harp ve sulh macerası Hükümet savaş tezkeresini meclise göndererek, nihayet konuya ilişkin riyakarlığına bir nokta koyup gerçek yüzüyle ortaya çıkmış oldu. Gerçi bu gerçek daha hükümetin kurulduğu ilk günden aşikardı. Seçimlere katılan ve hükümete talip olan her düzen partisinin, aslında Amerikan askerliğine talip olduğu, kurulacak hükümetin bir savaş hükümeti olacağı son derece netti. Öyle ki, burjuva medyada 57. hükümetin bir Amerikan komplosuyla düşürüldüğü, AKPnin Amerika tarafından yeni hükümet için finanse edildiği bile tartışma konusu oldu. Gelinen noktada ortaya çıkan sonuç, AKP hükümetinin baştan beri yürüttüğü ikiyüzlü politikaların tabanına yönelik bir oyalama politikası dışında anlamı olmadığını ortaya koyuyor. Meclise gönderilen tezkere, sadece savaş kararına atılmış bir imza olmasının ötesinde, Amerikan uşaklığının tescili anlamına da geliyor. Konuya ilişkin hiçbir gerekçelendirme bu gerçeğin üstünü örtme imkanına sahip değil. Çünkü bizzat tezkerenin kendisi ve zamanlaması bu bahaneleri çürütmeye yetiyor. Anlaşma sağlanmadan tezkere meclise gönderilemez deniyordu, ama gönderildi. Kirli pazarlıklar sürerken ve hiçbir yeni gelişme sağlanmamışken tezkerenin apar-topar meclise sevkinde etkin olan gelişmelerin başında, Dışişleri Bakanı Yakışın pazarlık için gittiği Washingtondan, Bushun, Beyler, ABD topraklarında yapacağınız bir şey yok. Ülkenize gidin ve bu tezkereyi Meclisinizden geçirin aşağılamasıyla sepetlenmesi geliyor. Aslında bu görüşmede Bushun tüm sözleri tarihe geçecek nitelikte. Sadece Türkiye değil tüm dünya, zamanında ABD öncülüğünde kurulmuş bulunan uluslararası örgütler, diğer emperyalist güçler aynı burnu büyüklükle aşağılanıyor. Bushun ifadelerinden kısa bir seçki tabloyu vermeye yeterli olacaktır: AB mi kaldı? Alın işte 3e böldüm, 21. yüzyılda Birleşmiş Milletler gerekli mi değil mi, ona bakıyorum. Arkadaşlarımız bunu araştırıyorlar. Bu sözler ABDnin her türlü muhalefete ve rakiplerinin tepkilerine rağmen bildiğini okuma kararlılığını olduğu kadar, rakiplerine yönelik bir meydan okumayı da içeriyor. Ama asıl, Yakışa yönelttiği azarlama tutumuyla, hükümetin dilinden düşürmediği stratejik ortaklıkın ABD cephesinden nasıl algılandığı gösterilmiş oluyor. ABD açıkça, uşaksın sen, uşaklığını bil demeye getiriyor. Sonucunu da alıyor. Hükümet her türlü demagojiye nihayet bir son verip derhal hazırola geçiyor. ABDnin isteklerini karşılamak üzere tezkere meclise sevkediliyor. Tezkere Iraktan önce Türkiyeyi 62 bin Amerikan askerinin Türkiyeye girişine izin veren tezkereyle, Iraktan önce Türkiye Amerikan işgaline açılmış oluyor. Amerika, iktidardaki uşakları sayesinde hiçbir zorluk çekmeden, hiçbir direnişle karşılaşmadan bir işgali gerçekleştirmiş olacak böylece. Tezkerede 62 bin yazıyor ama, daha izin çıkmadan binlercesi geldiğine göre, izinden sonra ne kadarının geleceğini Amerikanın ihtiyaçları, yani savaşın seyri belirleyecek. Süre konusunda da aynı şey geçerli. Tezkerede 6 ay olarak ifade edilen süre de, yine ABDnin ihtiyacına göre değişecektir. Ancak bugünden açık olan bunun kesinlikle 6 ay olmayacağıdır. Bu açıklığı sağlayan ABDnin saldırı ve işgallerden ibaret tarihidir. Daha şimdiden, yani henüz izin çıkmamışken, nerdeyse tüm Akdeniz bir ABD gölüne dönüştürülmüş durumda. İskenderun Limanı bir ABD üssü haline getirildi. Bu liman ABD donanması dışında kimse tarafından kullanılamaz halde. Amerikan üsleri zaten kullanılamıyor, daha ötesi denetlenemiyordu. Şimdi bunlara tahsis edilen yeni havaalanları, yeni limanlar eklendi. Artık buralar da gayrı-resmi birer Amerikan üssü haline geldi. Amerika dışında kimse tarafından kullanılamaz, sözde sahibi olan Türk devleti tarafından denetlenemez. Peki, bugün kendi toprağında kendi havaalanını, kendi limanını denetleyemeyenler, yarın Amerikan işgali altındaki Irakta nasıl bir denetim kurmayı umabilirler? Kuzey Irakın denetimine ilişkin gerekçelendirmeler, açık ki, savaş karşıtı kitlelere yönelik birer manipülasyon olmanın ötesinde hiçbir anlam ve gerçeklik taşımamaktadır. Tezkere mecliste, AKP hala oyun oynuyor Hükümet, ülkeyi büyük bir felakete sürüklemenin yanı sıra AKPyi de tarihe gömeceği açık olan bu kararı verirken, demagojiyi tümüyle bir yana bırakmış değil. Karara itiraz eden bakanlar varmış, bu karar milletvekillerinin içine sinmemiş, tezkere hükümeti parçalayabilirmiş, vb... Basın, özellikle dinci çevreler, hala AKP şahsında dinci politikalarını aklamanın bir yolunu bulma arayışındalar. Bakanların tümü tarafından imzalanarak gönderildiği ve meclis de hükümet gibi tek parti çoğunluğuna sahip olduğu halde, hala tezkere meclisten dönebilirmiş yorumları yapılıyor. Bu yazı hazırlandığı sırada henüz tezkere mecliste görüşmeye açılmamış olsa da, akıbeti ortada. Bu akıbeti ayan-beyan gösteren elbette sadece ABDnin hükümet üzerindeki baskısı ve hükümetin ABD uşaklığı decurren;il. Türkiyede son söz, hele de böyle bir konuda, hiçbir zaman hükümette olmamıştır. Savaşa katılma kararı da, hiç kuşku yok ki, MGK üzerinden ordu tarafından ve çoktan alınmış bulunuyor. Sermaye sınıfının tutumu ise TÜSİAD üzerinden çoktan açıklanmış durumda. Hükümete düşense, sadece böylesine vahim bir kararın sorumluluğunu üstlenmektir. AKP hükümetinin, denilebilir ki, tek zorlnma alanı da budur. Bu sorumluluktan kurtulmak, en azından paylaşmak yönündeki çabaları, daha baştan ordu tarafından geri çevrildi. Yani yapacakları fazla bir şey kalmadı. Şimdi, tezkerenin meclisten geçmesine saatler kalmışken, süren pazarlıklar için son bir gayretle son kozlarını oynuyorlar. Ancak bu efendiyle uşak arasında süren bir oyun olduğuna göre galibi de baştan belli. Üç-beş kuruşluk sadaka dışında bir şey koparamayacakları (o da ABDnin belirlediği miktar ve koşullarda olacak) son derece açık. Bu da bir kez daha Türkiyenin savaşa katılma bahanelerini ortadan kaldırıyor. ABD, ne Irakın yeniden yapılandırılması, ne ganimet paylaşımı (bu Türkiyenin bahanelerinde masaya oturmak olarak ifade ediliyor), ne Türkmenler meselesi (yani Musul-Kerkük petrolleri) konusunda taviz verme niyetinde. İlişkiler bu şekilde kurulduğu ve işlediği sürece buna ihtiyacı da yok. ABDnin tek zorluk alanı, dünya sathında rakibi olabilecek diğer emperyalist güç ve odaklaşmalar. Irak saldırısına da temelde bu güçlerle hesaplaşma ihtiyacı yön veriyor. Saldırı kararının açıklanmasından bu yana geçen süre boyunca esas çekişme, BM üzerinden bu güçlerle yaşanıyor. ABD Birleşmiş Milletlere bir karar tasarısı daha götürdü ABD, bir yandan savaşa ilişkin hazırlıklarını, bölgeye askeri yığınak için sevkiyatı son hızla sürdürürken, diğer yandan BM nezdindeki girişimlerine de ara vermiyor. Bu girişimin iki ana ayağı var. Birincisi, yukarıda da değindiğimiz gibi gözdağı niteliğindeki açıklamalar, kafa tutmalar. Diğeri ise yandaşlarının sayısını artırmaya yönelik temaslar. ABD-İngiltere suç ittifakının BMe sunduğu ikinci karar tasarısı, Irak lideri Saddam Hüseyinin barışçıl bir şekilde silahsızlanmak için son fırsatı kaçırdığı şeklinde özetlenebilecek ifadelerden ibaret. Bu tasarıda ikili açıkça silahlı saldırı izni istemiyor. Böylece muhaliflerinin itirazlarını sınırlayabilmeyi umuyor. Bir yandan tasarı Güvenlik Konseyine sunulurken, diğer yandan Konseyin daimi üyeleri ile temaslara da hız veriliyor. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, bu kapsamda görüştüğü Suriye ve Çinden eli boş döndü. Fransadan ise Iraktaki denetim stratejisini bozarak savaşa yol açacak bir başka düşünceye dönmek için bugün bir gerekçe yok açıklaması geldi. ABDnin BMi iknaya yönelik girişimlerinin de iki ayağı var. Biri, Konseyin büy&uum;k üyelerini iknaya dönük görüşmeler, diğeri ise Angola, Gine, Kamerun gibi küçük üyeleri yanına çekme girişimleri. Ama ABDnin asıl yönelimi, karşısında herhangi bir muhalefet odağı, ayağına dolanma ihtimali bulunan bir BM bırakmamaktır. Irak savaşını, herkesin önünde diz çökeceği yeni bir dünya düzeni kurmak amacına hizmet etmesi için planlamaktadır. |
|||||