1 Mart '03
Sayı: 08 (98)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hesap vermekten kurtulamayacaklar!
  Kan parasının miktarı belli oldu
  Bağımsızlık ve özgürlük devrimle kazanılacak!
  AKP hükümetinin "harp ve sulh" macerası
  BDSP’nin çağrısı: Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı birleşelim!
  Emperyalistler arası kirli pazarlıklar ve hesaplar!
  Emperyalist savaş ve CHP
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Yeni iş yasası kapıda!
  Kölelik yasası protesto edildi
  ABD emperyalizmi ülkemizden defol!
  "Esnek üretim" saldırısında son perdeye gelinirken...
  KESK İzmir Bölge Toplantısı..
  KESK İstanbul Bölge Toplantısı...
  Ekim Gençliği'nden...
  Ne YÖK ne YEK, üniversiteler bizimle özgürleşecek!
  Ev kadınlarıyla savaş üzerine konuştuk...
  Bir tersane işçisiyle sorunlar üzerine konuştuk...
  Devlet solu yine hedef saptırıyor
  Emperyalist savaş, Kürdistan ve devrimci görevler...
  İtalyan emekçilerinden "ölüm trenleri"ne geçit yok!
  Katliam ortaklığına, ABD saldırganlığına 'hayır' diyoruz!"
  Emperyalist savaş ve sınıf cephesinde devrimci görevlerimiz...
  Bir savaş elçisinin itirafları
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Amerikan işbirlikçileri ihanette ve uşaklıkta sınır tanımıyorlar...

Hesap vermekten kurtulamayacaklar!

Aylardır süren savaş pazarlığında son aşamaya gelindi. Amerikan uşağı işbirlikçi AKP hükümeti, hafta başında bütün bakanlarına imzalattığı 2. tezkereyi meclise getirmeye hazırlanıyor. Türkiye’ye yabancı ülke askerlerin gelmesine ve yurtdışına Türk askerlerinin gönderilmesine izin veren 2. tezkere Cumartesi günü mecliste oylanacak ve büyük bir olasılıkla kabul edilecek. Tezkerenin onaylanması resmi savaş kararı anlamına geliyor. Burada üç noktaya bir kez daha işaret etmek istiyoruz.

Birincisi, daha tezkereler çıkmadan liman ve havaalanlarının ABD’nin asker, silah ve mühimmat sevkiyatına açılmış olmasıdır. İkincisi daha pazarlıklar sürerken ABD ile askeri anlaşmaların sağlanması ve bir dizi savaş hazırlığının başlatılmasıdır. Üçüncüsü ise, daha BM savaşa ilişkin bir karar almamışken, daha henüz haydutbaşı Bush ABD Kongresi’nden savaşı fiilen başlatma yetkisi almamışken sermaye iktidarının savaş kararı anlamına gelen tezkereleri peşpeşe çıkarmasıdır.

Bunlar uşaklıkta katedilen yeni bir aşamanın ve yeni bir düzeyin göstergesidir. Kore savaşındaki sefilce uşaklığı bile geride bırakan bir siyasal tablodur karşımızdaki. Uzun bir süredir topraklarını fiilen Amerikan askerlerinin hizmetine sunan, Kürt sorununu bahane ederek Irak topraklarına giren sermaye devleti, artık resmen de bu savaşın içinde, kayıtsız ve şartsız olarak Amerika’nın hizmetindedir. Savaş taşeronluğuna konulan bazı kayıt ve şartların (bunlar alınacak dolarların miktarı ve koşulları, ülkeye girecek asker sayısı vb. ile ilgilidir) hiçbir anlamı yoktur.

Şimdiye kadar verilmeye çalışılan “sıkı pazarlık” görüntüsünün nasıl da bir uşakça yaranma ve çaresizce bir dilenme anlamına geldiği, kendisini ziyarete gelen iki Türk bakanına “beyler gidin ülkenize ve tezkereyi bir an önce Meclis’ten geçirin” diyen Bush’un azarlayıcı emriyle bir kez daha belgelenmiş oldu. Peşpeşe alınan kararlar “barıştan yanayız” söyleminin nasıl da ikiyüzlü bir politik tutum olduğunu açığa çıkardı.

Uşaklıkta ısrar edenler uşak muamelesi
görmeye mahkumdurlar

Amerikan basını başta olmak üzere, dünya basını günlerdir Türk devletinin kendisinden dolar kapma pazarlığını aşağılayıcı, küçük düşürücü haber, yorum ve karikatürlere konu ediniyor. İşte 50 küsur yıllık kölece bağımlılığın sonunda ve üstelik bu bağımlılığı Amerika adına savaşma fütursuzluğuyla birleştiren uşakça yaranmada Türkiye’ye biçilen değer budur. Sermaye devleti bu aşağılayıcı tutumlara, tam da “stratejik ortaklık” safsatalarının yapıldığı, ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu, Türkiye’nin vazgeçilmez jeo-politik ve jeo-stratejik önemi üzerine methiyeler düzüldüğü bir aşamada, bir savaşın öngünlerinde maruz kalabiliyor.

Altını çizerek belirtmeliyiz ki, olup bitenler efendi-köle ilişkisinin doğasına, bu ilişkinin ruhuna son derece uygundur. Bu tabloda yadırganacak hiçbir şey yoktur. Herşey daha önce Amerikalı borsa simsarı Soros tarafından en veciz biçimde ifade edildiği gibi yürümektedir: Türk devletinin asker kanından başka pazarlayacak ciddi bir ihraç malzemesi yoktur. Efendinin zaman zaman bir eliyle başını okşadığı uşağına yeri geldiğinde haddini bildirmesi ve konumunu hatırlatması eşyanın tabiatı gereğidir.

Açgözlü sermaye sınıfıyla, hükümetiyle, ordusuyla, şakşakçı medyasıyla sermaye iktidarının duyduğu tek kaygı, ucuza gitmemektir. Başarının tek ölçüsü, pazarlıktan mümkün olduğunca daha fazla dolar kapmaktır. Politika diye sunabildikleri tek şey budur. AKP’nin başı Erdoğan ve hükümetin başı Gül, kendi tabanlarından gelen rahatsızlıkları “duygularınızın değil çıkarlarınızın sesine kulak verin” diyerek bastırmaya çalışmaktadır. Uşaklığın teorisi tam da bu meseleye indirgenerek yapılmaktadır. Ve sıkı pazarlık görüntüsüne rağmen asker kanının ne kadar ucuza gittiği ortadadır. 3-5 milyar dolarlık hibenin dışında, verilecek krediler, İMF denetiminde geri alınacak borçlardan başka bir şey değildir. Türk devleti borç karşılığında emperyalizmin kurşun askerliğini kabul etmiştir.

Ama unuttukları bir şey var: Miktarı ne olursa olsun, kasalarına giren dolarlar, ihanet ve uşaklıklarını hiçbir biçimde mazur göstermeye yetmeyeceği gibi, efendinin kazanması durumunda bile uşaklar çanak yalamakla yetinmek zorunda kalacaklardır. Savaşa alet olmakla başlarına daha büyük belalar açmaları da cabası.

Sermaye iktidarının bu savaşı kazanma şansı yoktur!

Sermaye iktidarının emperyalist haydutların hizmetinde girmeye hazırlandığı bu savaşı kazanma şansı yoktur. “Zorunlu hale gelirse savaşa katılıp kayıplarımızı asgariye indirelim” açıklaması bunun dolaylı bir itirafıdır. Bu, mali cephede olduğu kadar siyasal cephede de böyledir. ABD emperyalizmi mali ambargonun yanı sıra, savaşa katılmaması durumunda Kuzey Irak’ta kendisine bağlı bir Kürt devleti kuracağı tehditiyle Türkiye’yi savaşın içine çekmektedir. Sermaye devleti bu tehditi ortadan kaldırmayı, savaşa katılmasının en temel siyasal gerekçesi olarak öne sürmektedir.

Oysa, Türkiye’nin savaşa katılmasının ve Türk askerlerinin Kuzey Irak’a girmesinin, kendi başına Kürt sorunundan duyduğu kaygıları gidermeye yetmeyeceği çok açıktır. Sırtını ABD’ye yaslayarak bu savaşta yer alan ve orada fiilen işleyen bir devlet kuran Kürt grupları, Irak savaşı sonrasında bu kazanımları korumak isteyecekleri gibi, elbette daha ileri kazanımlara da ulaşmaya çalışacaklardır. Kuzey Irak’taki Kürt gruplarının şimdikinden daha geri bir statüye ve koşullara razı olmayacakları açıktır. Hafta içinde toplanan Kürt Parlamentosu, bu eğilimi bir karar olarak da ileri sürmüş bulunuyor. Sermaye devleti, bir başka ülke topraklarında bu yönde işleyecek bir Kürt dinamiğini kontrol edemeyecek kadar siyasal bir zaafiyet içindedir. Bunu askeri güç kullanarak telafi etmeye çalışması ise, uzun sürecek bir çatışmaya girmesi demektir. Kedi topraklarındaki Kürt isyanını bizzat önderliğinin teslimiyete sürüklenmesi sonucunda yalnızca bir süreliğine kontrol etmeyi zar zor başaran bir Türkiye’nin Irak sınırları içinde Kürtlerle girişeceği bir savaşı kazanması nerdeyse imkansızdır. Uzun bir dönem orada işgalci bir konumda kalamayacağı ise bellidir. Buna yeltenecek bir Türkiye, karşısında yalnızca Kürt gruplarını değil bizzat ABD’yi de bulacaktı. Zira ABD’nin hedefi yalnızca Irak’la sınırlı değildir. Irak’tan sonraki diğer hedeflerine ulaşmak için, savaş sonrasında burada az-çok bir istikrar sağlamak durumundadır. Bunu riske atacak gelişmelere bu nedenle sessiz kalmayacaktır. Bu tablo, uşağının da efendisi ABD’nin de işinin de ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyor.

Savaşı devrimci bir çıkışın olanağına dönüştürmeliyiz!

Kuşkusuz ABD’nin peşinden uşakça sürüklenen Türk devletinin işi çok daha zor. Irak savaşı ne bir Kore ve Kıbrıs savaşına, ne de Bosna, Somali ve Afganistan’a asker göndermeye benziyor. Dün Kore savaşına “komünizmle mücadele”, Kıbrıs işgaline “Türk halkının can güvenliği” gerekçesiyle girişen; Somali’ye, Bosna’ya ve Afganistan’a uluslararası kararlar gereğince asker gönderen Türkiye’nin, üç-beş kuruş dolar ve “terörle mücadele” bahanesiyle savaşa girmesini kabul etmeyen büyük bir savaş karşıtı kitle var karşısında. Tabandan gelen basınç AKP hükümeti içinde bile çatlaklara yol açıyor. Ülke topraklarını ABD işgaline açmasını ve yabancı topraklarda savaşmasını kendi halkına bile izah edemiyor. İzah edemediği bu uşaklığa halkının ezici bir çoğunluğunu arşına alarak devam etmek zorunda. Bu, bugünkü savaş karşıtlığına dönüşmesi ihtimalini ve olanağını da beraberinde getiriyor.

Sermaye açısından bir diğer açmaz ise sermayenin daha yüzüncü gününde yeni hükümetini yıpratmış olarak saldırılarına devam edecek olmasıdır. Dış politikada olduğu kadar iç politikada da yüz günün bilançosu tam bir fiyaskodur. Türkiye ekonomisi 12 yıl öncesinin koşullarına kadar gerilemiş bulunuyor. Emperyalizme kölece uşaklık emekçilere dönük saldırılarla yaşam koşullarını gitgide daha da ağırlaştırmaktadır. Aç gözlü sermaye daha şimdiden savaş bahanesiyle büyük bir işçi kıyımına hazırlanmaktadır. Ücret ve yaşam koşulları açısından durum daha da beterdir. Ekonomik daralmanın ve krizlerin yükü bütün ağırlığıyla emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Şimdi bu yük savaş koşullarıyla daha da ağırlaşacak ve yıkıcı boyutlar kazanacaktır. Savaş ve savaş ekonomisi kaçınılmaz olarak sııfsal çelişki ve çatışmaları derinleştirecektir.

Her açıdan tarihsel önemde bir sürecin içine girmiş bulunuyoruz. İhanet ve uşaklıkta sınır tanımayan sermaye iktidarı büyük bir sınıf ve kitle tepkisinin önünü kendi elleriyle açmaktadır. Artık sorun işçi ve emekçilerin yalnızca tepki duymakla yetinmeyecekleri bir aşamaya gelip dayanmıştır. Bu savaşın yıkıcı etkileri ancak ve ancak emperyalistlerin ve uşaklarının yenilgisiyle ortadan kaldırılabilir. Onlar yenilmeye, işçiler, emekçiler ve bölge halkları kazanmaya mahkumdur.

Emperyalizme bu uşakça bağımlılık zinciri kırılmalıdır. Boğazına kadar ihanete, haksız ve kirli bir savaşa batan, geleceğimizi ayaklar altına alan sermaye iktidarından hesap sorulmalıdır. Bu savaş kazanılmalıdır.

Bu iddia ve bu bilinçle zorlu bir savaşa hazırlanmak, işçi ve emekçi yığınları savaşa hazırlamak ise sınıf devrimcilerinin acil ve temel görevidir.