Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
15 Ocak-15 Şubat
2003
Sayı: 57
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Savaşa karşı etkili bir direniş hattı örelim!
  AKP-YÖK çatışması...
  Yıkıcı emperyalist savaş ve gençlik
  Savaşa değil eğitime/emekçiye bütçe!
  Halkların kardeşliği ve mücadelesi emperyalistlerin oyununu bozacak!
  Rehavet değil devrimci çalışma!
  Ne cephede ne laboratuvarda!..
  YTÜ'de bir dönemin ardından...
  GATS ve paralı eğitim saldırısında son durum
  AB'nin eğitim projesi: Socrates ve gerçekler
  Tarihte gençliğin anti-emperyalist mücadelesi
  Gençlik hareketinin bir yılı
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik hareketinde tasfiyecilik...
  ÖO direnişi yeni şehitlerle sürüyor...
  Nurbay Irmak'a özgürlük!
  Burjuvazinin tarihi: Provokasyanların tarihi!..
  MÜ'de politik faaliyetin zorlukları ve imkanları
  Eylemlerden...
  Dünyadan kısa kısa...
  Milli üniversite komutanı
  Trakya Üniversitesi'nde soruşturma terörü
  Mustafa Suphiler'in idealleri ve mücadelesini...
  Okur mektupları



 
 
Burjuvazinin tarihi: Provokasyonların tarihi!..

Yıl 1978, 3 Eylül; sabahın erken saatleri. Alevilerin oturduğu Ali Baba Mahallesi’nde MHPli faşist komandolar pazarda yaşlı bir adamla torununa saldırıp döverler. Bu olaylar üzerine mağdurların yakınları ve faşistler arasında çatışma çıkar. “Aleviler camileri bombalıyor” sözleri ile tüm şehre yayılacak bir Alevi-Sünni çatışması başlatılıyor ve olayların sonucunda beş kişi öldürülüyordu. Yüze yakın insan da yaralandı. Ayrıca Alevilere ait iş yerleri de saldırıdan nasibini aldı.

Tüm bu yaşananlar 22 Aralık’ta gerçekleştirilecek Maraş olaylarına bir ön hazırlıktı adeta. Bu olaydan üç ay sonra, tarihimizde görülen en büyük provokasyonlardan biri gerçekleştirilecekti. Burjuvazi, faşist tetikçileri ile Maraş’ı kana bulayacaktı. Ayrıca bu olay 12 Eylül askeri darbesine sürüklenişin önemli bir köşe taşı olacaktı.

Her şey faşistler tarafından öldürülen TÖB-DER’e üye öğretmenin cenazesinin kaldırılması sırasında başladı. Cenazeyi törenle kaldırmak isteyenlere MHP’li faşist teröristler engel olmaya çalışınca çatışma çıktı. Üç kişi bu çatışmada öldü. Otuz dokuz kişi de olaylar sırasında çeşitli yerlerinden yaralandılar. Bu sırada Şeyh Şamil filminin oynadığı sinemaya bomba ihbarı yapılarak fitil ateşlenmiş oldu. “Komünistler sinemaya bomba attı”, “Ölen öğretmen Allah’a küfür etti.” söylentileri bir anda tüm şehre yayıldı.
Cenazede yaşananlar ve söylentiler üzerine hemen önlemler alınmaya başlandı. “Seçici-geçirgen” bir sokağa çıkma yasağı konuldu. Sokağa çıkma yasağının dışında bırakılan faşistler ise bıçakları, baltaları, uzun namlulu silahları ve Amerikan yapımı, ordu malı patlayıcılar ile sokaktaydılar. Yüzlerce faşist, sokağa çıkma yasağını koyan asker ve polislerin arasından geçerek evlerine hapsedilmiş insanlara yöneldiler. Önceden belirlenip işaretlenen evleri basan bu eli kanlı katil sürüsü çoluk çocuk yaşlı genç herkesi katletmeye başladı. Bu katliamı yaparken de “Müslüman Türkiye! Ordu millet el ele!” sloganları yükseliyordu. Attıkları sloganlar katliamın kim tarafından organize edildiğinin canlı göstergesiydi.

Yaklaşık yüz kişinin öldürülmesinden sonra sıkıyönetim ilan edildi. 19 Ocak 1979’da yapılan sıkı yönetim toplantısında “Sıkıyönetim ilan edilen 13 ilin 10’unda ölümle biten olay yok” sözü ile ordunun söylemek istediği şey açıktı. “Olaysız bir ülkenin tek alternatifi biziz.”

Maraş sadece bir örnek

Yukarıda anlatılan Maraş katliamı konumuza girmek için yeterli açıklığı oluşturmuş durumda. Hatta bugün belgeler ve tanıklara dayanarak Şeyh Şamil filminin oynadığı ve ülkücü faşistlerin rağbet gösterdiği sinemaya bombanın bizzat bir ülkücü tarafından atıldığı ispatlanmış durumda. Yine Maraş olaylarına benzer bir şekilde 3-9 Temmuz 1980 tarihinde bu tipte bir olay Çorum’da yaşanmıştır. İleriki süreçte bu tipte provokasyonlar ve planlı katliamlar 12 Eylül askeri darbesinin temel dayanağı yapılacaktır.

“Yüksek çıkarlar” ve devlet

Maraş’ta, Sivas’ta ya da Gazi mahallesinde yaşananlar hep aynı şekilde sonuçlanmış ve her provokasyon devlete istediği terör ortamını yaratmıştır. Devlet elbette bu işleri açıktan yapamaz. Kimi zaman saklanma ihtiyacı duyar. Bu tarzda gayri hukuki ve hatta gayrı meşru şeyleri yaparken; devlet, kendini “yüksek çıkar” maskesi altına gizler ve böylece kendini temize çıkarmış olur. Öyle ya devletin yüksek çıkarları söz konusu olduğunda kim bu durumu sorgulayabilir ki(!) Hatta bazen devlet çeşitli bakanlıkları yoluyla nasıl bir acizlik içinde olduğunu ve bu sorgulamayı yapanlara karşı nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu göstermiştir. 2000 yılında başlayan destansı direnişin sonrasında yapılan katliama ve Ölüm Oruçlarına ilişkin sorulardan birine, hatırlayalım devlet bakanı nasıl cevap vermişti. “Devleti zor durumda bırakacak sorular sormayın”.

İşte bu gibi durumlarda devletin yüksek çıkarları söz konusudur. Sermaye devleti yukarıdaki örnekte olduğu gibi o kadar çürümüştür ki, bu tip provokasyon ve uygulamalar olmaksızın ayakta duramaz. Devletin el altından organize ettiği bu tip provokasyonlar ve katliamlar ise “Örtülü ödenek” adı verilen bir ödenekten finanse edilir. Kimse de buradan nereye para gidiyor diye soramaz. Adı üstünde “örtülü”dür bu ödenek. Çürümüşlük, kokuşmuşluk ve aczin örtüsüdür söz konusu olan.

Burada kilit nokta, uğruna katliamlar yapılan bu “yüksek çıkarlar”ın ne anlama geldiğidir. İşçilerin, emekçilerin ve gençliğin çıkarı mıdır burada söz konusu olan? Kapitalist bir toplumda işçilerin ve emekçilerin yararına çalışan bir devletten bahsetmek mümkün değildir. Devlet bir sınıfın bir başka sınıf tarafından sömürülmesinin ve sistematik biçimde ezilmesinin garantörü olduğuna göre, buradaki yüksek çıkar tamı tamına burjuvazinin çıkarıdır. İşte bu nedenden dolayı yukarıda bahsi geçen katliamların failleri, daha önceki bir çok olayda olduğu gibi, yakalanmamıştır. Çünkü olayın gerçekten sorgulanması demek, katil devletin hüküm giymesi demektir. Hiçbir burjuva devlet kendi kendini mahkum etmez.

Tüm bu olaylardan sıyrılıp günümüze geldiğimizde çok farklı bir ortam yaşamıyoruz. Çetelerin mecliste, çeteleri protesto eden öğrencilerin ise hapiste olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bizler uyduruk sebeplerden cezaevine atılmaya, katliamlara maruz kalmaya hiç de yabancı değiliz. 19 Aralık katliamını yapanların yargılanması gerekirken, sonuçta katliama maruz kalanların yargılanması aslında bir çok şeyi de ispatlıyor. Kendi kurumlarında bile kendi suçu tespit edilenlerin yargılanmaması burjuva adaletinin sınırlarını göstermek açısından çok çarpıcı. Alın size burjuva adaleti! Onların adaleti zaten mülkün temelidir, eşitlik ve özgürlüğün değil elbet.

Sermaye kendi kanunlarını hiçe sayıyor

Fakat sermaye devleti bazen kendisinin bile kılıf uyduramayacağı işler yapıyor. Devletin yıllarca Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşta da bu ölçüsüzlüğünü görebiliyoruz. Zira savaş döneminde yüzlerce insanın faili meçhul bir şekilde katledilmesini kendi hukuku içinde bile açıklayamaz. Sermaye devletinin zorlandığı her dönemde, provokasyonlar onun en büyük destekçisi olmuştur. Kürdistan’da gerilla giysili özel tim elemanlarının düzenlediği katliamlar PKK üzerine yıkılmıştır. Bu konuda itirafçılardan özellikle yardım alan sermaye devletinin o dönemki provokasyonlarından açığa çıkarılanlardan birkaçı şunlardır.

Kürt halkına yönelik provokasyonlar

11 Haziran 1990’da Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi Çevrimli köyüne baskın. 27 kişi öldürüldü.

2 Aralık 1992’de Mardin ili Kızıltepe ilçesinin Hakverdi köyünde 7 kişi kurşuna dizildi.

19 Temmuz 1993 Van Bahçesaray ilçesi Sündüz Yaylası’na baskın. 14’ü çocuk, 9’u kadın olmak üzere 24 göçer kurşuna dizilmiş, çadırlar da ateşe verilmiştir.

14 Ocak 1996’da Güçlükonak’ta 11 yolcusuyla bir dolmuş ateşe verilmiştir.

1 Ekim 1996’da Hantepe de 4 öğretmenin öldürüldü.

Türkiye tarihinde gerçekleşen bazı katliam ve
provokasyonlardan örnekler:

12 Ağustos 1968: “Komünizmi sindirme” namazından önce İzmir’de bir cami bombalandı.

9 Temmuz 1968: Kayseri de Türk Kültür Derneği, Sümer Örnekevler Cami, Mimar Sinan Cami ve imam-hatipte patlamalar meydana geldi. TÖS’ün kongresi “Komünistler camileri bombalıyor!” diye binlerce kişi tarafından basıldı. Birçok ilerici kurum ve kuruluşa saldırı düzenlendi. Bir AP milletvekili, “Moskof uşaklarını köpek gibi geberteceğiz!” dedi.

23 Mayıs 1970: Faşistler SBF’de Prof. Muammer Aksoy’un odasını basarak bir öğrenciyi öldürdü.

5 Mart 1971: Faşist çeteler Ceyhan’da dehşet saçtı.

9 Şubat 1975: Elazığ’da faşizmi protesto mitingine katılan 3 bin kişiye onları kat kat aşan bir gerici kitle saldırdı.

24 Şubat 1975: Erzincan’da faşistler birçok yere baskın yaptı.

16 Mart 1978: Beyazıt’ta yedi TİP’li öğrenci üzerlerine atılan bomba ile katledildi.

24 Aralık 1978: Maraş katliamı...

3 Temmuz 1980: Çorum’da faşistler şehri kana buladı. Üç ölü, on dört yaralı.

12 Temmuz 1980: Fatsa’da büyük arama yapıldı.

2 Temmuz 1993: Sivas’ta Madımak oteli ateşe verildi. Otuz yedi aydın sanatçı hayatını kaybetti.

1992: Newroz’da halkın üstüne ateş açıldı.

12 Mart 1995: Gazi olayları.

8 Ocak 1996: Gazeteci Metin Göktepe dövülerek öldürüldü.

1 Mayıs 1996: Söğütlüçeşme de ateş açılması sonucu 2 kişi öldü. 4 kişi yaralandı. Ardından Altıyol Kuşdili Caddesi’nde beş kişi kurşunlandı. Son olarak meydanda 1 kişi Ziraat Bankası çatısındaki özel timler tarafından katledildi.

Sermayenin her zaman kullandığı kirli yöntem: Provokasyon...

“ABD birliklerinden biri Kızılderililer için çıkar zorunlu ikamet yasası nedeniyle bir rezervuara zorunlu göçle görevlendirilir. ABD birliği kabileyi önce silahsızlandırmaya girişir. 300 kişilik kabilede av için kullanılan birkaç tüfek vardır. Kızılderililerden biri silahını vermek istemez, ona çok para verdiğini söylemektedir. ABD birliği önce tabancalarıyla, sonra ise tepedeki iki Hotekins topuyla katliama başlar. Kızılderililer bıçaklarıyla cevap verirler. Bir saat içinde kabilede 120 kişi sağ kalmıştır. ABD resmi tarihi bu katliamı “yaralı bir savaşçı” olarak yazacak kadar utançtan yoksundur.

(...)

“ABD askerleri Vietnam’da bir köyde çocuklara aşı yaparlar. Vietnam köylüleri o güne kadar tecavüz, ölüm, yıkım dışında bir şey görmedikleri ABD uygulamasına karşı çocuklarının kollarını keserler. Çünkü askerlerin çocuklarına ne yaptıklarını bilmemektedirler. (...)”*

“1 Eylül gece yarısı: Bir grup özel eğitilmiş Alman askeri Almanya-Polonya sınırını geçiyor. Üzerlerinde Polonya üniforması olan bu Alman birliği, Polonya toprakları üzerinden Alman sınır karakollarına ateş ediyor.

“1 Eylül Saat 4.30: Sabaha karşı Nazi orduları haftalardır yaptıkları hazırlıkların sonucu olarak havadan ve karadan binlerce uçak, tank ve yüz binlerce askerle Polonya sınırını geçiyorlar. “Beyaz Duvar” harekatı başlıyor.

“1 Eylül Saat 14.00 suları: Hitler meydandan halka konuşuyor. “Polonya ordusu bir süredir Alman sınırını sürekli ihlal etmekte ve saldırılar düzenlemekteydi. Bugün sabah 4.30 dan beri biz de onlara artık ateşle karşılık veriyoruz. (...)”**

Provokasyonları ve katliamları onları,
devrimin ateşinde yanmaktan kurtaramayacak!

Kendini dünyadaki tek geçerli sistem olarak ilan eden emperyalist kapitalist sistemin her geçen gün çürüdüğü ve kendini sürdürebilmek için yüzlerce oyun ve hileye başvurması gerektiği açıktır. Burjuva devlet cephesinden kendi egemenliğini sürdürmek için her yol mübahtır. Yapısal olarak bu kadar çelişki içeren ve işleyişini sömürüye dayandıran bir sistemin ayakta kalması ancak yalanlar, komplolar ve provokasyonlar ile olabilir. Üzerinde dolaşan “komünizm hayaleti” burjuvazinin uykularını kaçırmaya yetmektedir. Oda bu korkuyla devrimcilere saldırırken daha da pervasızlaşmaktadır.

Ancak unutmayalım ki “Rüzgar eken fırtına biçer.” Hiçbir oyunu ve baskısı burjuvaziyi devrimin ateşinden yanmaktan kurtaramayacaktır. Zafer öncü partisiyle birleşen proletaryanın olacak, burjuvazi ise tüm kirli geçmişiyle tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.

* Ümit Altıntaş, Savaş Üzerine Notlar I
** Ümit Altıntaş, Savaş Üzerine Notlar II
Kaynakça: Türkiye’de Darbeler ve Provokasyonlar, Öteki Yayınevi.

A. Irmak