18 Ocak '03
Sayı: 03 (93)


  Kızıl Bayrak'tan
  Daha kitlesel, daha militan, daha örgütlü!
  Emperyalist savaşa geçit yok!
  Emperyalist savaş ve saldıranlığa karşı direnişi yükseltelim!
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  Savaş karşıtı kitle hareketinin sorunları ve görevleri
  Emperyalist savaşa açık destek talep ediyorlar!
  Emperyalist savaş başlamadan basına yönelik sansür uygulaması başlatıldı
  Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu...
  Kürt işbirlikçilerinin tarihi emperyalizme uşaklığın tarihidir
  Özelleştirme saldırısında yeni dönem
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/4
  TÜMTİS Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan ile görüştük...
  Yeni iş yasasına ilişkin pazarlıklar yapıldı...
  Denktaş köşeye sıkıştı
  Eylemlerden...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına yüzbini aşkın insan katıldı...
  Pendik İKE'de "İş yasası tasarısı" konulu panel
  Hiçbir güç devrimci iradeyi teslim alamaz!
  ÖO direnişçisi Özlem Türk ölümsüzleşti!
  Ekim Gençliği'nden...
  "Ölümden korkarak intihar etmek"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalizmin eğitim saldırısı...

AB’nin eğitim projesi: Socrates ve gerçekler

AB’de şu anda uygulanmakta olan ve Türkiye’yi de kapsayacak olan bir eğitim projesi var. SOCRATES olarak isimlendirilen bu proje 1995 yılından beri uygulanıyor.

Şu anda proje 30 Avrupa ülkesinde uygulanmakta ve Türkiye, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve daha birçok ülkeye -özellikle Doğu Avrupa ülkelerine- doğru kapsamı genişletildi. Türkiye şu anda bu projeye dahil olmuştur.

Socrates projesinin amacı ve işleyişi nasıldır?

Projeyi gerekçelendirenlerin temel bir düşüncesi var; “Tümüyle değişen bir dünyada bilgisini derinleştirmek her birey için gittikçe daha da önem kazanmaktadır. Yararlı bilgiler edinmek için, bir iş bulabilmek için veya sadece kişiliğini geliştirmek için.”

Bu projeyi ortaya atanlar, eğitimi bireysel kazanç sağlamanın bir yolu olarak görmektedirler. Onlara göre eğitim hizmeti toplumsal bir sorumluluk değil, fakat bireyin kişisel kazanç sağlayacağı bir ticari sektördür. Eğitim hakkının giderek Avrupa’da da paralı hale getirilmesi bu mantık sonucu ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadele ederek kazandıkları parasız eğitim hakkı tırpanlanmak istenmekte, bu iş yapılırken de böyle argümanlara sarılınmaktadır.

Bu projenin eğitimin paralılaşmasını getiren GATS anlaşması ile eş zamanlı olarak çıkması, kesinlikle bir tesadüf değildir. AB ülkelerinde eğitim politikalarının yönelişini göstermektedir. Önce eğitimin bireysel fayda temeline oturtulması, sonra da özelleştirilerek bireysel kazancın kazancı elde eden kişiye ödettirilmesi. SOCRATES’in birçok uygulamasından bu mantığın güdüldüğünü rahatlıkla görebiliriz. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacaklarını söylüyorlar, ama bunu gerekçelendirirken uygulamada başarılı bireylere burs verileceğinden ve eğitim kurumlarına maddi yardımlar yapılacağından bahsediyorlar. Bu da kapitalizmin rekabet mantığının ve ikiyüzlülüğünün bu projede nasıl işlediğinin göstergesidir. Milyonlarca insan özellikle yoksul Doğu Avrupa ülkelerinde veTürkiye’de parasızlık yüzünden okuyamazken başarılı birkaç insana burs vermek: Onların fırsat eşitliğinden anladıkları bu!

Saldırı salt üniversitelerle sınırlı değil

Bu proje yalnızca üniversite öğretimini kapsamıyor. Fakat en fazla önem verdikleri kısım Erasmus adını verdikleri yükseköğretim projesi ile Lingra adını verdikleri yaygın dil öğrenimi projeleri. Onun dışında ortaöğretim ve okul dışı yetişkinlere yönelik eğitim programları da var. Hedef olarak “Bireylerin erken yaşta kültürel ve dille ilgili çeşitlilikleri dikkate alarak bilgiyi kullanma ve bilgi alışverişinde bulunabilme, başka coğrafi ve toplumsal gerçeklerin farkında olma, disiplinler arası yaklaşımlar geliştirebilme ve projelerde takım çalışmasına katılma becerisini geliştirmek” konuluyor.

Bu paragrafı okuyan bir insan anadilde eğitimin ve takım çalışmasının desteklendiğini zannedebilir. Fakat hemen ardından gelen uygulamaların anlatıldığı paragraflar asıl niyeti ortaya koyuyor. Takım çalışması olarak kastettikleri şeyin kurumlar arası proje alışverişi ile sınırlandırıldığını görüyoruz. SOCRATES’e bağlı Lingra projesi kapsamında, “AB dillerinin nicel ve nitel olarak geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması” hedefleniyor. Projeye bağlı olan eğitim kurumlarına ortak müfredat dayatılıyor ve Minerva adlı proje ile uzaktan eğitim şeklinde derslerin tek merkezden verilmesi planlanıyor. Tabii ki bu dersler dil olarak bir ya da iki dil, büyük olasılıkla da İngilizce ve Almanca’yı kullanacak. Tek bir müfredat, belli bir dil ve tek merkezden verilen ders ile nasıl bir çeşitlilik sağlanacağından ve takım çalışmasının bunun neresinde olduğundan ise hiç söz edilmiyor.

Socrates’in gerçek amacı

Süslü lafların ne kadar kof olduğu, projenin gerekçelendirilmesinde tekrar tekrar ortaya çıkıyor. SOCRATES projesinin tek amacı, emperyalist bir kutup olarak AB’nin diğer emperyalistler karşısında üstünlük kazanabilmesidir. Tek müfredat ve ortak dil dayatması, AB’nin kültürel emperyalizm hevesinin bir ürünüdür. Çünkü bir kültür, başka bir kültürü bilim, sanat ve dil yönünden bağımlı kılarak baskı altına alır.

Proje “Bilgi ve yenilik, ekonomik kalkınmanın en önemli ayağı haline gelmiştir” diyerek, bilgiyi nasıl meta olarak gördüğünü belirtiyor ve hemen ardından, “AB, yalnızca ekonomik anlamda değil bilgi anlamında da rekabet etmek istiyor” denilerek emperyalist niyetler açıkça dışa vuruluyor. Temel bir hedef olarak gösterilen “eğitimde kaliteyi artırmak”, yalnızca bilgi anlamında rekabet edebilmek için isteniyor ve eğitimin paralılaşmasının da bir bahanesi oluyor.'

İşin özünde; eğitimde kaliteyi artırmalıyız; çünkü diğer emperyalistleri ancak bilim ve teknoloji alanında ilerleme sağlayarak alt edebiliriz; bu çabanın maliyetini de öğrencilerden karşılayacağız, demek istiyorlar. Bu politika çerçevesinde eğitim tamamen sermaye odaklarının hizmetine veriliyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi SOCRATES projesi GATS anlaşması ile paralel yürüyor.

Socrates’in Türkiye ayağı

Bu projenin yansımalarını geçen sene gündeme gelen YÖK Yasa Tasarısı’nda görmek mümkün. Bu tasarı da eğitim bireysel kazanç sağlar; bu kazancın maliyeti ödenmelidir diyerek belli okullarda harçları kat kat artırmayı planlıyordu. Okullarımızın araştırma profesörlüğü, vb. uygulamalarla tamamen sermayenin hizmetine girmesi tasarlanıyordu. Bugünlerde yapılan YÖK ile ilgili tartışmalarda mali özerklikten sıkça bahsedilmesi, okullarımızın özelleştirilmesinin tekrar gündeme geleceğini, geçen seneki YÖK Yasa Tasarısı’nın benzeri bir tasarının demokratikleşme maskesi altında karşımıza çıkarılacağını gösteriyor.

Ayrıca AB’de, Leonardo da Vinci adını verdikleri bir mesleki eğitim programı var. Gerek SOCRATES kapsamındaki Grundtvig yetişkin eğitim programında gerekse bu projede yalnızca bireylerin yeteneklerinin geliştirilmesi ve ekonomik anlamda rekabet etme şansının artmasından bahsediliyor. Halkın bilincini geliştirmek, işçi ve emekçilerin kültürel düzeyini yükseltmek değil, parası olanların bireysel olarak mesleki bilgi sahibi yapılması hedefleniyor.

Peki biz ne istiyoruz?

Bizim istediğimiz eğitim, emperyalizmin ve burjuvazinin çıkarlarına değil, tam tersine, işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarına bağlı olmalı, onların bilincinin ve yeteneklerinin gelişmesine hizmet etmelidir. Sözü işçi sınıfının devrimci programının bu alanda söylediklerine bırakıyoruz:

“Eğitim: Proletaryanın devrimci iktidarı altında eğitim, emekçileri özgürleştirmeye, sosyalizmin inşasına etkin biçimde yöneltmeye ve sınıfların ortadan kaldırılmasına hizmet eder. Materyalist dünya görüşüne, komünizmin ilke ve değerlerine dayalı, bilimsel, demokratik ve laik bir eğitim politikası izlenir.

- Eğitim her düzeyde parasızdır. Tüm eğitim araç ve gereçleri kamu fonlarından karşılanır.

- 17 yaşına kadar zorunlu genel ve politeknik eğitim. Eğitim üretici çalışma ile birleştirilir.

- Çocukları okul hayatına hazırlayıcı bir kurumlar şebekesi (kreşler, çocuk bakım ve eğitim yuvaları, vb.) oluşturulur.

- Tüm işçilerin, kent ve kır emekçilerinin yararlanabileceği yaygın bir okul dışı eğitim-öğretim kurumları şebekesi (kütüphaneler, halk evleri, okuma odaları, emekçi üniversiteleri, meslek okulları, kurslar, konferanslar, tiyatro ve sinemalar, vb.) örgütlenir.” (TKİP Programı, Bölüm II, C/ Madde 2, Eğitim)

Kaynaklar:

1) Avrupa Öğrencileri Genel Forumu, www.aegee-istanbul.org
2) MEB Duyurular, 2002, “Avrupa Birliği’nin Eğitim Alanındaki Eylem Programı”
3) Ankara Üniversitesi, www.ankara.edu.tr/faculties/educational/haberler/socrates.htm

(Ekim Gençliği’nin 15 Ocak-15 Şubat 2003 tarihli
57. sayısından alınmıştır...)



Nurbay Irmak’a özgürlük!..

“Ben Nurbay Irmak, ODTÜ öğrencisiyim...”

Arkadaşımız Nurbay’ın tutuklanmasını protesto etmek amacıyla düzenlediğimiz kampanya çerçevesinde Nurbay’ın içeriden yolladığı mektubu okula yoğun bir şekilde dağıttık. Yemekhanede iki gün boyunca açtığımız standda, insanlarla konuşmaya ve sermaye iktidarının kanlı yüzünü teşhir etmeye çalıştık. Ayrıca standa koyduğumuz kartlarla isteyen öğrencilerin

Nurbay’a kart yollamalarını sağladık.
Arkadaşımız ilk mahkemesine 25 Aralık’ta çıktı ve duruşma 21 Ocak’a ertelendi. Bizler ODTÜ Ekim Gençliği olarak devletin ilerici muhalif öğrencilere karşı uyguladığı baskı ve terörü kınıyor, çalışmalarımızı yılmadan ve ısrarla sürdüreceğimizi bir kez daha haykırıyoruz.
Devrimci tutsaklar onurumuzdur!
Ekim Gençliği/ODTÜ

Merhaba;

Belki de şu an oturduğunuz kantinde ya da yemekhanede masanızdaki bu metne şöyle bir bakacak ve bir kenara iteceksiniz. Fakat okumaya devam ederseniz göreceksiniz ki, bu her zamanki gibi bir bildiri değil, bir mektuptur. Bundan bir-buçuk ay öncesine kadar sizlerle beraber hayatın/dışardaki keşmekeşin parçası olan bir üniversite öğrencisinin mektubu. Dışarısı diyorum çünkü ben içerdekilerdenim, içerideyim. Ulucanlar Hapishanesi 9. koğuştaki ranzamdan yazıyorum bu mektubu. Okuyacağınızı umarak...

Ben Nurbay Irmak, ODTÜ öğrencisiyim.

Evet, içeride, hapishanedeyim. Bundan bir-buçuk ay önce Ankara Terörle Mücadele Şubesi ekiplerince evimin önünden gözaltına alındım. Günlerden Cumartesi idi. Sınav günüydü. Ancak sınava girmek mümkün olmadı. Gözaltında dört gün kaldım ve ardından çıkarıldığım Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce tutuklanarak Ulucanlar Hapishanesi’ne konuldum.

Neden buradayım?

BURADAYIM, çünkü; üniversitenin ve eğitimin ticari bir nesneye, bir metaya dönüştürülmesine karşıyım. Egemen burjuva sınıf üniversiteyi ‘pahalılaştırarak’, yalnızca burjuva sınıfın nitelikli eğitim almasını sağlamaya çabalıyor. Ancak planları bununla sınırlı değil. Burjuvazi tüm aşamaları ile eğitimi kendi yağma alanına dönüştürmeye çabalıyor. Geçtiğimiz dönem gündeme gelen Yeni YÖK yasası bu çabanın yüksek öğretimdeki son adımlarından biri idi.

Üniversite ve sanayi (siz sermaye okuyun) işbirliği adı altında yüksek öğretim kurumları tamamen sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden örgütleniyor. AR-GE faaliyetlerinin maliyetini kamuya yıkma, ucuz ve kaliteli işgücü, ücretsiz ve iyi örgütlenmiş teknik altyapı olanakları, kısacası tekno kentler, bu amaçla hizmete sunuluyor.

3 Kasım seçimlerinin tek galibi AKP’nin eğitim programı da yukarıda ifade edilen gerçeklerin dışına çıkmıyor. Eğitimin tümüyle “özel teşebbüse açılacağını” ilan eden AKP hükümeti, böylelikle neo-liberal eğitim politikalarının eksiksiz bir uygulayıcısı olacağının da teminatını vermiş oluyor.

BURADAYIM, çünkü; ABD’nin Irak halkına yönelik savaş planının karşısındayım.
11 Eylül sonrası ABD, Yeni Güvenlik Doktrini’nin temeli olan dünyanın her yerine müdahale etme yeteneğini, Afganistan’da yarattığı yıkım ve yeniden inşa ile göstermiş oldu –tabii ki terörizmle savaş yaftası altına sığınmayı unutmadan. Şimdi sıra Irak’ta. Yani büyük petrol rezervlerinin bulunduğu Ortadoğu’nun kalbinde. ABD’nin Irak’ın kimyasal silahlara sahip olduğu yaygarasına kimsenin inandığı yok aslında. Herkes bu savaşın temel nedenlerinin; Ortadoğu ve tüm dünyadaki ABD hegemonyasını güçlendirmek ve krizle cebelleşen ABD ekonomisine soluk aldırabilecek yeni alanlar açmak olduğunu biliyor.

Türkiye’ye gelince... Ona bu savaşta ABD’nin hizmetinde ön saflarda yerini almak düşüyor. Egemenler, elbette bu uğursuz görev için ücret talep ediyorlar. Pazarlıkların kızıştığı, belki de sona erdiği şu günlerde bu ücret 25 milyar dolar olarak ifade ediliyor.

ARKADAŞLAR, bu kan parasıdır. Biz gençlerin kanıdır pazarlık konusu edilen. Bu pazarlıklar sonucu, eni sonu Türkiye ABD saflarında savaşa dahil olacak, üslerini-toprağını açarak ya da doğrudan asker göndererek mazlum Irak halkını imha harekatının aktif bir parçası olacaktır. Türkiye işçi ve emekçileri bu emperyalist savaşın karşısındadırlar. Sermaye iktidarı ise şu an pasif bir konumda olan bu karşıtlığın aktifleşmesine karşı zor aygıtını devreye sokmaya hazırlanmaktadır.

BURADAYIM, çünkü; bu barbarlık düzeninin bir an önce son bulmasını istiyorum.

‘Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilecekleri’ bir sosyalist devrimle emperyalist-kapitalist sistemin dünyadaki egemenliğine son verileceğine inanıyorum. Bu kaçınılmaz sonu hazırlamanın milyonlarca emekçi ve genç ile birlikte benim de görevim olduğunu düşünüyor, bunun için çalışıyorum. İşte bu nedenle buradayım!

Voltada atılan 10 adımın ardından geri dönmek zorunda olmadığım yürümelerde ‘merhaba’ diyebilmek umuduyla... Hoşçakalın.

Nurbay Irmak
Ulucanlar hapishanesi, 9. koğuş

(Ekim Gençliği’nin 15 Ocak-15 Şubat 2003 tarihli
57. sayısından alınmıştır...)