Yıkıcı emperyalist savaş ve gençlik
Emperyalistler arasındaki rekabet ve çatışmanın yoğunlaştığı ve giderek kızıştığı bir dönemden geçiyoruz. İktisadi krizlerine çözüm bulmak için dünyanın her yerinde amansız bir mücadeleye girişen emperyalist haydutlar, son on yıldır bu çabalarını daha da artırmış durumdalar. Sovyetler Birliğinin varlığı koşullarında bu ülkeye karşı nispeten bir ittifak halinde hareket eden kapitalist-emperyalist ülkeler, 89 çöküşünden sonra kendilerini sınırlayan bu zincirlerinden kurtulmuş oldular. Emperyalist bloklaşmanın daha da belirginleştiği bu dönemde dünya halklarına dönük saldırganlığın da önü açıldı.
ABDnin başını çektiği emperyalist bloğun Ortadoğuya yönelmesi, hem buranın zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip olması, hem de coğrafi konumunun sağladığı ulaşım olanakları üzerindendi. Ortadoğuya egemen olmayı başaran bir emperyalist ülke, dünya petrol rezervlerinin %65inin ve gaz rezervlerinin %36sının kontrolünü elinde bulundurmuş olurdu. Bu yüzden de bu bölge tarih boyunca emperyalistlerin açık müdahalesine maruz kaldı.
ABDnin 11 Eylül sonrasında Afganistanla başlattığı ve Irakla sürdüreceği operasyonlar zinciri, bu emperyalist ülkenin, kendi iktisadi sıkışmışlığını bir parça olsun giderebilmek ve dünya lideri konumunu sürdürebilmek niyeti üzerinden şekillenmiştir. Silah ve petrol tekellerinin seçimiyle başa getirilen Bush, ilk elden ekonomik krizini silah sanayisi ve petrol ticareti üzerinden aşma yoluna gitti.
Eğer savaş ABDnin istediği şekilde sonuçlanırsa büyük bir petrol rezervini kullanarak 70lerden beri kendisini sürekli huzursuz eden OPECi (Uluslararası Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) de işlevsiz kılabilecektir. Bunun yanısıra petrol fiyatlarıyla oynayarak Rusyanın petrol gelirlerini, dolayısıyla ekonomik dinamiklerini denetleyebilecektir. Ayrıca Hazar ve Ortadoğu petrollerini kontrol ederek, bugün Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerinin özellikle Çin, Japonya ve Almanyanın yeni bir güç olma yolundaki siyasi çıkışlarını engelleyebilecektir.
Irakta savaşı kazanması halinde ABD, orta güçte bir devleti ufak bir maliyetle ezerek müslüman dünyasındaki diğer devletlere ve 11 Eylülle kontrolden çıktığını düşündüğü kökten dinci akımlara gözdağı vermiş olacak. Ayrıca demokrasi ihraç edeceğini söyleyen ABD, Saddamdan sonra bir generalin kontrolünde kuracağı askeri valilikle Irak halkına daha çok baskı ve zulüm uygulayacak. Amerikanın tarihi onun demokrasi değil, ama faşist diktatörlükler ihraç edebileceğinin örnekleriyle doludur. Bunun yanısıra savaştaki silah ve cephane tüketimi silah sanayisine yeni talep yaratırken, halkların üstüne ölüm kusan yeni yeni silahların test edilmesine olanak sağlanacak. Tüm bunlarla ABD, hakimiyetini sürdürmek, diğer bir rakip gücün yükselişini engellemek ve uuslararası güvenlik düzenini Amerikan çıkarlarına uygun olarak şekillendirmek istemektedir.
Savaşın etkileyeceği bir diğer bölge ise hala direnişte olan Filistin olacak. Bu direnişi ezmek, onursuz bir barış antlaşmasını kabule zorlamak amacıyla saldırganlığını günden güne arttıran siyonist İsrail yönetimi, Amerikan emperyalizmi tarafından Ortadoğuda estirilen savaş rüzgarlarıyla beraber, aradığı ortamı bulmuş oldu. Olası savaş durumunda geçmişten beri ulaşmak istedikleri Araplardan arınmış Filistin düşünü gerçekleştirmek için katliamlara hız verecek olan Şaron yönetimi, savaşın bir an önce başlaması için çağrılar yapıp duruyor. Buna yönelik bir açıklama da İsrail Dışişleri Bakanı Netanyahudan geldi. ABDnin yaklaşan operasyonu bizim için fırsat olabilir diyen Netanyahu, bu fırsattan kastının Suriye, Lübnan gibi ülkelere saldırmak ve diğer yandan da Filistinde siyonistlerle işbirli¤i yapacak bir yönetimi işbaşına geçirmek olduğunu gizlemiyor.
Savaşın Türkiye üzerindeki sonuçları ise tam bir yıkım ve halklar arasında oluşturulacak düşmanlıkla kendini gösterecektir. Türk egemenleri yaklaşan savaş tehdidi karşısında Türk şovenizmini kaşımaya devam etmekte, oluşturulan milliyetçi dalga altında insanların gözlerini savaşın vahşetine karşı körleştirmektedirler. Medyanın da son zamanlarda savaş kışkırtıcılığı ve Kürt düşmanlığı üzerine şekillenen tutumu bu amaca hizmet etmektedir.
Savaşın iktisadi açıdan ekonomiye getireceği ek yük uzun vadede 150 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır. Bu ağır faturayı ödetmek için işbirlikçi iktidar şimdiden bir dizi önlem aldı. Eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim ve altyapı sektörlerinin büyük bir kısmında özelleştirmelerin hızlandırılmasını düşünen hükümet, yeni iş yasası ile esnek üretimin yasalaşması ve kıdem tazminatının kaldırılması gibi birçok uygulama ile faturanın işçi ve emekçilere çıkarılacağını gösteriyor. Ayrıca savaş zamları, savaş vergileri, sıfır ücret artışları, geniş işten atmalar ve sınıfa her türlü saldırının önünün açılması yine beklenen gelişmeler arasında. Bu cephede işin nasıl bir seyir izleyeceğini bilmek için Körfez krizi döneminde yalnızca fabrikalarda 300 bin işçinin işine son verildiğini hatırlamak yeterli lacaktır.
Savaş bunların yanısıra oluşturulan olağanüstü devlet terörü ve baskı rejimi ile grev, gösteri ve yürüyüşlerin yasaklanması ve şu anki hak ve özgürlük kırıntılarının dahi elimizden alınmasına neden olacaktır. Yoksulluğu had safhaya çıkaracak savaş, onca insanın ölümüyle belki de tarihin en kanlı operasyonlarından biri olacaktır.
Olası bir savaşta cepheye sürülecek ve kardeş bir halkı katletmesi istenecek kesim yine gençlik olacaktır. Ayrıca oluşturulan baskı ve terör koşullarından üniversiteler de nasibini alacak, savaşın faturası eğitimin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi saldırıları üzerinden yine öğrenci gençliğe yüklenecektir. Geçen seneki tepkiden ve yoğunluktan kaynaklı onaylanması ertelenen YÖK yasa tasarısı, savaşın baskıcı atmosferinde kolaylıkla meclisten geçirilecektir. Herbirinin son günlerdeki tartışmalarda demokrasi havarisi kesildiği YÖK ve MEBin niyetlerinin aslında hiç de demokratik üniversite yaratmak olmadığı açığa çıkacak ve bu kurumların, savaşın kanlı destekçileri rektörler aracılığıyla, muhalif öğrencilere karşı açtıkları soruşturmalar artarak devam edecek.
Tüm bunların yanında, savaş koşullarının, ülkelerde devrimci süreçlerin yaşandığı politik ortamlar doğmasına sebep olabildiğini bize tarih göstermektedir. Savaş, kitlelerin yoksullaşmasını ve yıkımını arttırdığı oranda, farklı çözüm arayışlarına yönelmelerini zorlayacaktır. Gençliğin politikleştiği bu hareketli süreci olabildiğince verimli kullanmalı, her alanda yapılacak emperyalist savaş karşıtı platformlarda yer almalı ve gençliğin bilinç düzeyini bir ileriki noktaya sosyalizme, çekmeye çalışmalıyız.
Amerikan askeri olmayacağız!
Kahrolsun emperyalizm, yaşasın halkların kardeşliği!
|