerde yapılmasıdır.

Bu oranlar Türkiye’de uygulanagelmekte olan hububatı destekleme politikalarının (taban fiyatları uygulamasının) aslında orta ve büyük hububat üreticlerine yarar sağladığını, bir milyona yakın cüce işletmenin bundan hemen hiç yararlanamadığını, hatta net hububat alıcısı olmaları nedeniyle yüksek taban fiyatları politikalarından zarar gördüklerini ortaya koymaktadır. 20 dönümün altındaki işletmelerde buğday pazarlama oranları, bölgeler arasında önemli farklılıklar göstermekle birlikte, tüm bölgelerde yüzde 15’in (Karadeniz, Kuzey Doğu, Orta Kuzey ve Güney Doğu bölgelerinde ise yüzde 5’in) altında çıkmıştır. Toplam buğday üretiminin yüzde 28’inin üretildiği Orta Kuzey Bölgesi’nde bu oran yüzde 4, buğday üretiminin yüzde 19’unu sağlayan Orta Güney Bölgesi’nde yüzde 7, buğday üretiminin yüzde 15’ini sağlayan Marmara (Trakya) Bölgesi’nde ise yüzde 9 dolayındadır. 20-50 dönümlük işletmelerin buğday pazarlama oranları (Akdeniz Bölgesi dışında) tüm bölgelerde yüzde 20’nin altında çıkmıştır. 50 dönümden ve özellikle 100 dönümden büyük topraklardan başlayarak buğday pazarlama oranları yükselmekte ve 1000 dönümden büyük topraklarda bölgelerin çoğunda (Marmara, Ege, Orta Kuzey, Akdeniz, Orta Doğu, Orta Güney) yüzde 75’i aşmaktadır...”

(Oktay Varlıer,Türkiye Tarımında Yapısal Değişme, Teknoloji ve Toprak Bölüşümü, DPT Yayını, Mayıs 1978. s.9)

İşte bu, kapitalist bir ülkedeki her kırsal devrimci çalışmanın en şaşmaz hedefidir, öyle olmalıdır. Burada aslında programatik bir temel sorunun formüle edilişi ile yüzyüzeyiz. Komünist Manifesto’dan beri altı çizilen bir temel sorundur bu. Bunu biz de programımızın ilgili bölümlerinde net bir biçimde formüle edeceğiz. Ve kırdaki tüm çalışmamız yoluyla ve bizzat mücadele içinde güven vererek, emekçi köylülüğe kapitalizm koşullarında durumlarının umutsuzluğunu anlatmaya çalışacağız ve onları, kaderlerini işçi sınıfıyla birleştirmeye, işçi sınıfının sermayeye karşı devrimci iktidar mücadelesini desteklemeye çağıracağız.

Yani biz, bizzat emekçi köylülüğün eylemine önderlik etme çabası içerisinde, ona sürekli olarak; kapitalizm koşulları sürdüğü sürece, burjuvazi egemen kaldığı sürece, sonuç değişmeyecektir, bu koşullarda senin kaderin kaçınılmaz ve acılı bir yıkım olacaktır, deriz. Güç ve sermaye onlarda, karar merkezleri onlarda, bankalar onların elinde, fiyatları saptama mekanizması onların ellerinde; bu böyle olduğu ve böylece sürdüğü sürece, siz emekçi köylüler olarak bütün bu sorunları, bütün bu hak yoksunluklarını, bütün bu baskıyı ve ağır sömürüyü, bu acılı yıkımı kaçınılmaz olarak yaşayacaksınız, deriz. Propagandanın içeriği bu açıdan büyük önem taşıyor. Küçük köylülerin geriye dönük özlemlerini, ya da geçici bir takım kazanımlarla kapitalizmin koşullarında durumlarını iyileştirmeye yönelik umutlarını, böyle bir propaganda içerisinde kırmayı amaçlamak durumundayız.

5. maddeyi geçiyorum, bu madde üzerinde durmak çok gerekli değil. Zira burada sözkonusu olan; “kırda feodalizmin güçlü kalıntılarının bulunduğu”, toprak sorununun henüz çözülmediği, gündemde bir burjuva devrimi ya da ulusal kurtuluş sorununun bulunduğu ülkeler. Nitekim buna o dönemin (yıl 1922) Hindistan’ı ve Türkiye’si örnek veriliyor. Bu tarihsel-toplumsal koşullarla ve buna uygun devrimci görevlerle yüzyüze olan ülkelerde, köylü sorununun ortaya konuluşunda herhangi bir güçlük zaten yoktur. Burada köylü sorunu toprak sorunu ile örtüşür ve çözümünü toprak devrimi mücadelesinde bulur. Bu mücadelenin ulusal kurtuluş boyutu kendini emperyalizmin köleliğinden kurtuluş olarak gösterir, vb.


Komünist partisi için kırsal çalışmada tarım
proletaryasına dayanmak esastır

6. maddeye geçiyorum, madde şöyle başlıyor:

6-Gerçek bir tarım proletaryasının bulunduğu tüm ülkelerde, bu tabaka kırdaki devrimci hareketin en önemli faktörüdür...

Tarım ve Köylü Sorunu üzerine konferansta üzerinde önemle ve net bir tutumla durulan bir sorun bu. Bizim tarımsal alana ilişkin tahlillerimiz ve sonuçları, herşeyden önce tarım proletaryasına karşı görevlerimiz çerçevesinde önem taşıyor. Biz tüm öteki kırsal emekçi sosyal katmanlardan önce, tarım işçileri içerisinde güç olmaya bakarız. Bu tabakayı sanayi proletaryasının kırsal uzantısı olarak kazanmaya ve örgütlemeye çalışırız.

Ve tarım işçilerinin acil taleplerinin formülasyonunda herhangi bir güçlük yoktur. Tarım proleterlerinin çalıştığı tarımsal işletmeler, üretim ilişkisi yönünden temelde kapitalist sanayi işletmeleri gibidir. Bu nedenle biz, sanayi proletaryası için uzun ve kısa dönemli olarak savunduğumuz ne varsa, aynen tarım proleterleri için de savunuruz. Sendika ve örgütlenme hakkı, işgünü sorunu, çalışma koşulları, ücret talepleri ve bütün öteki talepleri, işçi sınıfının korunmasına, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesine ilişkin ne kadar talebimiz varsa (burada kuşkusuz bir eylem programı çerçevesinde konuşuyoruz), bunların hepsini tarım proletaryası için de aynen savunuruz. Ek olarak, tarımsal yaşam koşullarından gelen ek bir takım taleplerimiz olur. Her ülkede tarım işçileri, bizzat devlet mevzuatı yoluyla, iş ve çalışma yasalarıyla, sanayi işçilerinden daha ağır koşullara mahkum edilmişlerdir. Düşünün ki bugünün Türkiye’sinde tarımsal asgari ücret bile sanayi kesimi asgari ücretinden farklıdır. Biz, bu eşitsizliği gideren, artı, kırsal yaşamdan gelen ek sorunlara ilişkin ek talepler savunuruz.

Nitekim maddenin devamında da bütün bunlara o günün koşulları çerçevesinde yeterli açıklıkla işaret edilmiştir:

... Komünist partisi, tarım proletaryasını mücadelelerinde arkasından hançerleyen Sosyal-demokratların tersine, tarım proletaryasının ekonomik, sosyal ve politik durumunu iyileştirmek için giriştiği bütün mücadelelerini destekler, örgütler ve derinleştirir. Kır proletaryasının devrimcileşmesini hızlandırmak ve -onu nihai olarak sömürüden kurtaracak yegane yol olan- proletarya diktatörlüğü için mücadeleye eğitmek için, Komünist partisi, tarım proletaryasını reel ücret artışı mücadelesinde destekler.

Tüm çalışma, barınma ve kültürel koşulların iyileştirilmesi, toplanma, örgütlenme, sendikal hareket oluşturma, grev, basın vb. özgürlüğü, asgari olarak sanayi proletaryasının haklarıyla bir eşitlenme taleplerini destekler.

Yılda ortalama 8 saatlik çalışma günü, iş kazası sigortası, çocukların ücretli emek sömürüsünün yasağı, meslek eğitim olanakların geliştirilmesi vb, asgari olarak proletaryanın sosyal kazanımlarıyla yasal bir eşitlenme.

Söylenenler herhangi bir ek yorum gerektirmeyecek denli açık.

Sonuç olarak, işçi sınıfının korunmasına ilişkin olarak sanayi proletaryası için savunulan önlemler, kırsal alanın kendine özgü durumuna da uyarlanarak, tarım proletaryası için de aynen geçerlidir. Yapmamız gereken şey, bugünün Türkiyesi için tarım proletaryasının bu özgül istemlerini somut olarak belirlemektir.


Tekelci sömürüye ve spekülasyona
karşı mücadele


7- Komünist partisi, köylülerin sosyal bir devrimle bugünkü kölelikten kurtulana değin yoksul ve orta köylülüğün sermaye tarafından her çeşit sömürüsüne karşı ve yoksul köylüleri borç köleliğine zorlayan banker ve tefeci sermayesinin sömürüsüne karşı mücadele eder...

Biz bankalara ve tefecilere olan borçların iptal edilmesini, küçük köylüye faizsiz kredi sağlanmasını savunuruz. Bu talepler gerçekte kapitalizmle kolay kolay bağdaşmayan, kapitalizm kapitalizm olarak kaldığı sürece gerçekleşmesi kolay olmayan, ama uğruna mücadele edildikleri ölçüde, küçük köylülüğü ve hatta hatta yer yer orta köylülüğü kent proletaryasının mücadelesine yaklaştıran bir mahiyet taşıyorlar.

Yine de irdelenmesi gereken sorunlardan biri bu maddede kendini gösteriyor. Genel planda yanlış bir şey yok burada. Ama Engels’in ünlü uyarısı gözetilerek bu soruna yaklaşılmazsa, bunun gerektirdiği dikkat bir yana bırakılırsa, yanlışa belli bir alan da açılır. Engels, “Küçük köylüyü, kendi mülkiyeti içinde koruma girişiminiz, onun özgürlüğünü değil, ama sadece köleliğinin özel biçimini korur; içinde ne yaşayabildiği, ne de ölebildiği bir durumu uzatır.” diyor. Bizim için amaç, küçük köylüyü kendi mülkiyeti içinde güvenceye almak değil, fakat onu yıkıma sürükleyen sürecin çelişkilerinden en iyi biçimde yararlanarak, onun sermaye ile çatışmasını geliştirip güçlendirmek olmalıdır. Bu ise bizi bir kez daha biraz önce de işaret ettiğim asıl amaca bağlıyor. Dördüncü Kongre’nin bu konuda, izlenmesi gereken amaç konusunda, açık ve net bir tutumu var.

Yedinci Kongre’de Polonyalı komünistlerin tarımsal eylem programının istemleri çerçevesinde eleştirildiğini görüyoruz (bkz. ekteki metin -Red.). Eldeki metinlerden eleştirinin kapsamı tam anlaşılamıyor.
Komünist Enternasyonal
7. Kongresi’nde tarımsal eylem programı sorunu


Mücadelemizin bu zaman diliminde, proletaryanın köylüler ve kent küçük-burjuvazisi arasındaki müttefiklerini kazanma çalışmamızın geriliği kendini son derece güçlü bir biçimde hissettirdi.

Gerçi eski sosyal-demokrat partilerin, küçük-burjuva kitlelere tenezzül etmenin proletaryanın şanına aykırı olduğu yollu ilkesel küçümsemesini ve loncavari kibrini alt etmişti. Ama Polonya va Balkan ülkelerini bir kenara bırakırsak, ülkelerin çoğunluğunda komünistler kriz başlamadan önce kentte ve kırda küçük-burjuva kitleler arasında çalışmanın gerekliliği bağlamında yalnızca ilksel kabulden öteye pek geçemediler.

Polonya’da komünistler hem feodal egemenliğin kalıntıları hem de toprağa duyulan açlık yüzünden acı çeken köylülerin ilerici bölümü üzerinde uzun süreden beri önemli bir etkiye sahiptirler. Polonya Komünist Partisi köylü kitleleri uğruna mücadeleyi “Bütün Topraklar Köylülere” sloganı altında yürüttü ve aynı zamanda örneğin “Faşist Hükümete Tek Kuruş Vergi Yok”, “Dağınık Tarlaların Faşist Birleştirilmesine Karşı”, “Kullanım Haklarının Kaldırılmasına Karşı”, “Yol İnşaatı Angaryasına Karşı” (Şarvarka) ve “Çalışarak Ödeme Sistemine Karşı” gibi bir dizi kısmi talepler ileri sürdü. Bu talepler kitleler içinde çok popülerdi, ancak bunlar öz itibarıyla hiç de kısmi talepler olarak değerlendirilemezler. Bunların esas fonksiyonu, köylüleri devlet iktidarı ile doğrudan çatışma noktasına getirmekti. Eğer devrimci kriz başgösterseydi, proletarya mücadele etmek üzere ayağa kalksaydı, o zaman köylü hareketi bu sloganlar altında proletaryaya güçlü bir destek verebilirdi. Ancak Orta Galiçya’daki köylü ayaklanmasından sonra köylü hareketinde bir gerileme kendini gösterdiğinde ve proletarya köylülerin mücadelesine gereken desteği vermediğinde, partinin görevi, ağırlığı en geniş köylü kitlelerini mücadeleye sevk edebilecek kısmi taleplere aktarma olmalıydı.

Komünistler tehdit edici cezalara rağmen köylüler için çalışarak ödeme normlarında ve yol inşaatı angaryasında vb. kısmi kısıtlamalar kabul ettirmek ve böylece köylü kitleleri, aynı şekilde bunların örgütleri üzerindeki etkilerini mücadelenin devamı için korumak amacıyla, çoğunlukla, taktiklerinde yeterince esneklik göstermediler.

Köylülüğün kriz sırasında üzerine çöreklenen yoksulluk yüzünden burjuvaziye sırt çevirmeye başladığı ülkelerde komünistler, yükselmekte olan köylü hareketine, tekelci kapitalizmin köylülüğü yok eden mutlak iktidarına karşı, düşük fiyatlara ve “faşist köleliği”ne karşı tam zamanında mücadele sloganları vermeyi ihmal ettiler.

Haydutça fiyatlar ve tefeci faizleri yüzünden köylü kitlelerin hoşnutsuzluğunun korkunç boyutlara ulaştığı Almanya’da Komünist Partisi 1931 sonbaharında, borçların silinmesinin, dolaylı vergilerin kaldırılmasının, büyük toprak mülkiyetinin mülksüzleştirilmesinin propaganda edildiği ve emekçi köylüler için devlet yardımının talep edildiği köylü yardım programını yayınladı. Bu program temelinde 1931’de eskiden faşistlere bağlı olan bir grup Kuzey Alman köylü önderi, Komünist Partisi’ne yöneldi. Fakat Komünist Partisi, kır için yeterince örgütleyici ve propagandacı kadrosu olmadan, bu programın kırda propagandasını doğru dürüst ele almayı ve böylelikle “tröst ve banka düşmanlığı” demagojilerini bol bol kullanan faşistlerin artan etkisinin karşısına dikilmeyi başaramadı. Köylü henüz eylemleriyle tanımadığı ve daha iktidarda olmayan, ama köylülere tarım fiyatları yükseltme ve kapitalizmi yıkmadan köylülerin kurumlarını düzeltme sözü veren partiye yöneldi.

Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde köylülerin hoşnutsuzluğu tarım ürünlerinin düşük fiyatlarına karşı geniş bir harekete yol açtı. Komünist Partisi ancak büyük bir gecikmeyle, köylü hareketi artık geri çekilmeye başladığında köylülerin taleplerine el attı, aracı tüccarlar ve değirmen sahiplerinin kârlarına karşı çıktı ve böylece köylüler arasındaki etkisini daha da yükseltmenin ön koşulunu yarattı.

(3. Enternasyonal/Faşizm Üzerine Tartışmalar/Belgeler-II, Dönüşüm yayınları, s. 153-155)

İleri sürülen taleplerin “kısmi talepler” değil, daha çok devrimci kriz dönemine uygun düşen ve köylüleri devlet iktidarı ile çatışmaya yöneltmeyi amaçlayan talepler olduğundan sözediliyor. Muhtemelen Polonyalılar öyle talepleri ileri sürüyorlar ki, bunlar bir yanıyla çok güncel talepler, ama öte yanıyla da bunların karşılanması için Polonya’daki büyük burjuvazi ve toprak ağalarının diktatörlüğünün yıkılması gerekiyor. Yani ancak devrimle gerçekleşebilir talepler oluyor bunlar. Ama Polonyalılara yöneltilen eleştiriyle birlikte alternatif olarak getirilen nedir, gerçekten kısmi olan talepler tam ne çerçevede somutlanıyor, eleştiriden bunu anlamak pek mümkün değil.

Biz illa da kısa dönemli olarak gerçekleşebilir talepleri çok özel olarak formüle etmek zorunda değiliz. Kaldı ki bizim için sorun gerçekleşebilirlik sorunu da değil. Eğer formüle edilen talepler yakıcı taleplerse, diyelim ki genel borç yükü köylüyü eziyorsa, tefeci borçları, banka borçları, vb. gibi, biz bu borçların iptal edilmesini, faizleriyle birlikte yok sayılmasını savunuruz. Bunun için mücadele ederiz ve bu yolla köylülerin sistemle çelişkilerini derinleştirmeye, onları egemen sınıfla çatışmaya yöneltmeye çalışırız.

7. maddeye devam edelim: “Aynı şekilde, (komünist partisi) yoksul köylülerin düşük üretim fazlasını ucuz bir fiyata satın alıp, yüksek fiyata şehir proletaryasına satan ticaret ve spekülasyon sermayesine karşı da mücadele eder. Komünist partisi, bu parazit spekülasyon sermayesinin ortadan kaldırılmasını ve küçük köylü kooperatifleri ile şehir proletaryasının tüketim malları kooperatiflerinin doğrudan doğruya birleştirilmesini savunur.

İlgi çekici bir öneri olduğu için, bu son noktaya öncelikle değinmek istiyorum. Küçük köylü kooperatifleri fikri iyi bir fikir. Ama küçük köylülük hiç de öyle küçük köylü kooperatifleri olarak kurmuyorlar kooperatiflerini. Sorun da burada. Küçük köylünün kendi köylü kooperatiflerini kurabilmesi, az-çok devrimci mücadele bilincine ulaşmış olması ile aynı şey demektir. Bu tür kooperatifler genel uygulamada “tarım satış kooperatifleri” olarak kuruluyorlar, küçük, orta ve zengin köylülüğü birarada kapsıyorlar ve kaçınılmaz olarak zengin köylünün denetiminde, onun çıkarlarına göre işleyen bir kolektif kapitalist şirket halini alıyorlar.

Burada sorun “küçük köylü kooperatifleri” üzerinden formüle edildiği için, formülasyon kendi içinde çok kusurlu değil. Zengin köylüyü dışında bırakarak, küçük köylü kendi kooperatiflerini kurabilse elbette mesele kalmaz. Bu durumda, bu örgütlenme emekçi küçük köylünün kendi içinde bir dayanışmasını ifade eder ve sermayenin bunlar üzerindeki basıncını bir parça sınırlayan, spekülasyon ve soygunu bir parça hafifleten bir rol oynar. Ama tekrar ediyorum, küçük köylünün kendi kooperatiflerini böyle kurabilmesi için de bir parça devrimci bilince erişmiş bir sosyal katman olarak hareket edebilmesi lazım. Bu politik olgunluk düzeyini yakalamış bir küçük köylülük ise, zaten önemli ölçüde işçi sınıfının müttefiki olma yolu tutmuş demektir. İleri sürülen bu görüş, özellikle de işçi tüketim kooperatifleri ile küçük köylü üretim kooperatifleri arasında tanımlanan türden ilişkilerin geliştirilmesi düşüncesi, sonraki süreçte, komünist partilerin kırsal emekçilere yönelik çalışmalarında herhangi bir pratik başarı imkanı kazanmış mıdır, bilemiyorum.

Fakat pasajda asıl önemli olan ve pratik bakımdan da daha dikkate değer olan görüş, ilk cümlede söylenenlerde var. Kautsky’nin işçi sınıfı ve köylülük arasındaki “nesnel çelişki” olarak çarpıttığı olgunun gerçekte ne olduğuna burada iyi bir tanım getirilmiş: “Yoksul köylülerin üretim fazlasını ucuz bir fiyata satın alıp, yüksek fiyatla şehir proletaryasına satan ticaret ve spekülasyon sermayesi”.

Tarımsal ürünlerin pahalılığı hiç de küçük ya da orta köylülüğün kendi ürettiği ürünün karşılığını talep etmesinden gelmiyor. Bunun asıl nedeni ticaret ve spekülasyon sermayesinin bu alanda vurduğu vurgun, elde ettiği ölçüsüz rantlardır. Kaldı ki kapitalizm koşullarında kendi ürününün gerçek değeri neyse onu talep etmesi, köylünün en meşru hakkı. Fakat kapitalist piyasada bu böyle oluyor işte. Sermaye tekeli, ticaret tekeli, ulaştırma tekeli büyük burjuvazinin elinde olduğu için, köylünün ürünü ucuza kapatılıyor. Büyük rant fazlası ticari kâr olarak sermayenin cebine akıyor. Burada işçiler de kaybediyor, köylüler de. Bu açıdan ikisinin çıkarlarını birleştiren bir nokta var burada.

Tuna: Öyle olmasa bile, şehirlere ucuza gelse bile, ucuz besin ürünleri sermaye için ücretleri düşürmenin bir zeminidir. Sermaye köylülüğü sömürmesi üzerinden bir de işçi ücretlerini düşürme imkanı buluyor. Bu, olsa olsa sermayenin farklı kesimleri arasında sömürünün paylaşımında bir çatışma konusudur.

Cihan: Bir de işin bu yanı var. Yine de işçinin ücretini belirleyen sınıf mücadelesi oluyor. Köylünün ürününe az veya çok fiyat ödenmesi, burada sonucu çok fazla belirlemiyor.


Buğday taban fiyatları sorunu

Bu konuda örneklemekte yarar gördüğüm şöyle bir sorun var. Bildiğiniz gibi, buğday taban fiyatları ve bunun yükseltilmesine ilişkin bir talep var. Buna daha yakından baktığımızda, ilginç bir durumla yüzyüze kalıyoruz. Ekmek çok temel bir tüketim maddesi olduğu için, bu mesele ayrıca önem taşıyor, şeker pancarına, ayçiçeğine, bir başka ürüne benzemiyor bu. Şeker pancarı, ay çiçeği vb.’nde, köylü kendi topraklarını bu üretime ayırıyor. Yakınlarda bu ürünleri tarımsal girdi olarak kullanan bir fabrika oluyor, örneğin Trakya’da birileri tutup ayçiçeği fabrikası kuruyor, yakındaki köylü de elindeki toprağı ayçiçeği üretimine ayırıyor. Ya da zaten ayçiçeği buralarda üretildiği için bu fabrikalar tercihen buralara kuruluyor. Bununla bağlantılı olarak üretici köylü bu ürünü ekmeye ayrıca teşvik ediliyor, kredi ya da avans veriliyor, sözleşmeler yapılıyor. Köylü tutuyor bütün topraklarını buna ayırıyor ve dolayısıyla bütün geçimi ayçiçeği ya da şeker pancarı satımından elde edeceği gelirle belirleniyor.

Oysa buğday üretimi böyle değil, buğday üretimi yapan küçük köylü bunu ancak kendi geçimi için yapabilir. Küçük köylünün kendi geçiminin fazlası bir buğday üretmesi ve bunu pazara sürmesi nadir bir durumdur. Küçük köylü tarımına uymaz bu, bir kere. Hatta DPT’nin tarımsal ilişkiler konusunda ‘70’li yıllarda yayınladığı bir takım incelemeler, küçük köylünün net bir biçimde tahıl tüketicisi olduğunu, yani kendi ekmek ihtiyacının bir kısmını piyasadan karşıladığını söyler (bkz. ekteki parça -Red.). Pazarlanan tahılın ne kadarının büyük toprak sahipleri tarafından, ne kadarının zengin köylülük tarafından pazarlandığı orada net rakamlarla var. Dolayısıyla, buğday taban fiyatlarının yükseltilmesini istemek, hiç de kırsal emekçilerin çıkarlarını savunmak anlamına gelmiyor. Bu daha çok zengin köylülüğün ve tahıl üreticisi büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını savunmak anlamına geliyor. Doğal olarak biz böyle bir şey savunamayız.

Ceren: Sadece buğday için mi diyorsun?

Cihan: Evet, özellikle buğday için diyorum. Zira buğday temel besin maddesi olarak çok özel bir ürün. Ve küçük köylünün toprak miktarı buğday fazlası üretmeye el vermez. Bu ileri teknikle olur. Buğdayda ya da genel olarak hububatta ileri teknik ise küçük tarlayı değil geniş toprakları gerektirir. Küçük köylü ekebildiği buğdayla ancak kendisini geçindirebilir. Küçük köylünün piyasaya buğday satabildiğini düşünebiliyor musunuz? Köylü şeker pancarı sattığında onun yerine un alıyor, zira ekmek onun en temel besin maddesi. Ve zaten küçük köylüler tahıl ihtiyacı dışındaki ihtiyaçlarını ya tefeci borçlarıyla, ya kısmen çalışarak, ya aileden başka bazı bireylerin işçilik yapması yoluyla elde ettikleri nakit parayla karşılıyorlar. Tarımsal fiyatlar sözkonusu olduğunda, özellikle de tahıl, bu çok önemli bir sorun olarak çıkıyor karşımıza. DPT’ye ait resmi araştırmalar bile bunu tespit ediyor; net bir biçimde, buğday taban fiyatlarıyla ilgili olarak, bunun yüksek tutulmasının zengin köylüye ve büyük toprak sahiplerine yaradığını söylüyor.

Üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir sorun.

7. maddenin devamını okuyorum: “Komünist partisi, tekelci konumunu kullanarak sanayi mallarının fiyatlarını yüksek tutan sanayi sermayesinin sömürüsüne karşı mücadele eder. Dolayısıyla yoksul köylülere ucuz bir fiyat karşılığı üretim araçlarının (suni gübre, makina vb. gibi) sağlanması için mücadele eder.

Tarımsal bir eylem programı çerçevesinde önemli noktalardan biri de bu. Böyle bir talebi doğal olarak savunmamız, bu konuda emekçi köylülerden yana net bir tutum almamız gerekir. Fiyat makası yoluyla tarım girdilerini tekelci fiyatlarla satmak, tarım ürünlerini ucuz fiyatlarla kapatmak -bunlara karşı mücadele edemezsek, zaten köylülüğün mücadelesinde kendimize herhangi bir hareket alanı bulamayız. Salt, iktidar için bizi destekle, iktidara geldiğimizde sana bütün bunları sağlarız diyemeyiz, dersek çatışmanın dışına düşeriz. Kendi başına bu propagandanın köylülük için hiçbir pratik değeri yoktur. Köylülük eylem içerisinde bizi tanımalı ve destekleyebilmelidir. Biz tekelci fiyatlarla satılan tarım girdileri yoluyla köylünün kazıklanmasına karşı çıkmak, bunu teşhir etmek durumundayız.

Bu mücadele nihayetinde çok fazla sonuç veren bir mücadele de değil. Hani köylünün durumunu iyileştiren, böylece onu kapitalizme bağlayan bir mücadele falan da olamıyor. Çünkü tekelci egemenlik sürdüğü sürece, tekelci fiyatlar, tekelci kâr yasası hükmünü icra ediyor. Ama, biz bu soruna tercüman olmakla, köylülüğün desteğini ya da hiç değilse sempatisini elde edebiliriz. Bu mücadele, köylülüğün yaşam koşullarında bir iyileşme yaratırsa, diyelim tekelci fiyatların bir parça sınırlanması, tarımsal ürünlerin bir parça kendi değerinde satılması gibi sonuç yaratırsa, bu gene de iyidir. Çünkü bu, Engels’in, biz bu ticaretin dürüst olmasını isteriz, bunun için gayret de sarf eder, bu konuda küçük köylüden yana oluruz dediği durum kapsamına giriyor. Ve biz bu mücadelede yer aldığımız, bu talebi seslendirdiğimiz ölçüde, emekçi köylünün sempatisini ve desteğini kazanmak imkanını elde ediyoruz.

Vergi sisteminde büyük toprak sahibi lehine yoksul köylüleri tek taraflı yük altında bırakan kapitalist devletin sömürüsüne karşı mücadele. Yoksul köylülere mutlak bir vergi muafiyeti talep ediyoruz.

Bu, 7. maddenin son paragrafını oluşturuyor. Yoksul köylünün vergi kapsamı dışında tutulması istemi son derece makul bir istem. Fakat Türkiye’de tarımda bu tür bir gelir vergisi sistemi yok zaten. Şimdi hazırlanan yeni “Hal Yasası”yla, şununla bununla, tarımsal gelirleri bir biçimde vergilendirmeye çalışıyorlar. Bizde tarımsal kesim çok az, çok sınırlı vergilendirilmiş bir alandır. Hatta bundan tekelci sermaye çevreleri zaman zaman şikayet de ederler, tarımsal gelirlerin vergilendirilmesini isterler.

Ama gerçekte, kırsal alandaki emekçiler vergi yükünü fazlasıyla taşıyorlar, çünkü devletin asıl vergi gelirleri dolaylı vergiler yoluyladır, bundan da köylülük fazlasıyla çekeceğini çekiyor. Köylülüğün kullandığı en temel tüketim maddeleri gazdır, bezdir, tuzdur, benzindir (ki benzin tarımda daha çok zengin köylünün ve büyük toprak sahiplerinin kullanabildiği bir tüketim nesnesi), vb. Tüm bunlar ağır dolaylı vergilere konu olan temel tüketim maddeleridir. Dolayısıyla bizim için bugün önemli olan, köylülük (ve kuşkusuz bu arada tüm halk) üzerindeki asıl vergi yükü olan dolaylı vergilere karşı mücadele etmektir. Ve bunu, kentte olduğu kadar kırda da tüm zengin mülk sahibi tabakaları hedef alan “artan oranlı gelir ve servet vergisi” istemiyle birleştirmektir.

(Devam edecek...)