1 Mart '03
Sayı: 08 (98)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hesap vermekten kurtulamayacaklar!
  Kan parasının miktarı belli oldu
  Bağımsızlık ve özgürlük devrimle kazanılacak!
  AKP hükümetinin "harp ve sulh" macerası
  BDSP’nin çağrısı: Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı birleşelim!
  Emperyalistler arası kirli pazarlıklar ve hesaplar!
  Emperyalist savaş ve CHP
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Yeni iş yasası kapıda!
  Kölelik yasası protesto edildi
  ABD emperyalizmi ülkemizden defol!
  "Esnek üretim" saldırısında son perdeye gelinirken...
  KESK İzmir Bölge Toplantısı..
  KESK İstanbul Bölge Toplantısı...
  Ekim Gençliği'nden...
  Ne YÖK ne YEK, üniversiteler bizimle özgürleşecek!
  Ev kadınlarıyla savaş üzerine konuştuk...
  Bir tersane işçisiyle sorunlar üzerine konuştuk...
  Devlet solu yine hedef saptırıyor
  Emperyalist savaş, Kürdistan ve devrimci görevler...
  İtalyan emekçilerinden "ölüm trenleri"ne geçit yok!
  Katliam ortaklığına, ABD saldırganlığına 'hayır' diyoruz!"
  Emperyalist savaş ve sınıf cephesinde devrimci görevlerimiz...
  Bir savaş elçisinin itirafları
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaş, Kürdistan ve
devrimci görevler...

Irak saldırısı ve işgali için son hazırlıklar yapılıyor. İşgal birlikleri hızlı ve yoğun bir biçimde saldırı üslerinde üsleniyor, “harekat” emrini bekliyor...

TC hükümeti, Türkiye’yi bir saldırı üssü haline getirmek ve Güney Kürdistan’ı işgal kararlarını resmileştirmek ve “yasal” dayanaklara oturtmak için “Yabancı ülke askerlerini kendi topraklarında konumlandırma ve yabancı ülkelere asker gönderme tezkeresini” meclise gönderdi. Bu teskerenin meclis tarafından olduğu gibi onaylanacağı kesindir. Böylece TC de Irak saldırısında etkin bir rol oynayacağını resmileştirmiş bulunuyor. Kuşkusuz bu, bir savaş kararıdır!..

ABD ve TC’nin planları çok açıktır. ABD iki cepheden, kuzeyden ve güneyden Irak’a saldıracak, iki koldan işgal birliklerini Bağdat üzerine sürecek ve Irak yönetimini teslim olmaya zorlayacak veya yıkacaktır. Askeri işgal temelinde Irak devleti ve rejimi yeniden şekillendirilecektir. Bir işgal yönetiminin kurulacağı ve bunun uzun yıllar alacağı basında açıkça tartışılıyor. Yine bu saldırı ve işgal hareketinin Irak ile sınırlı kalmayacağı, bütün Ortadoğu’yu içine alacağı ve bunun da bütün dünyayı ABD sömürge imparatorluğu haline getirme ve bu temelde yönetme stratejisinin temel ayaklarından biri olduğu bilinen ve gizlenme gereği dahi duyulmayan bir gerçekliktir.

Nasıl bir Irak konusu, TC için çok önemli ve aylardır ABD ile sürdürülen ve son günlerde iyice yoğunlaştırılan pazarlıkların esasını oluşturmaktadır. Her şeyden önce Irak’ın yapılandırılmasında etkin bir söz ve karar sahibi, etki sahibi olmak istiyor. Nasıl bir Irak sorusunda TC için üç nokta çok önemli.

Birincisi, Güney Kürdistan’ın yeniden biçimlendirilecek Irak’ta alacağı yer, kazanacağı konum, başka bir ifadeyle Kürtler’in konumları ve statüleridir. Bu noktada TC, 1991 öncesi bir Irak, yani merkezi ve üniter bir Irak istemekte, Kürtler’e ise en fazla içi boşaltılmış bir özerklik öngörmektedir. Başarabilse içi boşalmış bir özerkliği de kabul etmeyecek, ama gelinen noktada bunun mümkün olmayacağını da bilmektedir.

Üzerinde durduğu ikinci nokta ise, Musul-Kerkük petrolleridir. Bu petrollerin Kürtler’in eline geçmemesini, Kürtler’in bunlardan asgari düzeyde de olsa yararlanmamasını istemekte ve bu petrollerden kendilerine de azami düzeyde bir pay kapma hesabını yapmaktadırlar.

Üçüncü nokta, birinci ve ikinci noktayla doğrudan bağlantılıdır. O da şu: Türkmenleri yeniden yapılandırılacak Irak’ta etkin bir konuma getirme çabaları ise Irak ve Güney Kürdistan üzerinde daha fazla etki ve güç sahibi olmak içindir. Başka bir ifadeyle Türkmen kartını yeni bir Kıbrıs yaratma planının bir unsuru olarak kullanmak istiyorlar.

Bu üç temel noktada TC’nin ABD ile yaptığı uzun pazarlıklar sonucu belli bir anlaşmaya vardığı anlaşılıyor. Irak ve Güney Kürdistan’ın yeniden yapılandırılmasında isteklerini önemli ölçüde güvence altına alma karşılığında egemen olduğu tüm toprakları Irak saldırısı için bir savaş üssü haline getirmiştir. Daha önce var olan ABD askeri varlığına ek olarak resmi rakamlara göre 62 bin asker ve askeri araç ve donanımın TC toprakları üzerinde bulundurulmasına ve kuzeyde Irak işgal hareketine olanak ve izin verilmiştir. Konunun ayrıntıları biliniyor, basında açık seçik yazılıp çiziliyor, tartışılıyor.

Belli ki TC, topraklarını bir saldırı üssü haline getirmekle, “Kuzey cephesinin” açılmasına olanak sağlamakla yetinmiyor, aynı zamanda ABD ve İngiltere’nin yanında bu saldırı cephesinin en etkili üçüncü unsuru olacaktır. Bu bağlamda Güney Kürdistan işgaline yoğun bir biçimde hazırlandığı gün gibi ortadadır. Güney işgalinin hedefinin öncelikle Güney’de bugüne kadar devletleşme, ulusal kurumlaşma doğrultusunda yaratılan tüm mevzileri ortadan kaldırmak olduğu çok açıktır. TC, bir savaşın kendi içinde sayısız belirsizliği taşıdığını, merkezi hükümet ve devletin yıkılmasıyla nasıl büyük bir otorite boşluğunun ortaya çıktığını, zaten Güney’de Kürtler’in fiilen devletleştiklerini, böyle bir boşlukta bunun nerelere varabileceğini biliyor ve saptayabiliyor. O nedenleGüney’i işgal etmeyi, savaşta etkin bir rol üslenmeyi, savaşın karar mekanizmalarında etki ve söz sahibi olmayı, kendi Kürdistan politikası açısından yaşamsal önemde değerlendirmektedir.

Güneyli Kürtler, KDP ve YNK de TC’nin bu planlarının farkındadırlar ve bundan dolayı son dönemde TC işgaline karşı daha net bir tavır alma gereğini dillendirmeye başlamışlardır.

Irak saldırı planlarının, TC’nin bu plan içindeki konumu ve stratejik hedeflerinin netleşmesine paralel olarak emperyalist savaşın Kürdistan açısından ne anlama geldiği, neler getirip götüreceği soruları da netleşiyor. Aslında doğru ve sağlıklı bir emperyalizm kavrayışına sahip olanlar için bu soruların yanıtı zaten çok netti. Ama kimi Kürt grupları, çevreleri ve bireyleri açıktan açığa ABD’nin Irak saldırısının yanında yer almak gerektiğini, bunun Güney Kürtleri’nin yararına olacağını, Güney Kürdistan’ın fiili kazanımlarının ulusal ve uluslararası güvencelere ve statüye kavuşacağını iddia ediyorlardı. Gerekçeleri de “düşmanımın düşmanı dostumdu” biçiminde formüle ediyorlardı. Sanki Kürtler veba ile kanserden birine mahkumdu, mutlaka birinden birini tercih etmek zorundaydı! Her şeye rağmn yaşanacak bir savaşın ortaya çıkaracağı boşluklardan, fırsatlardan yararlanmak başka bir şeydir, ama bir yağma, hegemonya ve yıkım savaşına onay vermek, desteklemek, hatta meşrulaştırmak, vebadan kaçarken kanseri şirin göstermek başka bir şeydir!

Bölgemizi ve dünyayı askeri işgal ve güç aracılığıyla emperyalist hegemonya altına alma stratejisinin çok önemli ayaklarından biri olan bir işgal ve yıkım savaşının yanında saf tutmak, salt ilkesel ve ahlaki açıdan değil, aynı zamanda Kürtler’in özgürlük politikaları açısından da vahim bir hatadır; bu, kendi boynuna ilmiği geçirmekten başka bir şey değildir.

ABD saldırısının yanında olmak, TC’nin Güney işgaline de onay vermek değil midir? Emperyalist hegemonya savaşına karşı olmadan TC’nin Güney planlarına karşı olmak mümkün müdür? Ya da TC’nin Güney işgal hareketine, TC’nin savaş içinde aldığı pozisyona net, kesin ve açık tavır almadan “savaş karşıtlığının” kendi başına ne anlamı olabilir? Ya da TC’nin saldırganlığını ve savaş planlarını cepheden karşılamadan geliştirilecek bir savaş karşıtlığının tutarlılığı söz konusu olabilir mi? Özellikle Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci, yurtsever ve sosyalist güçler, emperyalist savaş karşıtı güç ve çevreler açısından bu sorular çok daha önemli ve yakıcıdır. Emperyalist hegemonya savaşına karşı olmak, bu karşı duruşta samimi ve tutarlı olmak bütünlüklü bir duruşla mümkün! Emperyalizmin “G¨ney cephesine” karşı olmak, ama “Kuzey cephesi” ve bu bağlamda TC’nin işgal hareketine sessiz kalmak, böyle çelişkili ve parçalı bir yaklaşım doğru, tutarlı ve sonuç alıcı olabilir mi?

Türkiye’de savaş karşıtlığı, TC’nin Güneyi işgal planlarına, TC topraklarının saldırı üssü haline getirme politikalarına cepheden tavır almayı içermek zorundadır. Bu da yetmez, aynı zamanda TC’nin Güney’i işgal ve “Kuzey cephesinde” etkin rol oynama hareketinin Güney Kürdistan’daki uluslaşma ve devletleşme doğrultusunda yakalanan düzeyi yıkma, Kürtler’i silahsızlandırma ve ektisizleştirme hedeflerine sahip olduğu gerçeğinden hareketle Güney’deki mevzileri savunmayı ve korumayı içeren bir politik duruş içinde olmak da gerekiyor. Başka bir ifadeyle Güney Kürdistan’daki kazanımları korumayı ve savunmayı içermeyen bir duruşta, TC’nin ve emperyalizmin Irak işgal hareketine karşı tavırda tutarlı ve samimi olması mümkün değildir.

Aslında sorun, çok boyutlu ve karmaşıktır, buna rağmen açık ve yalın boyutları da vardır. Kürtler’in özgürlük istemleri ve mücadeleleri ile emperyalist savaş karşıtlığını, TC’nin sömürgeci politikalarını hedeflemeyi bütünlüklü ve tutarlı bir politikada birleştirmek gerekiyor. Bunun için de sorunun ve gelişmelerin kesişen ve çelişik bütün boyutlarını kavramak zorunlu olmaktadır.

Bu kritik aşamada Kuzey Kürtleri’nin tutumu önemlidir. İmralı Partisi KADEK, iradesiz olduğu için TC karşısında, onun Güney işgal hareketi karşısında devrimci yurtsever bir çizgide politik ve askeri bir duruş sergilemesi mümkün değildir. Tersine, bugüne kadar izlediği çizgi ve pratikle TC’nin önünü düzlemiş, Kürt halkının enerjisini boşa akıtmış, dikkatini sahte gündemlere kilitlemiştir. Kuzey’de özel savaş çok kapsamlı bir saldırı içindedir, OHAL uygulaması yeniden getirilmeye çalışılıyor. Ülkemiz Güney’i ve Kuzey’i ile savaş alanı haline getiriliyor. Ama KADEK’in halkımızın önüne koyduğu “kampanyalara” bakın! Güney işgal hareketi KADEK’i de hedefleyecek, tasfiye hareketini fiziki imha ve tasfiye ile tamamlamaya çalışacak. Peki bu konuda uzun vadeli bir duruşları var mı? İlan edilen “politikalarn” arka planı dolu mudur? Hayır!

Kuzey’de bunun dışındaki politik çevrelerin gelişmeleri etkileme olanakları ve şansları yok gibidir. Ama öyle de olsa doğru bir anlayış ve tutuma sahip olmak, bunun mücadelesini verme istemine sahip olmak, devrimci yurtsever mücadelenin yeniden toparlanması ve ayağa kalkabilmesi açısından önemlidir, uzun vadeli beklentiler açısından gereklidir. “Güneyi savunuyoruz, Özgür Kürdistan’ın arkasındayız” demek, Kuzeyli politik çevreler açısından duygusal-ruhsal açıdan belki de bir şey ifade edebilir, ama politik açıdan bu, kendi başına bir şey ifade etmez. Kuzey’de, TC’ye karşı, onun sömürgeci savaş ve Güney işgal hareketine karşı politik bir hareket örgütlemeye çalışıyor musun, bütün dikkatin ve gücün bu hedef üzerinde yoğunlaşmış mıdır? O zaman Güney’e ilişkin görevlerini de yapabilirsin, o zaman Güne için söylediğin sözlerin pratik bir değeri olabilir! Yani günün acil görevi, Kuzey’de devrimci ulusal kurtuluş mücadelesini geliştirmektir! Güney’e ilişkin görev ve sorumluluklar da anacak bu bağlamda gerçekleşebilir!

Tavrımız ve görevlerimizin altını bir kez daha kalın çizgilerle çizme gereğini duyuyoruz:

Bir: Emperyalist hegemonya savaşına, onun Irak’taki somut gerçekleşme biçimi olan saldırı ve işgal hareketine net, kesin ve ikirciksiz bir biçimde karşıyız. Emperyalist savaşa karşı olmak, Saddam rejiminden, daha genel ifadeyle Irak sömürgeciliğinden yana olmak, onu desteklemek anlamına gelmiyor. Bizim veba ile kanser arasında tercih yapma zorunluluğumuz yoktur. Kendi bağımsız çizgimizde, onun bunun yedeğine düşmeden, ona buna yamanmadan ilkeli ve tutarlı bir politika izlemek mümkündür ve bu, devrimci kimliğimizin vazgeçilmez bir gereğidir!

İki: TC’nin Güneyi işgal hareketine, Güney’deki ulusal kazanımları yerle bir etme politikalarına karşıyız, buna karşı mücadele etmenin devrimciliğin ve yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereği olduğuna inanıyoruz. TC’nin Güney’i işgal ve Kürdistan’ı denetleme politikalarına tavır almayı içermeyen “anti-emperyalist” tutumların, savaş karşıtı yaklaşımların bütünlükten yoksun, tutarsız ve sonuçsuz bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz. Kürt halkının özgürlüğünü, Güney’deki fiili ulusal kazanımları, mevzileri savunmayı içermeyen genel bir savaş karşıtlığının tutarsız ve en yumuşak yorumla samimiyetten yoksun olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz.

Üç: Güney Kürdistan’daki kazanımlar, mevziler, ulusal kurumlaşma düzeyi büyük bir tehdit ve tehlike altındadır. Irak’ın ve bu bağlamda Güney’in yeniden yapılandırılması konusunda TC ile ABD arasında büyük ölçüde bir anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşma 1975 Cezayir Anlaşması’nı hatırlatıyor. O nedenle tehlike çok büyüktür. Ancak ne yazık ki Kürtler, onların politik temsilcileri bu tehlikeyi dünyaya, dünya kamuoyuna yeterince anlatamamışlar, bu konuda gerekli duyarlılığı yaratamamışlardır. Bu savaş ve işgal sürecinde Güney Kürdistan’daki ulusal mevzileri korumak, savunmak yurtseverliğin vazgeçilmez bir gereğidir. Aynı zamanda ortaya çıkabilecek fırsatlardan yararlanmasını bilmek ve var olan mevzileri daha da büyütmek, direniş temelinde tüm yurtsever güçlerin ortak hareketini gerçekleştirmek önemli vegereklidir. Şu anda KADEK’in etkisinde olan gerilla güçlerinin yurtseverlik görevi de budur!

Dört: Bütün bu tutum ve görevlerin pratik anlam kazanabilmesinin, politik bir etkiye sahip olabilmesinin Kuzey’de etkili bir politik güç olmaktan geçtiğine inanıyor ve bütün dikkatimizi, yetenek ve enerjimizi bu hedef üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştığımızı bir kez daha vurgulamak istiyoruz.

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları