sorunları ve görevleri Olayların akışını değiştirecek dünya çapında bir gelişme yaşanmazsa, ABDnin Iraka yönelik saldırganlığı pek yakında savaş biçimini alacak. Mevcut tablo ve gelişmeler, ufukta bu gidişatı etkileyebilecek, savaşı durdurabilecek köklü bir gelişmenin olmadığını gösteriyor. Hiç değilse emperyalistler arası ilişkiler bağlamında böyle bu. Ortadoğunun bir dizi işbirlikçi ülkesi, bölgeyi çevreleyen denizler, ABD ordusu tarafından peyderpey işgal ediliyor. Tarihin gördüğü bu en modern, o ölçüde de barbar savaş makinasının bölgedeki gücü sürekli tahkim ediliyor. Savaş koalisyonu dört bir koldan savaş diplomasisi yürütüyor, adım adım savaşı koordine ediyor. Amerikanın kirli propaganda yatırımlarından nasiplenen medya, bulundukları ülkelerde kulakları sağır edercesine savaş çığırtknlığı yapıyor. Bu yolla uluslararası kamuoyu savaş koalisyonu lehine çevrilmek, en azından suskunlaştırılmak isteniyor. Saldırganlığı dizginleyebilecek biricik güç Bu tablo içinde gidişatı etkileyebilecek tek güç uluslararası proletarya ve emekçi kitle hareketidir. ABD kudurganlığına set çekebilecek güç bu hareketin bağrında gizlidir. İnsanlığın ezici çoğunluğu, ABDnin hedefinin, dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmek ve enerji kaynaklarını tamamen kontrol altına almak olduğunu biliyor. Bunun içindir ki ABDnin Irak savaşına karşı yeryüzünde, Amerikanın göbeğinde bile yaygın bir savaş karşıtlığı sözkonusu. Savaş hazırlıkları hızlandıkça, bu karşıtlık yer yer kendini kitlesel gösteriler biçiminde dışa vuruyor. Savaş karşısındaki tepkinin potansiyel boyutları ile kendini eylemli dışa vurumu arasında gene de dikkate değer bir açı farkı var. Emperyalistler, savaş karşıtlığının, ortaya konulan politik duyarlılığın karşısında şimdilik sadece tedirginlik yaşıyrlar. Emperyalistlerin geri adım atması, eylemli tepkilerin yaygınlaşıp güçlenmesi, doğrudan emperyalist-kapitalist sisteme yönelen karakterinin belirginleşmesiyle mümkün. Türk egemenleri de en çok toplumdaki savaş karşıtı duyarlılıktan çekiniyorlar. ABDnin sadık bir uşağı olarak daha en başından Amerikan saldırganlığını destekleyen ve savaşa katılma kararı alan Türk devleti, halen bölgede savaş istemediğinden bahsetmek zorunda kalıyor. ABD ve İngilterenin talimatları doğrultusundaki hazırlıklar tamamlanırken bile, ABDnin yanında savaşa katılınacağı resmen açıklanamıyor. Üstelik ABD bu açıklamanın yapılması için tehditler-şantajlar eşliğinde dört bir yandan bastırıyorken... Kuşkusuz, Türkiyeyi yönetenlerin ABD taşeronluğunu dünya kamuoyuna resmen ilan edememesinin gerisinde, ABD basınının da belirttiği gibi, toplumumuzdaki savaş karşıtı duyarlılığın yarattığı tedirginlik yatıyor. Bunu bir dönem ordunun üst kademesinde görev yapmış emekli bir koramiral çok daha açık sözlerle ifade etti. Gerçekten de bugün işçi-emekçi kitleler Iraka yönelik savaşa bir şekilde karşılar. Devlet kurumlarının araştırmalarına göre toplum genelindeki savaş karşıtlarının oranı %65in üzerinde. Alt sınıflara inildiğinde bu oranın %80-90ları bulduğuna kuşku yok. Üstelik bu duyarlılık salt kendilerine dair zararlar üzerinden değil, Irak halkına yakınlıktan kaynaklanıyor. Bütün düzen çevreleri, en çok da burjuva medya, en başından savaşa katılmayı kâr-zarar ikilemi üzerinden tartıştırmaya çalıtığı halde, savaş karşıtlığının Irak halkına yönelik duyarlılık üzerine oturması, altı çizilmesi gereken en önemli noktalardan biridir. Böyle olduğu halde, zaten çok sınırlı sayıda yapılan savaş karşıtı eylemlere katılım oldukça zayıf kalabilmektedir. Halihazırda en aktif kesimi gençlik oluşturuyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerde yaygın bir savaş karşıtlığı olmasına rağmen, savaş olgusu çok yakıcı olarak hissedilmemektedir. Eylemlere katılımdaki zayıflık, bir yanıyla sistematik devlet terörünün yarattığı siniklikten kaynaklanıyorsa da, esas olarak savaşın yakıcı bir gündem olarak algılanamamasından ötürüdür. Mücadeleyi örgütlemek için kitlelere Bu durumda emperyalist savaş karşıtı bilinci ve eylemi geliştirmek çerçevesinde savaşı sınıf ve emekçi kitlelerin gündemine taşımak, siyasal faaliyetimizin en temel unsuru olmalıdır. Elbette başından beri bu sorumluluğa uygun bir çaba sergilemeye çalışıyoruz. Bu çabayı şimdi çok daha yoğunlaştırmak durumdayız. Emperyalist savaş karşıtı propaganda-ajitasyon ve teşhir, her zamankinden kat be kat fazla etki yaratacak koşullara sahibiz. Üstelik duyarlılık tümüyle politik bir gündeme dair olduğu için, sözkonusu olan kendiliğinden politik müdahale olanağıdır. Politik müdahale zeminini hakkıyla değerlendirmek, her türlü aracı, yol ve yöntemi devrimci bir tarzda, yaygın ve güçlü bir şekilde kullanmayı gerektirir. Sınıf ve emekçi kitlelerdeki savaş karşıtı duyarlılığa bilinçli, örgütlü ve eylemli ifadeler kazandırma için, onun sınıfın bilinçli, ileri öğelerini de harekete geçirebilmeliyiz. Bu konuda, Kızıl Bayrakın 6 Ekim 02 tarihli sayısının başyazısında Mücadeleyi örgütlemek için kitlelere arabaşlığı altında ifade edilenler, tüm güncelliğini korumaktadır: Savaşa karşı etkili bir çalışma yürütmek ve kitlelerden bu konuda destek almak isteyen her çaba, açık, tok ve yürekli bir tutumla dosdoğru kitlelere yönelmek durumundadır. Gidilmesi gereken yer fabrikalar, işletmeler, emekçi mahalleleri, üniversiteler ve liselerdir. Dağıtılacak her bildiri buralarda dağıtılmalı, asılacak her afiş öncelikle buralara asılmalı, sözlü ajitasyon ve teşhir buralarda yapılmalıdır. Ve aynı şekilde savaşa karşı örgütlenme çalışmaları da buralardan başlatılmalıdır. Kurulacak savaş karşıtı komiteler ya da platformlar öncelikle buralarda kurulmalı, buradan hareketle kendi yöresinde merkezi bir yapıya kavuşturulmalıdır. Devamındaki paragrafta, değişik konumdaki kişi, çevre ve partilerle işbirliği, dayanışma ya da dosdoğru ittifakın somut zeminlerinin buralar olması gerektiği de en önemli nokta olarak vurgulanmaktadır. Komünistlerin savaş karşıtı oluşumlara, platformlara yaklaşımının özü burada ifade edilmiştir. Davranış çizgimizi de doğal olarak bu belirleyecektir. Gücümüzün ve faaliyetimizin olduğu her alanda kitle tabanına yaslanan oluşumlar, deyim yerindeyse kitle platformları örgütlemek, sınıf ve emekçilerin ileri kesimlerinin enerjilerini harekete geçirmenin en uygun yoludur. Bu açıdan savaş karşıtı örgütlenmeler çerçevesindeki çabamız kitle platformları üzerine oturmalıdır. Bu tür platformların gerçekten ileri kesimleri harekete geçirebilmeleri için, kesintisiz bir faaliyet ve eylemlilik içinde olmaları gerekir. Sorun savaşı kitlelerin gündemine taşımak, kitleleri eylemli süreçlere kazanmak olduğuna göre, günü kurtarmak adına yapılan basın açıklamalarıyla, arada bir yapılan panel vb. etkinliklerle yetinilemez. Bu t&uum;r oluşumlar bulundukları alanlarda bildiri, afiş vb. materyaller kullanmaktan, işyerlerinde savaş karşıtı birimler yaratmaya, işletmelerde, fabrikalarda çeşitli türden eylemler yapmaya, sendika ve DKÖlerin olanaklarını mahalle, işçi-emekçi toplantıları ve sokak gösterileri örgütlemek için değerlendirmeye dek faaliyetlerini çok geniş bir yelpazede örebilmelidirler. Bu platformların gerçekten işlevli olabilmesi ve iş yapabilesi için, bir yerlerin adına değil de kendi adlarına katılan devrimci, öncü işçi-emekçilerden oluşması önemlidir. Bunlar ancak bu yolla kelimenin gerçek anlamında birer kitle gücü oluşturabilirler. Yaygınlaşıp güçlendikleri ölçüde de doğallığında gerçekten işlevli bir merkezileşmeye yöneleceklerdir. Savaş karşıtı platformlar ve görevlerimiz Yukarıda söylenenler elbette reformisti ve devrimcisiyle sol çevrelerin oluşturduğu platformlara ilgisiz kalmak sonucuna yol açmamalıdır. Ama çeşitli illerde kurulan merkezi platformlar ile yerel platformlar arasında herşeye rağmen bir ayrım yapmak durumundayız. Merkezi oluşumların en çok bilinen örneği, 150 kuruluşun içinde yer aldığı Irakta Savaşa Hayır Koordinasyonudur. Bu oluşum daha Afganistan saldırısı öncesinde kurulmuştu, ama bugüne dek yapabildikleri ortadadır. 1 Aralık eylemi dışta bırakılırsa, bu oluşumun başlıca etkinliği arada bir basına bildiri okumanın ötesine geçemedi. 1 Aralık eylemi ise oluşumdaki bileşen sayısı üzerinden bakınca oldukça zayıf bir katılıma sahne oldu. Katılımın da gösterdiği gibi, 150 kurumun büyük kısmı eylemde sadece ismen yer aldılar. Bu kadarı bile bu tür oluşumların tabansız, etkisiz ve iradesiz çok sayıda kuruluşun bir araya gelerek, pratik bakımdan sonuçsuz kalan sözde platformlar olduğunu göstermeye yeter. Üstelik bu tür merkezi platformlar bir de genel olarak her türlü savaşa, bu arada elbette haklı ulusal kurtuluş savaşları ile sınıf savaşımlarına da karşılığı kitleler içinde yayarak, egemenlerin politik platformuna kan taşımaktadırlar. Herşeye rağmen komünistler, bu tür platformların örgütledikleri eylemli süreçlerde yerlerini alarak, kitleler üzerindeki burjuva, küçük-burjuva liberal-reformist etkinliği kırma sorumluluğuyla hareket edeceklerdir. Yerel oluşumlar ise yerel güçlere dayandıkları, kitlelerle temas içinde oldukları ve kendi çaplarında bir faaliyet yürüttükleri ölçüde, bir anlam ifade etmektedirler. Her ne kadar yerel güçlere yaslansalar da, kendi içinde tartışmak ama iş yapmaya gelince günü kurtarmanın ötesine geçememek zaafı, potansiyel olarak bu tür platformlarda da vardır. Bunu gidermenin ya da açığa çıkmasını engellemenin tek yolu, somut işlere ve eylemlere yönelmektir. Burada belirleyici olan da yine kitlelere gitmek, işçi ve emekçiler içinde ajitasyon, propaganda ve örgütlenme faaliyeti yürütmektir. Bu tür oluşumların solcular arası tartışma platformlarına dönmesini engellemek için azami çabayı gösterme sorumluluğu da yine sınıf devrimcilerine düşmektedir. İşçi ve emekçilerdeki savaş karşıtı duyarlılığı harekete geçirmek için elbette gereken politik esnekliği göstereceğiz. Önemli olan sınıf ve emekçi kitlelerdeki devrimci enerjinin açığa çıkarılıp harekete geçirilmesidir. Fakat bunun sağlıklı temellerde gelişebilmesi, anti-emperyalist bir karaktere bürünebilmesi ve sınıf bilinçli örgütlü bir ifade kazanabilmesi, sınıf devrimcilerinin bağımsız devrimci sınıf çizgisine ve siyasal sınıf çalışması görevlerine sıkı sıkıya sarılmalarını gerektirir. |
|||||