Savaş kışkırtıcılığı eşliğinde savaş hazırlıkları sürerken, savaş karşıtı hareket de giderek güç kazanıyor...
Daha kitlesel, daha militan, daha örgütlü! Minareyi çalmak isteyen ABDnin savaşa kılıf arayışı! ABD emperyalizmi ve onun dümen suyunda hareket eden İngiltere Ortadoğuya asker yığarken, savaşın uluslararası cephesi de giderek kızışıyor. Silah denetçilerinin vereceği raporu beklemeden savaş hazırlıklarına tüm hızıyla devam eden, zaman zaman BM kararına ihtiyacımız yok diye çıkışan ABD, şimdi de NATOdan bir karar çıkartarak Iraka karşı başlatacağı saldırıya yeni bir uluslararası destek güç bulmayı ve bununla güya uluslararası bir meşruiyet sağlamayı umuyor. ABD emperyalizmi, savunma silahlarının bölgeye yerleştirilmesini ve her türlü lojistik destek verilmesini sağlayacak caydırıcı bir askeri plan hazırlaması için NATOya resmen başvuruda bulunmuş durumda. Elbette bu manevranın NATOnun olanaklarını kullanmanın yanı sıra en başta Türkiyeyi savaşa çekmek gibi bir yanı da var. Şayet talep NATOdan gelirse, Türkiye de bunu savaşa katılmanın resmi bir gerekçesi olarak sunabilecek. Böylece Türkiye, kendisini saldırıdan korumak; ABD ise Türkiyeyi saldırılardan korumak üzere yaptığı ve yapacağı savaş yığınağına bir kılıf uydurmuş, Türkiyenin savaşa sürülmesi için gerekli resmi çerçeve bulunmuş olacak. Öteden beri bir takım yerli ve yabancı akıl hocaları, BM kararı olmazsa da böyle bir yola başvurulabileceğini salık veriyorlardı. NATO demek esas olarak ABD demek lduğuna göre, en kötü durumda ABD bu kanalı kullanacak gibi görünüyor. Savaş, emperyalistler arasındaki Ancak meselenin Türkiyenin katılımını aşan bir boyutu var. ABD, BM onayı olmaksızın, sadece NATOdan çıkartacağı bir destek kararıyla, saldırısına uluslararası bir meşruiyet sağlayamayacak. BM Güvenlik Konseyinden ise inandırıcı kanıtlar olmaksızın bir müdahale kararının çıkarılması güç gibi görünüyor. Almanya, Irak savaşına karşı olduğunu, bu savaşta yer almayacağını bir kez daha yinelemiş bulunuyor. BM Güvenlik Konseyinin dönem başkanlığını yapan Fransa da benzer bir eğilim içinde. Chirac, Başbakan Gülün bölge ülkelerini ziyaretini ve barışçı çözüm bulma çabalarını desteklediğini açıkladı. Blair hükümeti, iç muhalefetin de basıncıyla, giderek köşeye sıkışıyor. Almanya ve Fransa bu tutumlarında ısrar ederlerse Güvenlik Konseyinin diğer daimi üyelerinden Rusya ve Çin, Amerikanın işini daha da zorlaştırmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Kuşkusuz ki, onları böyle bir tutum almaya iten asıl neden, ABDnin bölgede güçlü bir konum elde etmesinin önüne geçmek kaygısıdır. Ama biliyoruz ki, BMden bir onay çıkmasa bile, ABD Iraka saldırmakta kararlı. Daha baştan beri, Avrupa ve Asyadaki diğer rakiplerine rağmen, gerekirse tek başına bu savaşı sürdüreceğini açıkladı ve tüm hazırlıklarını buna göre yaptı. Halen de bu hazırlıklarını kararlı olarak sürdürüyor. Şubat sonuna kadar bölgeyi kuşatan ABDli asker sayısı 250 bini aşmış olacak. Bu hazırlıklar, Silah Denetçileri Başkanı Blixin ipucunun olmaması silah olmadığı anlamına gelmez yönündeki açıklamasıyla da birarada ele alındığında, mevcut durum ABDnin, ne BM kararını beklediğini ne de onay çıkmazsa bunu dikkate alacağını gösteriyor. İçinde CIA ajanlarının olduğu reddedilmeyen Silah Denetçileri, sunulucak raporun tarihi yaklaştıkça kışkırtıcı ve şaibeli açıklamalarda bulunarak, böylece asli rollerini oynamak orunda kalıyorlar. Ellerinde işe yarayacak kanıtlar olmayınca, bu kez bulamadıkları kanıtları icat etmek görevi düşüyor onlara ve bunun ilk belirtileri görülmeye başlandı bile. Savaş hazırlıklarının Türkiye cephesi ve Türkiyeyi daha aktif biçimde savaşa sürme amacıyla kılıf arayışları sürerken bir taraftan da askeri yığınak ve savaş hazırlıklarında yeni adımlar atıldı. Hafta içinde Türkiyeye gelen ABDli 150 uzman, listelerindeki 8 havaalanı ve 3 limanı incelemeye, eksikliklerini tespit edip gerekli takviyeleri yapmaya başladılar. Daha şimdiden bu amaçla incelemeye alınan yerlerde gerekli restorasyon çalışmaları başladı. Bunu, Amerikan askerlerinin gelmesi ve yerleşmesi izleyecek. Pazarlıklara bağlı olarak gelecek asker sayısı da değişiyor. Türkiye, ne kadar asker, o kadar dolar yaklaşımı içinde. Söz konusu havaalanları ve limanların denetimi ise bütünüyle ABDnin elinde olacak. İşbirlikçi iktidar, Türkiyede görev yapacak ABDli askerlerin yalnızca görev yerleri dışında işleyecekleri suçlar konusunda Türk hukukuna göre yargılanabileceklerinerazı olmuş durumda. Bu kadarının ABDye kabul ettirilmesini bile büyük bir başarı olarak göstermeye çalışıyorlar. Bu, tarihe geçecek nitelikte bir utanmazlık ve arsızlık örneği sayılmalıdır. Havaalanlarını ve limanları incelemeyi olanaklı kılan kararının altında, geçen hafta içinde bölge ülkelerine Irakta barışçı çözüm amaçlı bir tur yapan AKP hükümetinin imzası var. Ama, AKP hükümetini bekleyen görevler bu kadarla sınırlı değil. O, bir savaş hükümeti olmanın bütün gereklerini yapmak, ABDye ve işbirlikçi burjuvaziye verdiği sözleri yerine getirmek zorunda. Nitekim, daha şimdiden bunun yol açacağı yıpranmayı asgariye indirmek amacıyla bir manevra içine girmiş bulunuyor. Kuşkusuz ki, islami kimliğinden dolayı parti içinde Irak savaşına karşı ağır basan eğilimin de bunda bir etkisi var. Ne yardan ne de serden geçmek istemeyen AKP hükümeti, önlerine gelen savaş hazırlıkları yönündeki kararları bir bir imzalarken beri taraftan da, savaşı engellemek amacıyla bölge ülkeleriyle ilişkilere ağırlık veriyor. En azından böyle bir görüntü çizmeye çalışıyor, buna ihtiyaç duyuyor. İçerde ABD uşaklığına en küçük bir itirazı olmayan, havaalanlarını, limanlarını ve bütün ülke topraklarını ABDnin hizmetine sunan AKPnin, savaşı engelleme, barışçı yollarla çözüm bulma iddiası tabii ki ciddiyetten ve samimiyetten uzaktır. Böyle olmasına rağmen, AKPnin bölge ülkelerine ziyaretle başlayan bu manevraları bile, ABD ve işbirlikçi sermayeyi rahatsız ediyor. Zira ne emperyalist efendinin ne de hizmetine aldığı uşağının savaşı önlemek gibi bir derdi yok. Onlar ç&oum;züm istiyorlar ve istedikleri çözüm, bölge üzerinde hakimiyet kurmak. Savaş yoluyla ya da başka yollarla, Saddamlı ya da Saddamsız asıl amaç budur. Böyle olduğu için, kendilerinden bağımsız olarak ortaya konulan çözümlere de, kendilerinden bağımsız çözüm bulmaya çalışanlara da hiçbir tahammülleri yok. Savaş cephesinin değişmez üçlüsü: Bu ve benzeri eğilimlere pirim vermemek, Türkiyeyi Amerikan savaşına mahkum etmek üzere geçen haftalardan itibaren sermaye iktidarı, görevlerini yapması için birkaç cepheden AKP hükümetine yüklendi. İlk açıklama ve baskı ordudan geldi. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, hükümetin savaş konusundaki bu ikircikli tutumunu eleştirdi. En kötü karar, kararsızlıktan iyidir diyerek, bir an önce savaş konusundaki kararın açıklanmasını istedi. Ordu, Amerikancı sermaye politikasının dışındaki arayış ve eğilimlere geçit vermeyeceğini, hükümete 28 Şubat sopası göstererek bir kez daha hatırlatmış oldu. Ordunun salvolarını TÜSİAD ve medyanın aynı yöndeki açıklamaları izledi. TÜSİAD ve TOBBun başını çektiği işbirlikçi sermaye örgütleri, AKPnin özellikle bölge ülkelerine yaptığı ve savaşsız çözümü gündeme getiren girişimlerini açık biçimde mahkum ettiler. En büyük haramiler adına konuşan TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, holding patronlarının ortak tutumunu; bu savaştaki yerimiz, müttefiklerimizin yanıdır, Saddam bir diktatördür ve o hiçbir biçimde muhattap alınamaz diyerek ortaya koydu. Özilhan, kurulduğundan bu yana hükümete verdikleri sürenin dolduğu, belirlenen programın aksatılmaksızın sürdürülmesi gerektiği uyarısında da bulundu. Medya ise, daha aylar öncesinden savaş lobisinin değişmez bir parçası olduğunu ortaya koymuştu. Ordunun verdiği resepsiyonun ardından savaş kışkırtıcılığı görevine daha bir hız verdi. Kürşat Tüzünün Irak Devlet Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazanla elele tutuşarak basının karşısına çıkmasını öne çıkararak bu geziyi , 2. Libya Vakası türünden başlıklarla manşetlere taşıdılar. Hükümetteki kararsızlığı, bir takım göstermelik manevraları sürekli topa tuttuyorlar. Kalemi her eline alışlarında kaçınılmaz diye propagandasını yaptıkları bu kirli savaşın dışında kalmanın, ülkemize nasıl da zarar getireceğini anlatmak ve kanıtlamak için her gün didinip duruyorlar. Amerikan savaş lobisinin dağıtacağı yüklü miktardaki rüşvetten pay kapmak için birbirleriyle yarışan medya tekelleri, bu satılmışlı&currn;ı gizlemek için yaptıklarını Türkiyenin bağımsız dış politikasını güçlendirmek olarak sunma pişkinliğinden de geri durmuyorlar. Kuşkusuz ki şu günlerde teftiş için Türkiyede bulunan IMFyi de savaşın mali cephedeki aktörü olarak hesaba katmak gerekiyor. Türkiyeyi ABD adına satın alan IMFli yetkililer, savaş dolayısıyla uğranılacak kayıpları gözönünde tutarak verecekleri ekonomik desteği artırabileceklerini açıkladılar. Yani açıkça, bu savaşa girmekten korkmayın, biz size destek oluruz demeye getiriyorlar. Bu desteğin ne anlama geldiğini ise son 20 yılın ekonomik tablosu ve son iki kriz yeterli açıklıkta gözler önüne sermiş bulunuyor. Ne diplomasi turları, ne emperyalistlerin tekelindeki BM! Bu savaşı yalnızca işçi sınıfı ve emekçi halklar durdurabilir! AKP hükümeti, önümüzdeki hafta bölge ülkeleriyle Türkiyede bir zirve yapacak. Bunu da barışçı çözüm arayışına bir katkı olarak sunuyor. Şimdiden sonuçsuz olmaya mahkum olan bu tür girişimler sürerken ABD ve İngiliz uçakları düzenli olarak (son 5 ayda 80 hedef vuruldu) Irakı bombalıyor, bölgeye büyük bir askeri güç yığınağı yapılıyor. Silah denetçilerinden kanıt bekleyen BM ise, bu haydutça girişimlere sessiz kalıyor ve yalnızca barışçı yolların tüketilmesi gerektiğini tekrarlayıp duruyor. Kirli pazarlıklar ve hesapların damgasını vurduğu uluslarası ilişkiler alanında bunlar olurken, tüm dünyada Amerikan saldırganlığı ve savaş tehditine karşı tepkiler de giderek güçleniyor. Yeni bir savaş karşıtı hareket dünya ölçüsünde adım adım büyüyor. Hedef ülkelerden bir olan Kuzey Korenin başkenti Pyonyangda düzenlenen gösteriye katılan 1 milyonu aşkın kişi, Amerikan saldırganlığına geçit vermeyeceklerini haykırdılar. ABDde son zamanlarda sıklaşan kitlesel savaş karşıtı gösterilerin bir yenisi gerçekleştirildi. İngilterede liman işçileri, savaşa karşı tepkilerini greve çıkarak, savaş araçlarının sevkiyatını durdurarak ortaya koydular. Türkiye cephesinden de savaş karşıtı eylemler yükselmeye başladı. Harekete geçenler savaş karşıtı kitlenin henüz küçük bir bölümü olabilir. Düzenlenen eylemler henüz yeterince güçlü olmayabilir. Bugün harekete geçmesi gereken kesimlerin ön saflarında yer alması gereken işçi sınıfı ve emekçi kesimler henüz bu rolü oynamaktan uzak olabilirler. Ve nihayet, savaşa karşı olan ezici çoğunluk henüz savaş karşıtı tutumlarını ifade etmek üzere eylemlere katılmıyor olabilirler. Bu olumsuzluklara rağmen gelişen bir savaş karşıtı hareketlilik ve henüz harekete geçirilememesine, eyleme dökülememesine rağmen hızla genişleyen büyük bir savaş karşıtı tepki var. Burada sıralanan sorunlar ve zayılıklar, hareketin daha da geliştirilmesi yönündeki bilinçli ve ısrarlı müdahalelerle, kitlelerle geniş bağlar kurularak giderilebilir ancak. Emperyalist saldırganlık ve savaş, yalnızca ve yalnızca, bu hareketin giderek daha da kitleselleşip militan bir düzeye çıkarılmasıyla engellenebilir. Savaşın ön günlerinde emperyalist savaşa karşı daha kitlesel, daha militan ve daha örgütlü bir şekilde mücadele iddiasıyla bu görevlere yüklenmeliyiz. |
|||||