Şimdi size yılmaz bir savaş taraftarının birkaç cümlesini aktaracağım. Türkiyenin savaşa katılmasını veya destek vermesini savunanların ülkeyi nasıl bir tehlikenin içine attığına dikkat çeken daha iyi cümleler az bulunur. Önce, savaş elçiliğini ve sözcülüğünü üstlenenlerden emekli büyükelçi Gündüz Aktanın yazısındaki iki paragrafı oluşturan beş cümlesine bakalım. 22 Şubat 2003 tarihli Radikalden: Meşruiyeti zaten tartışmalı olan bir harekata ilişkin ilkesellik tartışması olur mu? Olur. Hatta, ilkesellik tartışmasının en çok yakıştığı ve en çok gerektiği durum böyle bir durumdur. Birçok Avrupalı ve hatta Kuzey Amerikalı müttefik kendilerini El Kaideye karşı korumak için işbirliğinden kaçıyor. Doğru. Kaçmak da gerekir zaten. Amerikanın kendisi El Kaide korkusuyla alarm düzeyini yükseltiyor, İngiltere de öyle. Savaşa katılmayacağını açıklayan, ama üslerini açan Almanya bile... Ama biz kaçmıyoruz; neden? Biz keriz miyiz? Bize bir şey olmaz mı diyelim? Üstelik, sadece El Kaidenin değil, birçok sıradan insanın ve belki de devletin gözüne hain olarak görüneceğiz... Bu ortamda Irakın harekata katılacak tek komşusu olarak Türkiyenin, bırakın ekonomik zararlarını, kitle imha silahları dahil terörist saldırılara maruz kalmasının vereceği tahribatı telafiye çalışmasını halı pazarlığına benzetmek en azından densizlik olur. Burada sergilenen zihniyetteki zehiri görebiliyor musunuz? Gündüz Aktan, sanki ABDye hafiften kafa tutuyormuş edasıyla yazdığı yazıda, aslında, Türkiyeyi pazarlamaya çalışıyor Bush yönetimine. Tabii, yüksek fiyattan. Gündüz Aktan, siyasi ve askeri konularda birkaç pürüz olmakla birlikte tıkanıklığın daha çok parasal konularda yoğunlaştığı anlaşılıyor diyor ve tembih ediyor: ... makul bir meblağı almak için hükümetin yaptığı cesur pazarlığı desteklemek gerekir. Ve ey millet! Gündüz Aktan diyor ki, yazısında sıraladığı birbirinden dehşet verici belaların vereceği tahribatı telafiye çalışmayı halı pazarlığına benzetmek en azından densizlik olur. Halı pazarlığına benzeten, yani densiz olan ABD. Peki, harekata katılarak olağanüstü risk altınagirmenin ülkeye ve millete vereceği tahribatı parayla telafi etme zihniyetinde olan Gündüz Aktanın ve onun gibilerin yaptığı en azından ne olur? İngilterenin bile sallanmaya başladığı bir ortamda, başarı şansının ne olduğu ve Iraktan sonra nerede duracağı bilinmeyen bir harekata katılmakla bölge ülkesi Türkiye olağanüstü bir risk altına giriyor. Savaşta başarısızlık, ABDnin saplanacağı Irak batağına Türkiyenin de saplanması demek. Bu durumda kayıpları düşünmek bile korkunç. Can kaybı, ruh kaybı, itibar kaybı, ekonomik kayıplar... Tam bir çöküntü. Savaşın yayılacak olması ise daha da beter... En çok konuşulan senaryolar, (olur mu olmaz mı, o ayrı mesele), İran ve Suriyenin sırada beklediği. İkisi de Türkiyenin komşusu. Bu demektir ki, savaş isteyenlerin ve bizi savaşa sokacak olan siyaset adamları ile sivil-asker bürokrasinin büyük hassasiyet gösterdiği istikrarsızlık uzun süre Türkiyenin güney sınırını kuşatacak. Bu durumun yaratacağı sorunlara gömüleceğiz, komşularımızla birlikte. Demokratikleşmede tornistan, ekonomide gerileme, istikrar kaybı, itibar kaybı... Ama korkularda artış... Türkiyenin bu bağlamda uğrayabileceği zararlar, yardımcısı olmadığımız için Amerikanın bize vereceği zararlardan hiç de aşağı kalmayabilir. Eee? Girmeyelim işte. Para gelecek ekonomi düzelecek, diyorsunuz, ama o da doğru değil demek. Madem öyle, girmeyelim işte. İler tutar bir tarafı yok bu savaşa girmenin. İbret verici bir parça. Taa 2002 Ocağında Başbakan Ecevitin ABD Başkanı Bush tarafından Washingtona çağrılmasından bu yana 10 kadar yazı yazdım ve Türkiyenin Irakta çıkacak bir savaşa sürüklendiğine işaret ettim, dünyayı daha da tehlikeli bir yer haline getireceğini anlatmaya çalışarak bu savaşa karşı çıktım, savaş çıksa da Türkiyenin katılmasının ya da katkıda bulunmasının bu memleketi büyük tehlikelere açık hale getireceğini, geleceğini karartacağını, dolayısıyla savaşın dışında kalmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Savaşı savunanların ya da Türkiyenin de katılmasını isteyenlerin, dışında kalmaması gerektiğini düşünenlerin mantığındaki sakatlığı, ilkesizliği, ahlaka boşvermişliği göstermeye çabaladım. Benim gibi başka birçok kişi de sarfetti benzer çabayı ve etmeye de devam ediyor Ama hiçbirimizin çabası Gündüz Aktanın yukarıdaki cümleleri kadar etkili olamaz, çünkü o itiraf ediyor bizim göstermek için debelendiğimiz şeyleri. Ama yine de, değiştirmeyeceği bir şey var bu itirafın: bu savaşa karşı çıkanlar gerçeklerden bihaber, uluslararası ilişkilerin nasıl döndüğünü bilmeyen, Türkiyenin güçlü bir ülke, bölgesel güç olma fırsatını göremeyen, dünyanın nereye gittiğini de anlamayan saftorikler olmakla suçlanmaya devam edecek, sesleri de yine bastırılmaya çalışılacak. Peki ya Gündüz Aktana ne demeli? Dış politika halklarla yapılmaz diyerek yüzde 90ı savaşa karşı olan halkı eşek yerine koyan ve bunu da teorileştirdiğini zanneden Gündüz Aktana? Savaşı savunma gayretkeşliğinde önceki yazılarında da mantığı, ahlakı, ilkeselliği kurban eden Gündüz Aktana ne demeli? Savaş elçisi olarak aktif görevde bulunan emekli büyükelçi Gündüz Aktan, gözlerimizin içine baka baka, açık seçik anlatıyor girmemizi istediği savaşın Türkiyeyi ne gibi tehlikelerin kucağına atacağını. Terörist saldırılardan, kitle imha silahlarından, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren El Kaidenin saldırma ihtimalinden, savaşın uzamasından ve etrafa sıçramasından bahsediyor Gündüz Aktan. Bunları pazarlık masasında koz olarak kullanmak için söylüyor, insanları uyarmak için değil. Sanki bombalar patlayınca, kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılınca sadece cam, çerçeve kırılacak, sanki insanlar ölmeyecek, sakat kalmayacak, sakat doğmayacak... İşte buna razı Gündüz Aktan; ABDden ya da hangi cehennemden gelecekse oradan koparacağımız paralarla bu kayıpları telafi edebileceğimizi düşünüyor. Ona yetebilir bu telafi, bana yetmez, halka da yetmez. Telafisi yok bunun. Ve bu Gündüz Aktan ile Gündüz Aktanın sıraladığı felaketleri telaffuz etmeseler de başımıza gelebileceğini bilen büyüklü küçüklü öbür savaş elçileri, halkına acı çektirdiği için, gazladığı için, katlettiği için, insanlarının ölümüne yol açtığı için güya Saddam Hüseyini alaşağı etmek, en azından savaşı bu gerekçeyle meşrulaştırmak istiyorlar. Saddama ne kadar benziyorlar. İnsanlar ölecek, gazlanacak, zehirlenecek, acı çekecek... onlar da biraz para koparıp bunları telafi etmiş olacak! Evet, Saddamdan kurtulmalı dünyamız. Ama Gündüz Aktanın dediği gibi, meşruiyeti zaten tartışmalı bir harekatla değil. Çünkü bu harekatı yapmaya kararlı zihniyetin besleyip büyüttüğü gaddar bir diktatördür Saddam. Ve bu savaş, artık yaygın ve yeni bir savaş metodu halini almış olan terörün, El Kaidenin, kimyasal-biyolojik-nükleer silahların köküne kibrit suyu ekilmesine değil, gübrelenmesine, serpilip gelişmesine yol açacak. Gündüz Aktan doğru söylüyor, gayet güzel sıralıyor başımıza gelebilecek felaketleri. Aynı şeyleri benim söylememden daha etkili onun söylemesi. Ne de olsa ben karanlık bir gelecek görüyorum ve bugüne de o karanlıktan bakıyorum. Gündüz Aktan ise gündüz gözüyle görüyor. Ve göz göre göre bizi felakete sürükleyecek hamleleri teşvik ediyor. Mustafa Alp Dağıstanlı
Yüzüğün yeni efendisi (...) Bugün ABDnin Iraka yönelik hazırlıklarını yürüttüğü işgal savaşı, tarihin en büyük ahlaksızlıklarından biri olmaya namzet. (...) Dünya muktedirlerinin bu ayrışmasını Iraka yönelik savaş karşısında ahlaki tutumlarına bağlamak fazla saflık olur. Siyaseten alınan kararların gerisinde ekonomik çıkar farklılıklarının yattığı besbelli. Irak krizi bir kez daha gösterdi ki, dünya siyasetinin şekillenmesi, politikanın ekonominin işleyişinden uzaklaştırıldığı ham hayalini boşa çıkarırken, aksine politika ile ekonominin içiçeliğine yapılmış güçlü bir vurgu oldu. Bugün ABD yönetimini oluşturan silah ve petrol lobisinin (Bush, Cheney, Rise, Rumsfeld vd.) temsil ettiği çıkarlar, aynı zamanda bu ülkenin uluslararası politikalarını da belirlemektedir. Modern tarihte, bir devlet yönetimi ile muhtelif şirket yönetimlerinin bu ölçüde örtüştüğünün bir başka örneği herhalde yoktur. (...) Dünya kapitalizminin egemenlik koşulları iki unsura bağlı. Birincisi, enerjiye dayalı üretimin veri fiyatlar korunarak sürdürülebilmesi
10 trilyon dolarlık bir ABD ekonomisi, enerji kullanımına, ancak fiyatı ve devamlılığı istikrarlı olan enerjiye bağımlı. Harcadığı enerji ürettiğinden fazla olduğundan, ithal ettiği enerjinin devamlılığı, bir güvenlik önceliği halini aldı. Enerji sahalarının güvenliği ve istikrarı, mevcut ekonominin istikrarı için temel koşul olarak görüldü. (Uğur Gürses, Radikal, 12 Şubat 2003) Kapitalizmin uluslararası egemenliğinin diğer koşulu da aşırı sermaye birikiminin emileceği yeni yatırım alanlarının yaratılması
Iraka saldırmak, ABDye bir yandan küresel hakimiyetini koruma imkanı verirken, üç yeni şekilde sermaye boşaltmasını da sağlıyor. Birincisi, ekonomik genişleme için yeni coğrafik alan yaratılması. İkincisi, askeri harcamalar (ki bazıları buna askeri Keynescilik diyorlar). Üçüncüsü ise, diğer ülkelerin ekonomilerini, petrol üretimini kontrol altına alarak, denetlemek. Bu petrol rezervlerinin giderek azalmasıyla her geçen gün daha kuvvetli bir silah olacak. (George Monbiot, Znet, 18 Şubat 2003) İşte ABDnin işbaşındaki yönetimiyle birlikte kararlı biçimde uygulamaya başladığı emperyal politikanın gerisinde bu ekonomik nedenler var. Politik yansımasına da bir süredir tanık olmaktayız: Trans-Kafkasyadan Ortadoğuya uzanan coğrafya üzerinde kesin bir egemenlik oluşturmak. Egemenlik mücadelesinin ilk adımını Afganistanı işgal ederek gerçekleştirdi. İşgali gerçekleştirirken de Filipinlerden Gürcistana uzanan bir coğrafyada (radikal İslama karşı mücadele bahanesiyle) askeri varlığını meşrulaştırdı. Öte yandan, ABD, dünya egemenliğinin tesisini, artık uluslararası hukuka yaslanma ihtiyacı duymadan ve neredeyse tek yanlı savaş aracılığıyla gerçekleştirmek aşamasına geldi. Washington merkezli imparatorluk, dünyanın farklı odaklarca iyi-kötü paylaşılmış olmasının hukukunu oluşturan kurumları artık dikkate almak niyetinde değil. İktidarı paylaşmak istemiyor. Dolayısıyla, Irakla geniş çaplı ticaret ve yatırım ilişkileri olan Fransa ve Rusyanın (ve tabii ki Almanya, Çin gibi diğer hasımların), BM gibi kurumları ABDnin bu dünya operasyonunu engellemek için bir araç olarak kullanmalarına izin vermeyecek. Gerekirse bu kurumları işlevsizleştirme pahasına
*** Hüküm Dağında Gollumun son kez ele geçirdiği, ama zafer sarhoşluğu içinde tökezleyip Kıyamet Yarığının alevleri arasına yuvarlanmasıyla sonsuza kadar yokedildiğini sandığımız yüzük, bugün çağdaş Sauronun parmağında. Adnan Bostancıoğlu |
|||||