1 Mart '03
Sayı: 08 (98)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hesap vermekten kurtulamayacaklar!
  Kan parasının miktarı belli oldu
  Bağımsızlık ve özgürlük devrimle kazanılacak!
  AKP hükümetinin "harp ve sulh" macerası
  BDSP’nin çağrısı: Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı birleşelim!
  Emperyalistler arası kirli pazarlıklar ve hesaplar!
  Emperyalist savaş ve CHP
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Yeni iş yasası kapıda!
  Kölelik yasası protesto edildi
  ABD emperyalizmi ülkemizden defol!
  "Esnek üretim" saldırısında son perdeye gelinirken...
  KESK İzmir Bölge Toplantısı..
  KESK İstanbul Bölge Toplantısı...
  Ekim Gençliği'nden...
  Ne YÖK ne YEK, üniversiteler bizimle özgürleşecek!
  Ev kadınlarıyla savaş üzerine konuştuk...
  Bir tersane işçisiyle sorunlar üzerine konuştuk...
  Devlet solu yine hedef saptırıyor
  Emperyalist savaş, Kürdistan ve devrimci görevler...
  İtalyan emekçilerinden "ölüm trenleri"ne geçit yok!
  Katliam ortaklığına, ABD saldırganlığına 'hayır' diyoruz!"
  Emperyalist savaş ve sınıf cephesinde devrimci görevlerimiz...
  Bir savaş elçisinin itirafları
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ne YÖK ne YEK, üniversiteler
bizimle özgürleşecek!

Son yılların en azgın saldırı dalgasıyla yüzyüzeyiz. Bir yandan ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda katil olmak dayatılıyor, bir yandan da bununla gelecek yıkımın faturasını tereddütsüz ödememiz... Tüm alanları kesen saldırılar, demokrasi havarisi gerici hükümet tarafından ardı ardına yasal güvence altına alınıyor. Yeni iş yasası, personel rejimi yasası ve öğrenci gençliğin bir yıldır karşı durduğu YÖK yasa tasarısı... Bu yasaların her biri aynı saldırının parçalarıdır.

YÖK yasa tasarısı tümüyle eğitimin ticarileşmesine hizmet etmektedir. Bütün çabalara rağmen bu gerçek en geri bilinçli öğrencinin dahi gözünden kaçmayacak kadar belirgindir. İşte bu nedenle yeni bir düzenleme ile bu sorunun çözüleceği düşünülerek, Milli Eğitim Bakanlığı YEK’i önerdi. Bu öneri aslında “acil eylem planı”yla başlayan tartışmaların geldiği noktayı gösteriyor. Bizim tartışmaların başından beri yinelediğimiz; iki tarafın da bir kaşık suda fırtınalar kopardıkları, ancak eğitim ticarileşmesi, üniversiteleri sermayenin yağmasına sonuna kadar açılması konusunda uzlaştıkları gerçeği, YEK ile somutlanmış oldu.

MEB tarafından hazırlanan ve kısa zamanda Bakanlar Kurulu’na sunulması planlanan yasanın adı Yükseköğretim taslağıdır. Yükseköğretim Eşgüdüm Kurumu ya da kısa adıyla YEK bunun bölümlerinden yalnızca biri olsa da, en temel değişiklik görünümünde. Taslak disiplin cezaları yönünden ‘çok esnek’ ve ‘son derece demokratik’ olarak sunulmakla beraber, aslında pek de YÖK’ü aratacak durumda değil.

Yüksek öğretimin tanımıyla başlayan yasada bilim kavramı çok sık kullanılmakta ve yükseköğretimin temel amaçları arasında ilk sıraya yerleştirilmektedir. Ancak biliyoruz ki, onların bilimden anladığı, sermayenin kârı için üretilen teknolojidir. Zaten bilim kavramının içi bu boşaltılmış haliyle bile tehlike içeriyor olacak ki, hemen devamında 40 yıllık teraneler tekrarlanıyor: Eğitimin amacının Atatürk ilke ve inkılaplarıyla tayin edilmesi... Bu durum bile yapılan değişikliklerin, ne denli demokratik olarak sunulursa sunulsun, tek tip öğrenci yetiştirilmesi hedefini değiştirmediğini gösteriyor. YÖK’ün de YEK’in de sınırları bellidir; Atatürk ilke ve inkılapları ve düzenin üniversitelerdeki bekaası.

MGK’nın alt organı YEK

Taslakta tanımlanan YEK aslında sermaye diktatörlüğünün tanımlı kurumu YÖK’den farklı bir yere oturmuyor. Sadece şimdiye kadar MGK’da planlanan işlerin burada planlanması sağlanarak bürokratik bir rahatlama anlamına geliyor. Zira YEK’in bileşimi; “Cumhurbaşkanınca Üniversitelerarası Kurul’un, her bilim kurulundan en az bir üye olmak üzere, Rektör olmayan üyeleri arasından atayacağı yedi, Bakanlar Kurulunca üst düzey devlet görevlileri arasından; Maliye, Milli Eğitim, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik ve İçişleri Bakanlıklarından birer, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’ndan bir olmak üzere seçilen yedi” üye ile “Kendi yönetim kurulu üyeleri arasından seçilmek üzere; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nce seçilen bir, TİSK arafından seçilen bir, işçi konfederasyonlarının en az ikisi tarafından seçilen bir olmak üzere 17 üye”den oluşuyor.

Kısacası üniversitede MGK tarzı bir kurumlaşma gerçekleştirilecek. Buna ek olarak YEK kanalı ile devlet kendi pis işlerine sendikaları alet etmenin yolunu da bulmuş oluyor. Artık öğrenci gençliğin ve bilimin baş düşmanı olan kurum içinde sendikalar da yer alacak. Avrupa’da yıllardır uygulanan korporasyon sistemi, yani devletin sendikalarla içiçe geçerek sınıfı doğrudan kontrol altında tutması bu taslağın bir başka marifeti. Üstelik üniversitenin en temel bileşeni olan öğrencilere göstermelik de hiçbir şey sunulmuyor. Böylesi bir bileşimle oluşacak kurumun nasıl “özerk üniversiteler” yaratacağı yeterince açık.

YÖK yasa tasarısı için ön adım

Kurumun sıralanan işlevlerine baktığımızda, burada da YÖK’ün işlevinin değiştirilmediğini, sadece neo-liberal sürece uydurulduğunu görüyoruz. Yükseköğretim Eşgüdüm Kurulu’nun Görevleri başlığı altında yer alan birkaç madde, ne denli yuvarlatılmış olsa da, gerçek niyeti gösteriyor: “Ülke kalkınma hedefleri doğrultusunda uzun dönemli bilimsel ve teknolojik gelişme planlarını, Üniversitelerarası Kurul’un ve kanunlarında bu konularda görevlendirilmiş kurum ve kuruluşların çalışmalarını da gözeterek hazırlamak ve bu amaca yönelik olarak yükseköğretim kurumları arasında eşgüdümü sağlamak ve işbirliğini geliştirmek”, “Üniversitelerde yapılan araştırmaların kamunun, özel sektörün ve sosyal kesimlerin gerçek ihtiyaç ve taleplerine karşılık gelmesi, araştırmave geliştirme faaliyetlerinden en yüksek düzeyde verimlilik sağlanabilmesi ve ulusal ölçekte yararlanılabilmesi için ilgili tüm taraflar arasında eşgüdümü sağlamak, genel bütçeden araştırma-geliştirme projelerine ayrılacak kaynakların kullanılmasında kamu kesimine rehberlik etmek ve bu amaçla proje değerlendirme merkezi oluşturmak”!

Gerçekte hedeflenen, YÖK yasa tasarısı ile gerçekleştirilmek istenen yağma ve talan kurumunun yolunu düzlemektir. Sermayeye dikensiz gül bahçesi yaratmak yolunda yapılmış ‘demokratik’ düzenlemelerdir.

YEK’e karşı iki ayrı tutum

YEK gençliğe YÖK’ün getirdiklerinin dışında bir şey getirmiyor. Yalnızca daha iyi ambalajlanarak “emekten yana kurumlar”ın yardımlarıyla sunuluyor. Dahası hemen ardından karşımıza çıkarılacak YÖK yasa tasarısının yolunu düzlüyor.

Gençliğin önünde iki yol var: Ya ‘YÖK’ü YEK değil, yokedeceğiz!’ diyecek ve özerk-demokratik üniversiteyi, parasız-bilimsel eğitimi mücadele ile kazanacaktır. Ya da sınıf işbirlikçi tutumların arkasından sürüklenerek YEK’e sessiz kalacak, geleceğini kendi elleriyle sermayeye teslim edecektir. Nitekim reformistler aldıkları tavırla sermayenin yedeğine çekilmiş durumdalar. Sendika bürokrasisi üzerinden rant uman (iyiniyetli bir bakışla özgürlük bekleyen) reformizm YEK’e karşı ‘şimdilik’ bir şey yapılmaması gerektiğini söylemekte, sorunu sessiz kalarak geçiştirmektedir. Biraz üzerine gidilirse bu taslağın getirileri olduğunu söyleyeceklerdir.

Genç komünistler açısından alınması gereken tutum son derece nettir: YEK’in gerçek yüzünü en geniş öğrenci yığınlarına gösterecek ve mücadele bayrağını daha da yükselterek kavgayı büyüteceğiz.

Genç Komünistler