Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
15 Ocak-15 Şubat
2003
Sayı: 57
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Savaşa karşı etkili bir direniş hattı örelim!
  AKP-YÖK çatışması...
  Yıkıcı emperyalist savaş ve gençlik
  Savaşa değil eğitime/emekçiye bütçe!
  Halkların kardeşliği ve mücadelesi emperyalistlerin oyununu bozacak!
  Rehavet değil devrimci çalışma!
  Ne cephede ne laboratuvarda!..
  YTÜ'de bir dönemin ardından...
  GATS ve paralı eğitim saldırısında son durum
  AB'nin eğitim projesi: Socrates ve gerçekler
  Tarihte gençliğin anti-emperyalist mücadelesi
  Gençlik hareketinin bir yılı
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik hareketinde tasfiyecilik...
  ÖO direnişi yeni şehitlerle sürüyor...
  Nurbay Irmak'a özgürlük!
  Burjuvazinin tarihi: Provokasyanların tarihi!..
  MÜ'de politik faaliyetin zorlukları ve imkanları
  Eylemlerden...
  Dünyadan kısa kısa...
  Milli üniversite komutanı
  Trakya Üniversitesi'nde soruşturma terörü
  Mustafa Suphiler'in idealleri ve mücadelesini...
  Okur mektupları



 
 
Gençlik hareketinin sorunları...

Gençlik grupları ve gençlik örgütlenmesi

Gençlik örgütlenmesinin sorunlarını tartışırken öncelikle gençliğin güncel durumu üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü hedefimiz gençliği örgütlemektir. Onu duyarlılık alanları, ilgileri, yaşamı algılayışı, bizim sorunumuzun temel tartışma noktalarını oluşturmaktadır.

Ancak gençliği tartışırken bir bütün olarak gençlikten bahsetmemiz de mümkün değildir. Burada muhatabımız öğrenci gençlik kitlesi, daha da darlaştırırsak üniversiteli gençlik kitlesi olsa bile yine de böyle bir bütünlükten bahsedemeyiz. Gerek toplumsal konumları, gerek yaşamı algılayışlarıyla üniversiteli gençlik kitlesi farklı kesimlerden oluşmaktadır. Lenin’in öğrenci gençliği konu alan temel önemde bir makalesinde belirttiği gibi, üniversiteli gençlik içinde sınıflı toplumun yapısı büyük oranda yansımaktadır.

Üniversiteli gençlik içerisindeki bir takım gruplar, sınıflar mücadelesi içerisinde, izdüşümleri oldukları toplumsal kesimlerle benzer bir siyasal tutuma ve konuma sahiptirler. Elbette bu benzerlik üniversitedeki “üretim ilişkilerinden” (!) değil, topluma egemen üretim ilişkilerinin yarattığı sınıfsal konumlardan, bunların farklı sınıflardan gelen üniversite gençliğine de yansımasından ileri gelmektedir.

Bu nedenle üniversiteli gençlik kitlesi için belli sınıflamalar yapmak durumundayız. Özellikle metropol üniversitelerinde okuyan burjuva sınıfa mensup öğrenci kitlesi burada tartışmamız dışındadır. Orta ya da küçük-burjuva kesimlere mensup öğrenci kitlesi ise yarı-aydın politik duyarlılıklarıyla hareket ettikleri oranda ilgimizi çekmektedir. Son olarak, emekçi sınıflardan gelme öğrenciler gençlik örgütlenmesinin temel unsurları ve hedef kitlesidir.

Ancak yaptığımız bu sınıflama tartışmamız açısından yeterli değildir. Üniversiteli gençliğin emekçi sınıflardan gelme kesimlerini bir de “yaşamı algılayışları” ile ele almak gerekecek. Tabii bunu yaparken belli ayrıntılara takılmayacağız. Çünkü ayrıntılı bir bakışla gençliği onlarca tabakaya ayırabiliriz. Biz burada şöyle bir yaklaşım üzerinden hareket edeceğiz:

- Burjuva ideolojisinin ciddi etkilerini taşıyan genel gençlik kitlesi

- Belli bir ilericiliğe sahip olmakla birlikte “alternatif” arayışlarının sonuçsuz kaldığını düşünen ileri gençlik kitlesi

- “Alternatif”i sosyalizmde arayan reformist, devrimci, komünist yapılarda örgütlü genel olarak solcu bir kimlik taşıyan öğrenci kitlesi

Yaptığımız bu sıralama aynı zamanda bu tabakaların nicel büyüklüğü ile de doğru orantılıdır.

Genel gençlik kitlesi

Düzenin gençliğe dair bakışının bir sonucu olarak sürdürülen yozlaştırma saldırısını derinden yaşayan genel gençlik kitlesi belki de yıllardan beri ilk kez bu ölçülerde politikleşmiş durumdadır. Birbiri ardı sıra gelişen siyasi ve iktisadi krizler gençliğin bu kesimini de etkisi altına almış, sınırlı da olsa onları belli politik tartışmalara sevk etmiştir. Ancak genel olarak yaşanan toplumsal hafıza kaybı veya bir başka deyişle bir balığı andıran hafızası nedeniyle, gençlik halen gelişmeleri doğru bir biçimde yorumlamakta büyük güçlük çekmektedir. Ekonomi bölümü öğrencilerinin Kasım ve Şubat krizlerini yorumlarken sahip oldukları sığ düşünceler bu olguya şaşkınlık verici bir veri sayılabilir. Herşeye karşın bu yaşananlar olumludur. Devrimcilerin genel gençlik kitlesi ile tıkanan iletişim kanallarının böylelikle yeniden a¸ılabileceği bir döneme giriyoruz.

Tüm bu iyi gelişmelere karşın gençlik derin bir yozlaşma ve çürüme yaşıyor. Yaygın umutsuzlukla bir süre sonra ilerici rolünü yitiriyor. Geleceğe bağlanan umutların tükenmesiyle bananecilik de artıyor. Alternatifsiz kalan gençlik yığınları kişiliksiz, sinmiş, çıkarcı bir yaşamı “tercih” ediyorlar. Düzenle kurdukları bağlar güvensizlik nedeniyle incelse de bu bağlardan milyonlarcasına sahip olan gençlik yığınları için düzen karşısında tutum almak güç görünüyor.

İleri gençlik kitlesi

Bu kesim geniş bir gençlik örgütlenmesinin gerçekleşebilmesi için harekete geçmesi/geçirilmesi gereken, safları oldukça kalabalık bir gençlik bölüğünü ifade ediyor. Bu nedenle bu kesimin içinde bulunduğu durum bizi özel olarak ilgilendiriyor. İleri gençlik kitlesinden bahsederken değinilmesi gereken temel noktalardan birisi bu kesimin büyük bir bölümünün bir takım gençlik örgütlenmelerinde bir dönem çalışan, çevresinde duran ya da etkinliklerine katılan öğrencilerden oluştuğu gerçeğidir. 1 Mayıslar’da, büyük emekçi mitinglerinde, 6 Kasımlar’da tüm gövdesiyle ortaya çıkan bu gençlik kesiminin “alternatif” arayışı aslında sürmektedir.

Elbette burjuva düzen gençlik üzerindeki dejenerasyonu bu kesimi de etkilemekte, onların giderek bu eylem ve etkinliklere de katılmaktan geri durmalarını sağlamaktadır. Tek başına bu dejenerasyon değil, bir dönem içinde yeraldıkları hareketlerin hatalı, zaaflı tutumları ya da hareketliliğin engellenemez dibe vuruşunu sadece izleyebilmiş olmaları gerçeği de bu kesimin örgütlülükten uzak durmasında önemli bir etkendir. Böyle bir sürece katılmış her genç mutlaka sosyalizm “düş”ünden etkilenmiş, dahası ona inanmış, ancak yaşadıkları üzerinden bunun hoş bir ütopya olduğu kanaatine varmıştır. Değilse, sosyalizm için mücadele etmenin getirdiği bedelleri ödeyememek, bir dönüşüm sağlayamamak onu mücadelenin dışına itmiştir.

Elbette bu kesimin tümü örgütlülüklerin “döküntülerinden” oluşmuyor. Üniversiteye henüz gelmiş öğrenciler genel toplumsal-siyasal gelişmelerden etkilenmektedirler. Bu etkilenme onları bir şeyler yapmaya doğru itmektedir de. Ancak karşı taraftan esen büyük faşist dalga, baskı ve toplumsal muhalefeti ezmeye dönük uygulamalar onları geriye itmektedir. Kendilerini bu güçlü dalga karşısında kuvvetli hissedebilecekleri bir örgütlülüğün yaratılamamış olması; daha da kötüsü, yer almayı düşündükleri örgütlülüklerin düşünsel veya örgütsel darlıkları, onları aktif mücadelenin dışına itmektedir.

Yapılması gereken; ihtiyaç duyulan “alternatifi” yaratabilmektir. Elbette bu alternatif onlarla birlikte yaratılacaktır. Önemli olan bir yerden, doğru bir noktadan işe başlamaktır. Gençlik hareketinin çıkarları için doğru bir tarzda çalışılabildiği ölçüde gençliğin bu kesiminin daha ileri unsurlarının mücadeleye katılabildikleri görülmektedir. Hatta her türlü örgütlenmenin gençliğin bu kesiminden beslenebildiği yerde, doğru yöntemin hedefine ulaşmaması için hiçbir neden yoktur.

Bu son değerlendirmeyi yaparken kaygımız çubuğu özneye bükmektir. Bugün ihtiyaç budur. Ancak bilinmelidir ki, öğrenci gençlik hareketinin her ne kadar kendine özgü dinamikleri olsa da, tutarlı ve sürekli bir mücadeleyi ancak işçi sınıfının önderliğinde gerçekleştirebilir. Özellikle de günümüz koşullarında, toplumsal muhalefet dinamiklerinin tam bir suskunluk yaşadığı bir dönemde öğrenci gençlik hareketinin işçi sınıfının açacağı yola daha büyük bir ihtiyaç duyduğu açıktır. Öğrenci hareketi de buna açıktır. Uzağa gitmeye gerek yok; yakın dönemin işçi-emekçi eylemlerine gençliğin katılımı oldukça yüksektir. Gençliğin siyasal süreçleri dikkatle takip eden bu kesimleri sınıf hareketine büyük bir yakın.k duymakta ve onu ilgiyle izlemektedirler.

Örgütlü gençlik kitlesi

Gençliğin bu kesimi için geniş bir değerlendirme yapmaya gerek yok. Gençlik örgütlenmesinin sorunlarını ilerde yakından tartışmaya başladığımızda göreceğiz ki, sorunun bir parçasını da gençliğin bu kesimi oluşturuyor. Gençliğin bu kesimi birbirinden farklı yapılara sahiptir. Ancak genel olarak şunlar söylenebilir.

Gençliğe ilişkin tartışmalarda bu kesim için aydın/yarı-aydın tanımlamasının kullanılmasına karşın, bu kesimde “okumamak” yaygın bir eğilim olarak ciddi bir problemdir. Bunun oldukça farklı nedenleri var. Ancak ortaya çıkan sonuç gerçekten vahimdir. Devrimci teoriye olan ilgisizlik hat safhadadır. Kendine “aydın” yetiştirme misyonunu yükleyen SİP-TKP gibi bir öğrenci partisi için bile durum aşağı yukar. budur. Sonuç; yaygın kanının aksine bugünün solcuları pek de okumuyorlar!

Yaşanan örgütsel darlık, bilinç eksikliği, doğru bir politik yönlendirmeden yoksunluk, ortak kişilik yapısı gibi nedenleri olabilecek bir başka sonuç da; gençliğin ileri kesimleri dahil olmak üzere, genel gençlik kitlesine karşı ilgisizlik, umarsızlık ve bir süre sonra nefrete dönüşebilecek önyargıdır. Artan baskının illa karşılık bulması gerektiğine dair tamamen bilimdışı ancak içgüdüsel inancın bir sonucu da olabilecek bu durum, örgütlülüklerle genel öğrenci kitlesinin arasını daha da açmaktadır. Birkaç kere denenen “kitlelere gitme” deneyiminin olumsuz sonuçları çabuk yorulmalara, kolaycı anlayış ve pratiklere yol açmaktadır.

Sonuç tembellik içinde bir bekleyiştir. Yapılan afişlerdeki, dağıtılan bildirilerdeki çağrılara kulak asmayan gençlik lanetlenir. Ele geçirilen bazı sınırlı olanaklar da bu güdük anlayış nedeniyle heba edilir. Özellikle dar örgütlenmeler bir süre sonra kapalı devre küçük-burjuva bir yaşam alanı oluştururlar. Bu yaşama müdahale etmeye kalkınca da tutuculaşırlar.

Bu bakış ve pratiğin tersi bakış ve pratikler ise sonuç alıcıdır. Gerçek ve sürekli “kitle çalışması” sonuç alır. Birçok örnek verilebilir. Daha sonra ayrıntılı olarak tartışılacağı için bu konuyu şimdilik geçiyoruz.

Gençliği örgütleyeceklerin pratiği

Genel olarak örgütlenecekler üzerinde durduk. Şimdi devrimci bir gençlik hareketi yaratma iddiasına sahip olanlara bakalım. Kitlesel devrimci bir gençlik hareketi yaratabilmek, bu hareketin temel sorunlarından olan örgütlülük sorununu açıklığa kavuşturabilmek, görevlerimizi sağlam bir temele oturtabilmek için bu alanda çalışan diğer anlayışları da ele almak durumundayız. Burada yapacağımız değerlendirmelerde tekrarlara düşmemek için belli noktaları sonraki bölümlere bırakacağız. Yayınlarımızda da sık sık yaptığımız değerlendirmelerle beraber düşünülmek kaydıyla, burada daha çok bu grupların pratikleri ve güncel durumları üzerinde duracağız.

Devrimci gençlik grupları:

Nicelikleri ve nitelikleri son yıllarda oldukça düşen bu grupların güncel durumu dar pratikçiliği aşmıyor. Herşeye rağmen ciddiye alınıp değerlendirilebilecek bir grup var: Özgür Gençlik. Diğerleri bırakın bir varlık göstermeyi, politik öncülük adına yaptıkları şey sürüklenmenin ötesine geçmiyor. Çoğu bunu bile yapamıyor. Bazıları ise bu sürüklenmeyi reddederek kendilerini sözde entelektüel gelişim sağlamaya ya da ideolojik mücadeleye adıyorlar (Özgür Düşün dergisi-Partizan Gençlik).

Öncesinde irili-ufaklı birçok çevrenin etkileyebildiği, harekete geçirebildiği ve bunu yaparken güdük de olsa politik bir bakışa sahip olabildiği dar çevreleri vardı. Bugün bu hareketler bundan da yoksunlar. Görece “kalabalık” oldukları yerlerde ise etkileri ve genişlemeleri bu “kalabalık” olma halinden ileri geliyor. Böylesi durumlarda da genelde bu başarının arkasında yetenekli, örgütçü devrimciler oluyor. Politika ya da kitle çalışması ise, çıkıyorsa kendi dergilerinin sayfalarında tekrar edilen ya da siyaset toplantılarında çokça söylenip övünülen “boş” sözlere dönüşüyor.

Özgür Gençlik üzerine ayrıntılı bir değerlendirme yapmayacağız. Ancak son dönem yaşadığı belirgin daralma üzerinde durmak gerekiyor. Nasıl bir yanlış algılayışa sahip olurlarsa olsunlar yine de merkezi gençlik örgütü onlar için önemli bir avantajdır. Sahip oldukları örgütsel güç ise hala da küçümsenemez. Ancak bu örgüte özellikle son dönemde bir dağılma ve politikasızlık durumu hakim. Siyasal süreçlere müdahale etmediklerini söyleyemeyiz, ancak onların bu durumu müdahaleden çok sürüklenmeyi çağrıştırıyor. Ellerindeki olanaklarla farklı bir bakışla gerçekten büyük işler yapılabilir. YÖK yasasını düpedüz (kendi yayınlarında da açıkça ifade ettikleri gibi) izleyen bu çevre herşeye karşın belli güçler tutabiliyor. Kitle çalışmasına ve olitikaya diğerlerinden nispeten daha yatkınlar. Ancak bakışlarındaki güdüklük, kalıpçılık onların değil “siperlerin en önüne”, “bir adım öne” bile gitmelerine engel teşkil ediyor.

Reformist gençlik grupları

Bu grup içinde irili-ufaklı birçok çevre var. Biz kayda değer olanları inceleyeceğiz.

Emek Gençliği: Gençlik hareketinde tipik reformist, ekonomist yaklaşımıyla diğerlerinden ayrılıyor. Bu çevrenin de örgütlenme sorununa yaklaşımı belli kalıplara dayanıyor. Gençlik hareketini yükseltecek yegane örgütün resmi ÖTK olduğu yaklaşımına daha sonra değineceğiz. Genel akademik ya da siyasal süreçlerde kendi reformist çizgisinde politika üretebilen bir çevre bu. Formasyon, YÖK yasası gibi sorunlar konusunda gösterdiği refleks ve çaba buna örnek olarak verilebilir.

Kitle çalışması açısından ele aldığımızda ise birçok zayıf yanları var. Ancak kitlelerle bağ kurmak için ciddi bir çabayı da ortaya koyabiliyorlar. Kendiliğindenci ve beklemeci tavırları yürüttükleri kitle çalışmasının temel sorunu durumunda. Aynı zamanda öğrenci hareketine bakışları genel programatik perspektifleri gereği reformist ve ekonomisttir. Gençlik hareketi belli dönemlerde onların bu geri siyasal bilincini aşan bir niteliğe sahip olmuştur.

Büyük iddiaları ile ters orantılı bir biçimde çalışmalarında cüretli davranamıyorlar. Son bir yılda gerek üniversitelerde gereke liselerde belli bir güç kazandılar. Fakat geldikleri yerde biraz daha cüretli davranamazlarsa bu durumlarını uzun süre koruyamazlar.

SİP-TKP: Bu çevreyi değerlendirirken SİP-TKP’nin önemli ölçüde bir öğrenci partisi olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmalıyız. Ancak bu öğrenci partisi hiç de öğrencilerin öğrenci olmaktan gelen sorunları üzerine politika yapmıyor. Dahası bu alandan özenle kaçıyor. Bunda “demokrasi” sorununa dair ekonomist bakışlarının yanısıra devleti ürkütmeme, saldırıyı üzerlerine çekmeme gerici kaygısı da önemli bir rol oynuyor.

Son bir yıl, onlar adına üniversitelerde bir genişleme süreci olarak yaşandı. Liseli çalışmalarının çok özel etkisi bir yana bırakılırsa popüler bir sosyalizm propagandası üzerinden örgütlendiler. Temel siyasal sorunlardan özenle uzak dururak, böylece suya sabuna dokunmadan buldukları bazı imajlara saldıran SİP-TKP’liler bu “saldırı”yı aynı zamanda bir kitle çalışmasına dönüştürdüler. En ileri örneği ODTÜ’de yaşanan bu tarz, belli sınırlılıklarla birlikte ciddi bir etki alanı da bulabildi. Yaptıkları “medyatik” çıkışlar onları birilerinin gündemine sokabildi. Öyle ki yukarıdaki örnekte, ODTÜ’de genel öğrenci kitlesi solcuları SİP-TKP’li olarak algılayabilmektedir.

Bu çevre neredeyse diğer tüm çevrelerden farklı olarak okullarda her işi SİP-TKP adına yapıyor. Bu konuda denebilir ki son derece “ilkeli” davranıyor. Herhangi bir ara aşama koymuyor. Sayıca nispeten kalabalık olmaları ile birlikte kendi adlarına, diyelim Mc Donalds üzerinden, siyasal çalışma sürdürüyorlar. Bu çalışma herşeye rağmen bir kitle çalışması tanımlamasını hakediyor. Neredeyse her aracı kullanıyorlar. Topluluklardan dergilere, ajitasyon konuşmalarından hemen her gün afişlemeye, ve en önemlisi, kişilerle yüz yüze gelmeye kadar birçok yöntemi kullanıyorlar. Hazırlık sınıfından binlerce öğrenciden konuşmadıkları bir öğrenci bile neredeyse kalmıyor.

Sonuç ise ortada. Küçümsenmeyecek düzeyde bir etki. Haliyle bir tepki ile birlikte. Onun tarzından hoşlanmayan ve kendisini “SİP-TKP karşıtı” olarak tanımlayabilecek yığınla öğrenci ile birlikte. Bizim çevremize toparlayabildiğimiz insanlar da dahil olmak üzere görüştüğümüz birçok öğrenci de SİP-TKP’nin diyelim neden yemekhane boykotuna katılmadığı, neden YÖK yasas.na karşı bir şey yapmadığı soruları üzerinden bu çevreyi tanıyabilmekte, ondan uzaklaşabilmekteler. Bu veri aynı zamanda bu çevreye karşı verilecek mücadelenin biçimi hakkında da fikir vermektedir.

Komünistlerin durumu: Biz genç komünistlerin durumu üzerine burada bir tartışmaya gerek yoktur. Özellikle yayınımızın geçen öğrenim yılını bitişini izleyen sayılarında genişçe değerlendirmelere konu edildi gelişme ve genişleme sürecimiz. Durumumuz son iki yılda belirgin biçimde iyiye gitmekle beraber henüz yetersiz bir düzeye sahip olduğumuz da bir gerçektir. Sınırlı güçlerle, ancak doğru bir politikayla ortaya koyduğumuz kampanya çalışmamız, bir bakıma düzeyimizi de yansıtmaktadır. Fakat hala da kırılması gereken bir darlık içindeyiz. Açık ki bu durumu haketmiyoruz.

Bu darlığın birçok nedeni var. Temel neden, ayrıca ele alınıp tartışılacak olan konuları belli açılardan kesen “örgütçülük” meselesidir. Ciddi eksikliklere rağmen yaptığımız kitle çalışmasının sonucu elde ettiğimiz ilişkileri örgütleyip kalıcılaştıramıyoruz. Bu konu daha sonra üzerinde ayrıntılarıyla durulmayı hakediyor.

Gençlik hareketine ve örgütlenmesine dair bakışımızın dolaysız sonucu olarak ortaya koyduğumuz kampanya çalışması ve onun araçları ilerdeki tartışmalarda çeşitli örneklerle ele alınacağı için burada geçiyoruz.

Gençlik örgütlenmesi ve onun algılanışı sorunu

Gençlik kitlesinin genel görünümüne ve çeşitli gençlik gruplarının güncel durumlarına kısa bir bakışın ardından esas meseleye, gençlik örgütlenmesi sorununa geçebiliriz. Bu bölümde gençlik örgütlenmesinin nasıl algılandığı ve nasıl yorumlandığını, bir gençlik örgütlenmesinin temel politik hattının ne olması gerektiğini, yaşanan darlıkların nedenlerini ve sonuçlarını irdelemeye çalışacağız.

Örgüt modelleri tartışması

Gençlik örgütlenmesi sorunu tartışılırken her zaman bu sorun bir örgüt modeli sorununa indirgeniyor. Gençlik hareketinin son 10-15 yılı bu tartışmaların belki de en yoğun yaşandığı dönemdir. Öğrenci derneklerinden ÖTK’lara, öğrenci meclislerinden özörgütlenme modellerine kadar bir yığın model arasında esas tartışma unutuluyor.

Öyle ki öğrenci hareketinin sorunlarından anlaşılan hangi modelin “harekete” daha uygun düşeceği oluyor. Birileri bir dönem öğrenci hareketinin aktığı kanal olan dernekleri öne sürerken, diğerleri şu an devlet güdümünde olan ve içinde çalışılması neredeyse imkansız hale getirilen ÖTK’ları, başka birileri her yere önerdikleri “meclis” modelini önümüze getirip bunun üzerinden tartışalım diyorlar.

Daha da kötüsü, her biri de kendi modellerinde oldukça iddialı. Hepsi birden “bu model öğrenci hareketinin gelişmesi için tek yoldur”, “şu model olmadan bir hareket olmaz”, “asıl ancak bu model öğrenci hareketine önderlik edebilir” türünden Marksizm dışı bir anlayışla hareket ediyorlar. Şu an tüm bu modellerin durumu ise gerçekten düşündürücü, daha açıkçası içler acısıdır. Şu soru bu hareketlerin temel gündemidir; “Öğrenciler mükemmel bir dizayna sahip bu örgütlere neden gelmiyorları“

Dernek ve ÖTK’ları “öneren” grupların temel argümanları bu oluşumların yasal statüsü ve olanaklarıdır. Aslına bakıldığında, bugünün koşullarında bu kurumların yasal olanaktan çok yasal sorumluluklar getirdiği açıktır. Dernek kurmak ve korumak oldukça güç bir iştir, olduğu kadarıyla da son derece sınırlı işler yapılabilmektedir. Kaldı ki yaşanan darlık dernekleri, onların ateşli savunucularını bile bu işten vazgeçirecek kadar büyüktür. Özgür Gençlik çevresi geçen senelerde yaptığı atakla hızla kurduğu dernekleri ve dernek girişimlerini geride kalan öğrenim yılı içinde gene aynı hızla çöpe attı. Bunda farklı bir sürü nedenle birlikte asıl etken yaşanan muazzam darlık olmuştur. Derneğin çevresinde toplanan oldukça sınırlı sayıda öğrenciyi örgütleyince artık o deneğe ne gerek var ki! Bakış gerçekten bu derece dar ve grupçudur.

ÖTK’lar ise ayrı bir tartışma konusudur. ÖTK’ların bizzat YÖK tarafından üniversitelere önerilmesi, bu kurumlara dair bakışı da belirlemektedir. Yanı sıra ÖTK’lara girebilmek, çalışma yapabilmek, değil devrimci, solcu öğrenciler için bile oldukça zordur. ÖTK’da temsilci olabilmek için temiz bir sicilin yanında belirli bir not ortalaması şartı getirilmiştir. Birçok üniversitedeki ÖTK şu an içkili partiler, mezuniyet baloları gibi etkinlikler düzenlemektedir. Bazıları ise faşistlerin elinde oyuncağa dönüşmüş durumdadır. Emek Gençliği’nin özel çabası ise oldukça sınırlı olumlu sonuçlar yaratmaktadır. İÜ, Çukurova Üniversitesi gibi üniversitelerde tuttukları ÖTK’lar ise şu ana kadar anlamlı bir çalışma ortaya koyamadılar. Emek Gençliği’nin çok önemseiği YÖK yasasına karşı yürüttüğü kampanyada da ÖTK’ların hiçbir etkisi yoktu denebilir. Bütün çalışma Emek Gençliği adına sürdürüldü. Eylem ve etkinlikler bu imza ile gerçekleştirildi.

Bugün bir parça öne çıkan örnekler bunlar olduğu ölçüde bu iki model üzerine bir şeyler söylemiş olduk. Sıra bizim bakışımızda: Biz her dönem sorunun bir model sorunu olmadığını yineledik. Tartışma bu eksende yürüdüğü takdirde bir sonuç alınamayacağını biliyorduk.

Açık olan bir şey var ki; kitle hareketinin seyri ve gelişimi bizim düşünce kalıplarımıza göre gerçekleşmiyor. O kendi araçlarını kolaylıkla yaratabiliyor. Bu gerçek elbette örgütlenme modellerini tartışmayı gereksiz hale getirmiyor. Ancak bu tartışmanın verili kitle hareketiyle birlikte, bugünkü gibi çok geri bir hareketlilikse, bu hareketin can alıcı sorunları ile birlikte tartışılması gerekir. Ancak yapılan şudur; sanki ortada gelişmiş bir öğrenci hareketi var ve bu hareketin bir de örgütlenme modeli sorunu var. Onlar da yaptıkları bu tartışmalarla bu soruna bir açıklık getirmeye çalışıyorlar.

Oysa bugünün ihtiyacı kitlesel, militan bir öğrenci hareketinin sorunlarına açıklık getirmek ve bu açıklık üzerinden işe koyulmaktır. Burada model sorunu tali bir sorundur. Elbette yapılan/yapılacak olan çalışmalar bu örgütlerle yapılmıştır/yapılacaktır. Bizim buradaki tutumumuz doğru olan tek bir model üzerinden çalışma yürütmek biçiminde değildir. Bugün A üniversitesinde dernek üzerinden çalışırız, yarın bu ÖTK olabilir ya da daha demokratik bir yapıya sahip olan yasal sınırlara takılmayan başka bir örgüt olabilir. Bu kararı belirleyecek olan A üniversitesi öğrenci hareketinin güncel durumu ve ihtiyaçlarıdır. Eğer ÖTK’da çalışma olanağı varsa (elbette bugünkü durumu ile değil) bunu değerlendiririz. ÖTK’ların gerçek bir öğrenci örgütü olabilmesi iccedil;in şu şiarı yükseltiriz: “ÖTK’lar ya bize ya çöpe!” Asla bu örgütlerin YÖK ya da devlet eliyle kurulmuş olması gerçeği bu tutumumuzu değiştirmez. Ne prensip olarak “ÖTK’lara hayır!” ne de “Yaşasın ÖTK!” diyebiliriz.

Derneklerde çalışma ise tamamen bu örgütlerin o anki işlerliği ile ilgilidir. Ancak buradaki çalışmamızda asla yasalcı bir eğilimin temsilcisi olamayız. Dernek örgütlenmesi esas olarak birimler üzerinden yükselmeli, bu birimlerin oluşturacağı ortak irade ile dernek politikaları belirlenmelidir. Bu birimlerin herhangi bir yasal statüsü yoktur elbette. Birimler tam da bu nedenle derneğin yasal sınırlara hapsolmamasının kısmi güvencesidir. Derneğe kilit vursalar da bu örgüt yerli yerinde durabilecektir. Yani asıl olan böyle bir örgütün yaratılabilmesidir, bu noktada derneğin kendisi amaçlaştırılamaz. ÖTK’ya ya da başka bir örgütlenmeye bakışımız da budur. Hareket kendisini yasal/icazetçi sınırlara hapsetmemelidir. Deneyimler açıkça gösteriyor ki, hareketin kendisi kendi yasallığını kitlelerin gözünde sağladıcurren;ı meşruluğu ile yaratacaktır.

Kaldı ki öğrenci hareketi bu konuda yaratıcıdır da. Esnek bir takım platformlar, eylem birlikleri hep bu yasadışı meşruluk zemini üzerinde oluşturulur. Belli bir etkiye sahip olduğu yerde muhatap da alınır, fiili yasallığını da oluşturur. Üniversiteli öğrenci hareketi bu tür örgütlenmelere fazlasıyla açıktır. ÜÖP, Koordinasyon türü örgütlenmeler de böyle oluşmuş, oluşturulmuştur. Ancak bugün, hareketin darlığı koşullarında derneklerin yasal olanaklarından, ÖTK’ların “temsil yeteneği”nden bahsediliyor. Böyle bir karşılaştırma bile sorun hakkında yeteri açıklığı sağlıyor.

Çeşitli dönemlerde ve en etkili olarak bu son dönemde ortaya koyduğumuz kampanyalar çerçevesinde örgütlediğimiz esnek platformlara gelince; bunlar kendi adımıza öğrenci hareketine önerdiğimiz “örgütlenme modelleri” değildir. Bu platformlar halihazırda örgütsüz bulunan öğrenci kitlelerini örgütleme çabamızdan ibarettir. Platformlar hayata geçirilebildiği yerlerde belli bir etki ve örgütlenme de yaratılabilmiştir. Bugün YÖK yasası, yarın emperyalist savaş, seçimler üzerinden oluşturulabilecek bu tür örgütlenmeler esnek yapılarıyla, yakaladıkları çalışma temposu ve etki alanıyla yarına daha sağlam bakabilmemizi sağlıyorlar.

Bu örgütlenmeler aynı zamanda elde ettikleri başarı ile sorunun hiç de model sorunu olmadığını, fakat doğru, hedefli, sistemli ve sürekli bir kitle çalışması olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu platformlar hiçbir yasal dayanağa sahip olmamalarına karşın bir dizi etkinlik ve eylem gerçekleştirebilmişlerdir. Aslında bu konuda bizim ara dönem çalışmamız bile yeterince fikir sunmaktadır. Hiçbir yasal dayanağa sahip olmadan öğrenci kimliklerimizle ve esnek bir imza ile emekçiler arasında sürdürdüğümüz çalışma hiç de bu işler için bir “kurum”a ihtiyaç olmadığını göstermiştir. Bir kurum olsa olsa bu çalışmanın gelişmiş bir sonucu olabilir.

Bu konuda son olarak şunları söyleyebiliriz. Yasal olanakların her dönem ve her koşulda değerlendirilmesi gerekir. Bu olanaklar bir takım klüp ya da topluluklar olabilir, dernekler ya da ÖTK’lar olabilir, ancak bunlar tam da “yasal” olmaları nedeniyle amaçlaştırılmamalıdır. Bu olanaklar asıl amaca (gerçek kitlesel, militan bir öğrenci örgütlenmesi) uygun bir biçimde kullanılmalıdırlar.

Politik mücadele-akademik mücadele ikilemi

Öğrenci hareketinin örgütlenme sorunundan bahsederken karşımıza çıkan bir başka sorun, politik ve akademik sorunlara yaklaşımdır. Zira yukarıda tartıştığımız örgüt modellerinin politik sınırları da yine aynı gruplar tarafında şöyle çizilmiştir: “Dernekler ekonomik, akademik haklar için mücadele örgütleridir”, “ÖTK’lar öğrencilerin akademik sorunları çerçevesinde etkinlik düzenlemelidirler”. Yani bir öğrenci örgütü yalnızca öğrencilerin öğrenci olmaktan kaynaklanan sorunları ile ilgilenmelidir. Ötesi zaten var olan politik örgütlerin çalışma alanıdır.

Bu yaklaşım bugün pratikte pek yönlendiricilik taşımasa da yaygın bir anlayış olma özelliğini korumaktadır. Öğrenci hareketini sağlıklı gelişimi ve sürekliliği ancak onun daha ileriden politizasyonu ile olanaklıdır. Salt akademik ya da ekonomik sorunlar üzerinden gerçekleştirilen eylem ve etkinlikler bir süre sonra yok olmaya mahkumdur. Ancak politik ve akademik sorunlara birlikte odaklanmış bir öğrenci hareketi daha soluklu bir yaşam sürdürebilir.

Öğrenci hareketinin geri durumu bu ayrımı daha da güçlendiren bir olgudur. Politik söylemlerin kitleyi korkuttuğu ve uzaklaştırdığı argümanı hep tekrarlana geldi. Buradan hareketle “şimdilik” kitlenin geri bilincine uygun davranmamız gerektiği söylendi. Özü itibariyle reformist, ekonomist bir yaklaşımın ürünü olan bu söylem belli durumlarda kitlenin de gerisine düşmektedir.

Örneğin gerçekleştirilecek bir yemekhane zammı protestosunda özelleştirmeden bahsedilip bahsedilmeyeceği tartışılıyor. Sonuçta özelleştirmelerden bahsedilmemesi gerektiği yönünde bir karar da alabiliyor bu tartışmayı yapan dernek. Burada bu kararın alınmasında Özgür Gençlik’in özel bir rolü olduğunu söylemek gerek. Sonuçta yapılan eylemde çok doğal olarak, eyleme destek veren öğrencilerin de etkisiyle zammın özelleştirme ile bağlantısı kuruluyor, bunun üzerinden ajitasyon yapılıyor. Benzer örnekler ÖTK’lar için de verilebilir.

Yukarıda konuya girerken bu bakışın en azında dernekler için “bugün pratikte pek yönlendiricilik taşıma”dığını söyledik. Bunu biraz daha açalım. Dernekler daha kuruluş aşamasında yayınladıkları uzun tüzüklerinde bu kurumların akademik-ekonomik sorunlar çerçevesinde örgütlendiklerini, bu yanıyla doğru bir benzetme olmasa da sendikalist bir çizgiye sahip olduklarını ortaya koydular. Bu çerçeveyi çizen de bizzat ÖG çevresi oldu. Ancak pratikte tam tersi sonuçlar ortaya çıktı. Dernekler akademik sorunlar dışında herşeyle ilgilendiler, her türlü soruna dair bir çalışma yapmaya çalıştılar. Bu çok doğaldı da. Çünkü derneklerin çevresinde toparladığı öğrencilerin böyle bir bakışı, dahası böyle bir ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç böylelikle hiç olmazsa bu sorunlara dair materyl dağıtma çalışması yapılarak karşılanmış oldu. Bu sefer de daha enteresan bir durum ortaya çıktı. Derneklerin politik tutumları ile ÖG’nin tutumları, derneklerin afişleri ile ÖG’nin afişleri, şiarları, sloganları birbirine girdi. Sonuç ise tam bir dağılma oldu.

ÖG çevresinin planı şuydu; “Dernekler ekonomik çizgide çalışmayı sürdürecekler. Burada belli güçleri biraraya getirecekler. Politik sorunların muhatabı ise ÖG’dir. Siyasal sorunlara dair bir çalışma yapılacaksa bunu komünistler yapmalıdır. Bu ayrımı keskinleştirmek temel hedeftir. Öyle ki dernek ve ÖG çalışmasındaki güçler birbirlerinden kalın bir çizgiyle ayrılmadırlar. Derneklere ayıracağımız kadrolar yalnız bu işlerle uğraşmalıdır.”

Sakat bir ideolojinin ürünü bu çarpık bakış doğallığında çarpık bir pratik üretti. İlk dönemlerde derneklerin kendilerini ekonomik-akademik sorunlarla sınırlamaya çalışması gülünç durumlara yol açtı. Derneği “sendikalist” bir örgüte dönüştürme çabasını hala sürdürdükleri bu dönemlerde bütün bir sene boyunca dernekler yalnızca toplantılar aldılar ve “neden dernek” sorusuna yanıt aradılar. Tabii derneklerin bir araya getirdiği insanlar da ÖG’nin doğal çevresini oluşturdular.

Bu çevreyi örgütleme sürecinde dernekler insanların eğilimleri doğrultusunda politik sorunlara eğildiler. Neredeyse bütün bir dönem boyunca çıkardıkları afişlerden, dağıttıkları bildirilerin tümü siyasal sorunlarla ilgili oldu. Sonuçta ise yukarıda ifade ettiğimiz bir gereksizlik durumu ortaya çıktı. Derneklerin çevresinde biriken birçok öğrencinin ÖG okuru haline gelmesi dernekleri de pratik bir yüke dönüştürdü. Bir süre sonra bu yükten kurtulmak gerekti.

Derneklerin çöpe atılmasının ardından ÖG çevresi tam bir kafa karışıklığı yaşadı. Dernek çalışmalarının bitirildiği okullarda durumu “kitleler kendi sorunlarıyla ilgilenmiyorlar” şeklinde açıklamaya çalıştılar. Kitlenin geri bilinci şimdi de bu bilinci geliştirmek için kurulmuş örgütlerin kapısına kilit vuruyordu. Bunun yerine gençliğin daha politik kesimlerine hitap eden esnek örgütlenmeler oluşturmaya çalıştılar. Savaş karşıtı platformlar ve yaşamı savunma inisiyatifleri adı altında oluşturdukları örgütlenmeler ise aynı sonu paylaştılar. Tam bu sürece denk gelen YÖK yasasını izlemekten başka bir şey yapamadılar. Önce kendilerini okullarda başlayan boykotlara verdiler. Sonra ise artık senenin sonuna doğru YÖK yasası karşıtı platformlara katıldılar ya da bu platformları oluşturma çabalarına ortak oldular. Beklemekte haklıydılar, ne de olsa akademik sounlarla ilgilenecek örgütü daha yeni kapatmışlardı. Şimdi siyasal sorunlarla ilgileniyorlardı. Sosyalizmi propaganda etmeye bükmüşlerdi çubuğu (son dönem yayınların da kolaylıkla görülebilir).

Emek Gençliği ise, ona dair yaptığımız değerlendirmelerde ifade ettiğimiz gibi, ÖTK’lar konusunda beklemeci ve kendiliğindenci bir yol izledi. YÖK yasası karşıtı kampanyasında ÖTK’lar yalnızca bir takım deklarasyonlarda birer imza olarak kaldılar. Bu kurumlarla ne bir eylem örgütleyebildiler ne de bulundukları yerlerde bir etki yaratabildiler. Kampanya tamamen Emek Gençliği imzasıyla sürdürüldü. İmza kampanyasından bilgilendirme çalışmasına, eylemlerden, panel, söyleşi gibi etkinliklere hep bu imza ile hareket ettiler. Kullandıkları diğer topluluklar veya klüpler ise bu çalışmaya ciddi bir katkı sunmadı. Bu durum onlar.n kendi imzalarıyla güçlü bir çalışma yapmalarını engellemedi. Çalışmaları sırasında hep şunu söylediler; “Bize göre bu çalışmalar fakülte temsilcilerine, bölüm temsilcilerine ve giderek ınıf temsilcilerine dayanarak yapılmalıdır”. Buraya kadar bir sorun görünmüyor, ancak hemen ardından söylenenler meseleyi ortaya koyuyor: “Ancak bu başarılabildiği yerde bir örgütlenmeye gitmek olanaklıdır. Bu örgütlenme de ÖTK’dan başkası değildir”.

Herşey net. Bu bakışlarının olağan sonucu olarak hiçbir platform çalışmasına katılmadılar. Çalışmalarını bu büyük hedefe endekslediler. Aldıkları mesafe ise bu hedefin çok çok gerisinde kaldı. Böyle olunca da bir süre beklemeyi tercih ettiler. Ancak yapılan bir takım eylemler onları hareket geçirebildi. 18 Mayıs gibi bir eyleme de geç kalmış olmanın verdiği telaşla katıldılar.

Genç Komünistler/Ankara
(TKİP Merkez Yayın Organı Ekim’in
Kasım ‘02 tarihli 230. sayısından alınmıştır...)