1 Mart '03
Sayı: 08 (98)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hesap vermekten kurtulamayacaklar!
  Kan parasının miktarı belli oldu
  Bağımsızlık ve özgürlük devrimle kazanılacak!
  AKP hükümetinin "harp ve sulh" macerası
  BDSP’nin çağrısı: Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı birleşelim!
  Emperyalistler arası kirli pazarlıklar ve hesaplar!
  Emperyalist savaş ve CHP
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Yeni iş yasası kapıda!
  Kölelik yasası protesto edildi
  ABD emperyalizmi ülkemizden defol!
  "Esnek üretim" saldırısında son perdeye gelinirken...
  KESK İzmir Bölge Toplantısı..
  KESK İstanbul Bölge Toplantısı...
  Ekim Gençliği'nden...
  Ne YÖK ne YEK, üniversiteler bizimle özgürleşecek!
  Ev kadınlarıyla savaş üzerine konuştuk...
  Bir tersane işçisiyle sorunlar üzerine konuştuk...
  Devlet solu yine hedef saptırıyor
  Emperyalist savaş, Kürdistan ve devrimci görevler...
  İtalyan emekçilerinden "ölüm trenleri"ne geçit yok!
  Katliam ortaklığına, ABD saldırganlığına 'hayır' diyoruz!"
  Emperyalist savaş ve sınıf cephesinde devrimci görevlerimiz...
  Bir savaş elçisinin itirafları
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaş ve
sınıf cephesinde devrimci görevlerimiz...

Emperyalist savaş için geri sayım başladı. Bu savaşın haksızlığına duyulan tepkinin boyutu zaman zaman gazetelerde çıkan anket sonuçları ve yüzdelik verilerle gösterilmektedir. Buna göre de halkın %90’ı bu savaşa karşı çıkmaktadır. Elbette her kesim farklı nedenlerle savaşa karşı çıksa da, sonuçta bu sermaye devletinin savaşta aktif bir tutum alma çabasını zora sokmaktadır. Nitekim bugün bir çok dükkan ve araba camlarında “Savaşa hayır” yazısıyla kaplı durumda. Yanı sıra futbol maçları bile savaş karşıtı protestolara sahne olabilmektedir. Ancak bu mevcut durumla tezat oluşturacak bir görüntü ise savaş karşıtı “eylemli” muhalefetin zayıf kalmasıdır. Zira halıhazırda yapılan eylemlere katılım oranı hem çok düşük (%90’lık bir tepkiden söz edildigi bir yerde), hem de yapacağı eylemlerle bu savaşı durdurabilmeye yeterli tek güç olan iş¸i ve emekçilerin bu eylemlerde tuttuğu yer son derece zayıftır.

Savaş karşıtı duyarlılık üzerinden sınıf kitlelerini örgütleme görevi ise öncelikle komünistlerin önünde durmaktadır. Değişik araç ve yöntemleri kullanarak ve sistematik bir faaliyet yürüttüğümüzde sonuç alınabilinir. Yakın dönemdeki seçim faaliyeti çerçevesinde ortaya konulan performans ve sonuçları yararlanması gereken olumlu bir deneyim olarak önümüzde durmaktadır. Geçmiş yıllara oranla şöyle bir tespit farkı yapabilmekteyiz; örneğin geçmiş yıllarda çalıştığımız iş yerlerinde sınıfı daha genel planda etkileyen politik konular hakkında konuşmalar yapmakta zorlandığımızı, zira bu alana dönük bir ilginin azlığından bahsedebiliyorduk. Ancak şimdi ise işçi ve emekçilerin günlük sohbet konuları bile olabilmektedir bunlar. Tabii burada işçi ve emekçilerin tamamen syasetle ilgilendiği gibi bir tespitte bulunmamaktayız, ancak geçmişe göre belli bir farklılaşmanın olduğu ortada. Zira yaşanılan ekonomik krizler ve bunların emekçiler cephesinde yarattıgı sonuçlar, İMF saldırıları ve yüklediği faturalar, ekonomik ve sosyal hakların gasp edilmesine yönelik saldırılar, seçimler, Irak’a dönük emperyalist müdahalenin gündeme gelmesi vb. gelişmeler ister istemez sınıf kitlelerinde belli birpolitizasyona yolaçtı. Elbette sermaye devleti bunu engellemeye, engelleyemediği oranda yönlendirmeye çalışmıştır ve çalışacaktır.

Bu noktada da kullandığı en etkili araçlardan biri burjuva medyası olmaktadır. İnsanların düşünceleri medyadan kitlelere sunulan günlük haberlerle her gün değişebilmektedir. Örneğin, “savaşa girmemiz gerektiği” düşüncesini insanların kafalarında meşrulaştırabilmek için her gün yeni gerekçeler ileri sürmektedirler. Bunu da öyle bir tarzda yapmaktadırlar ki kitleler ileri sürülen bu gerekçelerle adeta bir bombardımana tutulmaktadır. Bir gün ileri sürülen gerekçe ertesi gün geçerliliğini yitiriyor, ancak bunun sorgulanması yerine yeni bir tez ileri sürülüyor hemen. Saddam’ın diktatör olduğu, Amerika’nın demokrasi getireceği, İMF’ye bağlı olduğumuz, Kürt devletinin kuruluşunun engellenmesinden Araplar’ın zamanında Türk’leri arkadan hançerlediğine dar bir çok gerici söylem kullanılmakta. Yanı sıra “ulusal çıkarlar” söylemi kitleleri bu savaşa ikna etmenin etkili bir aracı olarak kullanılmaya çalışılıyor. Haliyle bunlar da işçi ve emekçilerin belli kesimlerinde karşılık bulabilmektedir.

Buna karşılık savaşın hem maddi hem de can bedelini işçi ve emekçilerin ödeyecek olması, savaşı isteyenlerin bu savaşın bedelini ödemek bir yana onun rantını yiyecek olması, somut güncel örneklerle bağı kurularak açıklanabildiğinde sermaye devletinin gerici propagandası etkisizleştirilebilir. Zira savaşı meşrulaştırmak isteyenlerin bile söze başlarken savaşa karşı olduğunu ifade etmek zorunda kaldıkları bir toplumsal gerçeklik var önümüzde. Örneğin TÜSİAD patronlarının savaş ortamını bahane ederek, kriz vb. bahaneler öne sürerek işçi ve emekçileri daha azgın bir sömürüye tabii tutmak istemeleri olduğunu açıkladığımızda, işçilerin olayların gerçek yüzünü anlamaları daha da kolaylaşmaktadır. Bu aynı zamanda yeni iş yasa tasarısını onların gündemine sokmanın da vesilesi olabilmektedir. Böylelikle de “ulusa çıkarlar” söyleminin aslında burjuvazinin çıkarlarını ifade ettiği gerçeği işçi ve emekçilere kolayca açıklanabilir.

Ajitasyon-propaganda faaliyetimizin işçi ve emekçiler cephesinde ne oranda karşılık bulacağı, bu çalışmanın ne kadar etkili ve sistematik bir tarzda yaptığımıza bağlı olacaktır. Örneğin seçimler çerçevesinde yürüttüğümüz ajitasyon faaliyetinin anlamı (seçimlerin Irak’a dönük emperyalist bir saldırının ve İMF’nin dayatacağı daha ağır bir ekonomik programın hayata geçirilmesi için gündemleştirildiği, vb.) işçiler nazarında somut olgularla daha iyi anlaşılmaktadır. Kurulacak hükümetin “sömürü ve savaş hükümeti” olacağını ifade ettiğimizde, buna itibar etmeyen ve AKP’ye oy veren işçiler bile daha sonra somut gelişmeler ışığında haklı olduğumuzu yer yer ifade edebilmektedirler. Ya da sermaye devletinin iş yasa tasarısı ile işçi ve emekçilee karşı hazırladığı saldırıyı anlattığımızda buna “inanmak istemeyen” kimi işçiler, tasarının daha çok gündeme geldiği şu günlerde “zamanında doğru söylediğimizi” belirtmektedirler. O an için yürüttüğümüz ajitasyon-propaganda faaliyetimiz işçiler cephesinden karşılık bulmasa da ya da anlaşılmasa da, biz bunları tok bir şekilde ifade edip, süreç içerisinde de buu doğrulayan güncel örneklerle teşhir edebilirsek, yarın bir gün çeşitli vesilelerle anladıklarında doğal bir şekilde ilgi odağı olabiliriz. İlişkiyi bu noktaya taşıyabildiğimiz oranda ise tepkilerini açığa çıkartabilmenin ve örgütlemenin yöntem ve araçlarını bulabilmeliyiz. Tabii bunu belirliyecek olan ise yine çalıştığımız işyerlerindeki insanların düzeyi olacaktır. Örneğin kimi yerlrde savaş karşıtı bir platform çalışmasının güçlerine ulaşabiliriz, kimi yerlerde sadece savaş karşıtı eylemlilik veya sosyal kültürel faaliyetlere katabileceğimiz düzeyde kişilerle karşılaşabiliriz. Kimi yerlerde ise bu düzeyinde gerisinde bir ilişki çevremiz olabilir ve bunu ilerletmenin çabasına uygun davranırız.

Ajitasyon -propaganda faaliyetimizin siyasal pratik faaliyet ayağını da etkili bir tarzda kullanabilmemiz gerekmektedir. Bildiri dağıtımını, en uygun ve işlevsel bir tarzda nasıl yapabileceğimize kafa yormalıyız. Yanı sıra hedef aldığımız kitleyle dialoğa geçebilmenin de imkanına dönüştürebilmeliyiz. Yani sadece bildirilerimizi vermekle yetinmemeli, aynı zamanda diyalogda kurabilmeliyiz. Eğer ülkenin yüzde doksanın savaşa karşı olduğu tespitinde bulunuyorsak böyle bir meşruiyet zemini üzerinden militan dağıtımlar gerçekleştirebilmeliyiz. Yanı sıra geçmişte sadece isimden gelen antipati ile bildirilerimizi yırtan geri bilinçli işçiler bile, şimdi soruna olan duyarlılıklarından ve etkisinde bulundukları siyasi yapıların pasifliğinden kaynaklı bildirilerimizi okuyabilmekte ve görüşlerimizi sorabilmektedirler. Ya da atölyelerin önünde görüldü&urren;ü takdirde çöpe atılan bildirilerimiz, yemekhane masalarında kalabiliyor. Yine aynı şekilde görselliğe de hitap edecek şekilde afişlerde kullanabilmeliyiz.

Emperyalist savaş karşıtı mücadelenin dünya çapında kitleselleşirken ülkemiz cephesinden zayıf kalmasının nedeni sendika bürokratlarının bahane ettiği gibi işçilerin “geri durumu” değil , tam tersine bu hainlerin tutumudur. Sınıf kitlelerinde emperyalist savaş üzerine bir duyarlılık vardır. Sorun bu duyarlılığı açığa çıkarıp örgütleyecek bir çalışmanin hakkını vermektedir. Halihazırda bu görevi omuzlamak da komünistlerin ve sınıf bilinçli işçilerin önünde durmaktadır.

Bir metal işçisi/İstanbul



ABD, Türkiye ve Ortadoğu’dan defol!

İşçiler, emekçiler, gençler;

Kimimiz, okullarımızda paralı ve gerici eğitime karşı yaşanılabilir bir gelecek için çabalarken; kimimiz, akşamları çocuklarımızın ve eşimizin önüne koyacağımız bir tas sıcak çorbanın hesabını yaparken; kimimiz ise ağır çalışma koşulları altında yaşama savaşı verirken; eli kanlı ABD emperyalizmi ve uşakları bir kez daha haksız bir savaşın hazırlıklarını yapıyor. Vietnam’da, Kore’de, Somali’de ve Afganistan’da ezilen halkları katlettiği yetmiyormuş gibi, 91’ Körfez Savaşı’nın ardından ikinci kez Irak halklarının kanını dökmeye hazırlanıyorlar. (...)

Kardeşler;

Yıllardır ABD’ye uşaklık görevini büyük bir sadakatle yerine getiren, İMF’nin sosyal yıkım programlarıyla bizleri iliğimize kadar sömüren sermaye iktidarı, şimdi de bizim, kardeşlerimizin, çocuklarımızın kanı üzerinden pazarlıklara girişiyor. Daha önce “Pazarlık yapmıyoruz!” diyenler bugün pazarlık yaptıklarını gizleme gereği bile duymadan savaş çığlıkları atıyorlar. “Ulusal çıkarlar” adı altında bizlerin değil, ama tam da patronların çıkarlarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda sahte “barış turları” ile savaşı meşrulaştırmaya, bizleri kandırmaya çalıştılar. Oysa çoktan bölgeye askeri yığınak yapıldı. Üslerin ve limanların modernizasyonu adı altında Amerikan askerleri ve askeri araçları her yeri işgal etmeye başladı. Ülkemizi ABD askerinin işgal etmesini sağlayan, bakanlarınimzasını taşıyan tezkere ise büyük ihtimalle meclisten geçecek. Bu Amerikancı savaş hükümeti kitlelerin eylemlerini bile pazarlık konusu yapabilecek kadar alçalmış bulunuyor.

ABD ve kendi sefil çıkarları uğruna binlerimizi Kore’de toprağa gömenler bir kez daha bizleri cepheye sürüyorlar. Bizlerden ölmemizi ve mazlum Irak halkını öldürmemizi istiyorlar.‘91 Körfez Savaşı’nda olduğu gibi binlercemizi işten atmaya, grevlerimizi yasaklayamaya, kuşa çevirdikleri hak ve özgürlüklerimizi rafa kaldırmaya hazırlanıyorlar. Savaş bahanesiyle her türlü baskı ve devlet terörünü meşrulaştıracaklar. Bunlar da yetmezmiş gibi savaşın ekonomik faturasını sırtımıza yükleyecek, zaten alamadığımız temel ihtiyaç maddelerine yapacakları astronomik zamlarla bizleri aç, sefil ve açıkta bırakacaklar.

Kardeşler;

Her şeye rağmen bu savaşı engelleyebiliriz, engellemeliyiz. Yapmamız gereken kendi örgütlü gücümüze güvenmek, haksız ve kirli savaşlara karşı sınıfın devrimci iktidar savaşını yükseltmektir. Asalak sömürücü patronların bizim adımıza karar vermesine izin vermez ve örgütlü gücümüzü harekete geçirirsek, bu haksız ve kirli savaşı durdurabiliriz. Unutmayalım ki, bizler hayatı üreten milyonlarız.

Bizler bir grup işçi olarak dünyanın dört bir yanında emperyalist savaşa karşı yükselen milyonların sesine sesimizi katmak için “Emperyalist Savaş Karşıtı İşçi Platformu”nu oluşturduk. Sizleri de bu mücadele içerisinde aktif bir şekilde yer almaya, Emperyalist Savaş Karşıtı İşçi Platformu’na güç katmaya çağırıyoruz.

Emperyalist savaşa hayır!
Kahrolsun ABD emperyalizmi!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Emperyalist Savaş Karşıtı İşçi Platformu

(GOP Emperyalist Savaş Karşıtı İşçi Platformu’nun bildirisinden...)