Yüce Divan ne işe yarar?
Bugünlerde Yüce Divan'da görülmekte olan, Yaşar Topçu, Mesut Yılmaz, Güneş Taner davaları, burjuva basına bile, ‘Divan boşa kurulmuş' dedirtecek gelişmelere sahne oluyor. Burjuva basın bu tür çığırtkanlıkların altını dolduramasa da, aynı gelişmeler işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, Yüce Divan'ın sınıfsal niteliği ve görevleri hakkında fazlasıyla bilgi veriyor.
Eski Bayındırlık ve İskan Bakanı Yaşar Topçu hakkında Karadeniz Sahil Yolu Projesi ihalelerine fesat karıştırmak; Eski Başbakan Mesut Yılmaz ve eski Devlet Bakanı Güneş Taner hakkında da Türkbank ihalesine fesat karıştırmak suçlarından açılan davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok'un hazırladığı mütaalalara göre, ‘fesat yok, ihmal var.' Başsavcı, bir-iki gün ara ile her iki dava hakkında açıkladığı bu görüşlerle, sadece suçun niteliğini hafifletmekle kalmıyor, aynı zamanda davaların zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerektiğini de savunuyor. Eski ve yeni yasalardaki tüm ilgili maddelerin lehte olanlarını işleterek, net bir suçu ‘hiç olmamış/işlenmemiş'e dönüştürmeye çalışıyor.
Burjuva hukukunun, suçluyu suçsuz, suçsuzu suçluya dönüştürmede ne denli işlevsel olduğu/kullanıldığı zaten biliniyor. Suçu işleyen düzenin hizmetinde biriyse, o suç insanlık açısından ne kadar büyük olursa olsun, bir biçimde kitabına uydurulup aklanıyor. Öte yandan, işçi sınıfı ve emekçiler safından birileri cezalandırılmak istendiğinde ise, ortada bir suç olmasa dahi icat ediliyor. Yine kitabına uydurulup en ağır cezalara çarptırılabiliyor. Cumhuriyet tarihi, bir bakıma, bu tür davaların tarihi olarak çıkıyor karşımıza.
Bu gerçekler ve son davaların gidişatı, bir kez daha, yargı ve siyaset ilişkisini gündeme getiriyor. Düzen cephesinde her ne kadar bu kez bu konu gündem dışı tutulmaya çalışılıyor olsa da, yargı ve siyaset birliği asıl böyle konularda netleşiyor. Yargının, şu yada bu düzen partisi tarafından etki altına alındığı -siyasallaştırıldığı- değil, burjuva siyasetinin icrasında en etkili kurumsal araçlardan biri olarak işletildiği gerçeğini yani. En gereksiz zamanlarda ‘siyasallaştırma' yaygarası koparan düzen medyasının, böyle durumlarda üç maymunları oynamasının nedeni de bu. Yargının durumuyla basının durumu, bu konuda tam bir paralellik arz ediyor. Şu ya da bu siyasi partinin güdümüne girmek ‘basın etiği ile bağdaşmıyor' ama düzen siyaseti güdümünde işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı savaşın moral cephesini tutmak sorun yaratmıyor. Böyle olunca da, yargı ya da başka düzen kurumunun benzer yapısı ve işleyişi de onlar açısından bir sorun teşkil etmiyor. Gene de işler bu derece aşikar hale geldiği zaman, en azından bir kısım medya organı, Yüce Divan'ın işlevsizliğini itiraf etmek zorunda kalıyor. Bu davalara ilişkin kimi gazetelerin manşetlerde kullandığı ifadeler bunu gösteriyor.
Yargıtay Başsavcısı Ok, Yılmaz ve Taner'in itham edilen suçları işlediklerinin anlaşıldığını, ancak bu suçları işlerken ‘hile' yaptıklarının tespit edilemediğini iddia ediyor. Yani, bu suçları son derece safiyane biçimde işlemişler, mafya ile elbirliği halinde devleti soyarken hiçbir kötü niyet beslememişler! Şahsi çıkar güdüp gütmedikleri zaten gündeme bile getirilmiyor.
Tüm bunların üzerine, Yılmaz, zamanaşımı talebine itiraz edeceğini, Divan tarafından aklanmak istediğini açıklıyor.
‘Yüce!' meclis üyelerinin işlediği benzer suçlar genelde meclis komisyonlarında aklanır. Yılmaz ve avenesi davalarında olduğu gibi, nadiren Yüce Divan'a sevk edilme durumlarında ise, yine bu son davaların da gösterdiği gibi, Divan tarafından aklanır. Son tahlilde ikisi de aynı kapıya çıkar; suçlular suçsuz kılınır...
Hükümet üyelerinin de, onların işlediği suçları ele alan mahkemelerin de aynı düzenin hizmetinde olmasıdır bu sonucu doğuran. Burjuvazi adına hükümet edenler, ister Türkbank davasında olduğu gibi devleti ortalama 590 milyon dolar civarında zarara sokmuş olsunlar, isterse, Mavi Akım projesinde olduğu gibi, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yönelik sistemli bir soygun planına imza atsınlar, farketmiyor. Yani burjuvazi açısından farketmiyor. Çünkü her halükarda zararın faturasını işçi sınıfı ve emekçi kitlelere çıkarmanın bir yolunu buluyorlar. Dolayısıyla, suçları Yüce Divan'a kadar giden zevatın aklanması, sistem açısından bir mantığa oturuyor; onlar zaten sisteme karşı bir suç işlemiş değiller. Hatta çoğu durumda kimi kapitalist tekellerin ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar.
Ortada bir suç varsa eğer, bu, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı işlenmiştir. Çalınan paralar onların cebinden çalınmış, zarara uğratılan onlar olmuştur. Dolayısıyla, dava aslında iki sınıf arasında bir davadır. Halka karşı işlenmiş suçların cezalandırılabileceği tek mahkeme halk mahkemeleri olabilir. Halka karşı suç işleyenler, günü geldiğinde halk tarafından yargılanıp cezalandırılacaklardır. Bugün kendi mahkemeleri tarafından aklanıyor olmaları, onlara, sonsuza kadar sürecek bir koruma sağlamayacaktır. İşlenen pek çok kişisel suç zaman tarafından unutturulabilir. Ancak işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı işlenmiş toplumsal suçların unutulması söz konusu olamaz.
----------------------------------------------------------------------------------------
İzmir'de yıkıma karşı yürüyüş...
“Ilıca Vadisi Projesi” çerçevesinde İzmir Onur Mahallesi'nde yıkımlar tekrar gündemde. Onur Mahallesi 25 bin nüfusu, 6 bin seçmeni olan bir mahalle. Seçim dönemlerinde oy vaadiyle, şimdi çarpık kentleşme dedikleri bu yerdeki evlere tapu sözü verenler, şimdi de yıkmak istiyorlar. Yapılması planlanan Ege- Koop Evleri için geçen sene 11 ev yıkılmıştı. Evlerinin yıkılacağı ve mağduriyetlerinin giderilemeyeceği konusunda belediyeye güvenmeyen halk, tepkilerini çeşitli yollarla ifade ediyor. Bunlardan biri de topladıkları 2500 imzayı Belediye Başkanı'na iletmek için yaptıkları eylem oldu.
2 Mart günü kahvelerde toplanan halk alkışlarla önce son durağa yürüdü. Çağrı amaçlı yapılan yürüyüşten sonra aşağıya doğru sloganlarla yüründü. Kitle Karşıyaka Belediyesi'ne yürüyeceğini sanıyordu. Park durağına gelindiğinde basın açıklaması yapılacağı bildirildi. Polis sadece park durağına kadar yürümeye izin vermişti. Onur Mahallesi Yıkımlara Karşı Halk Birliği tarafından okunan basın metninde şunlar söylendi:
“ Evlerimizi yıktıktan sonra bizi mağdur etmeyip sosyal konutlara yerleştireceğini söyleyen bu belediyeye soruyoruz; bir arsa üzerinde dört katlı bir bina içinde yaşayan 16 kişilik bir aileyi sosyal konutlardan verilecek 55 ile 90 metrekarelik dairelere nasıl sığdıracaksınız? Bizlere verilecek daireleri hangi koşullar altında vereceksiniz? Bu projenin bazı çevrelere rant sağlayıp bizi de mağdur edeceğine inandığımızdan iptal edilmesini ve bizi mağdur edecek, evlerimizi yıkacak her türlü Kentsel Dönüşüm Projesi'nin iptal edilmesini istiyoruz.”
Esnaflar da dükkanlarını kapatarak halka destek verdiler. Park durağında polis kitleyi durdurup yürüyüşü sonlandırdı. Halk ve komite ikiye ayrıldı. Bir kısmı belediyeye yürüyelim, bir kısmı eylemi bitirelim diyenler arasında kısa bir tartışma oldu. Sonuçta eylem bitirilerek, 10 kişilik heyet imzalarla belediye başkanını görmeye gitti.
Yürüyüş esnasında “ Yıkım değil, tapu istiyoruz!”, “ Proje değil, ruhsat istiyoruz!”, “ Ilıca Vadisi projesi iptal edilsin!” sloganlar atıldı. Yürüyüşe 500 civarında katılım oldu.
Kızıl Bayrak/İzmir |