18 Ocak '03
Sayı: 03 (93)


  Kızıl Bayrak'tan
  Daha kitlesel, daha militan, daha örgütlü!
  Emperyalist savaşa geçit yok!
  Emperyalist savaş ve saldıranlığa karşı direnişi yükseltelim!
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  Savaş karşıtı kitle hareketinin sorunları ve görevleri
  Emperyalist savaşa açık destek talep ediyorlar!
  Emperyalist savaş başlamadan basına yönelik sansür uygulaması başlatıldı
  Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu...
  Kürt işbirlikçilerinin tarihi emperyalizme uşaklığın tarihidir
  Özelleştirme saldırısında yeni dönem
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/4
  TÜMTİS Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan ile görüştük...
  Yeni iş yasasına ilişkin pazarlıklar yapıldı...
  Denktaş köşeye sıkıştı
  Eylemlerden...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına yüzbini aşkın insan katıldı...
  Pendik İKE'de "İş yasası tasarısı" konulu panel
  Hiçbir güç devrimci iradeyi teslim alamaz!
  ÖO direnişçisi Özlem Türk ölümsüzleşti!
  Ekim Gençliği'nden...
  "Ölümden korkarak intihar etmek"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ciddiyetsizliğin son perdesi/4

Kuyrukçu sürüklenişin ideolojik temelleri

MLKP bugün sürüklendiği yere özgün bir biçimde Kürt hareketinin kuyruğunda sürüklenerek geldiğine göre, onun Kürt sorunuyla bağlantılı programatik formülasyonlarına biraz daha yakından bakmakta yarar var. Son kongresindeki program değişiklikleri de daha çok ulusal sorunla bağlantılı olduğuna göre bunu yapmak özellikle gereklidir.

Küçük-burjuva demokratizmi ve
proleter enternasyonalizmi

MLKP 3. Kongresi, “program değişiklikleri” adı altında dört ayrı maddede, bazı ifade değişikleri ya da eklemeler yapma yoluna gitmiş bulunuyor. Kamuoyuna gerekçelendirme ihtiyacı duyulmaksızın açıklanan bu değişikliklerin ilk ikisi Kürt sorunu kapsamındadır. Birinde geleceğin “İşçi-emekçi sovyet cumhuriyetler birliği”nde “ayrılma hakkı”nın korunacağı, ötekinde “Kürt ulusunun birleşme hakkı”nın tanınacağı ve savunulacağı, değişiklik yapılan maddelere ilave edilmiş durumda. Gerekçelerini bir yana bırakarak bu değişiklikleri ezilen bir ulusun temel ulusal hakları karşısında gösterilen demokratik hassasiyetin bir göstergesi sayalım şimdilik.

Konuya ilişkin değişiklikler bundan ibaret kalsa da, ulusal hareketin düzenle bütünleşme yolunu tuttuğu bir dönemin ardından toplanan bir kongreyle yüzyüze bulunduğumuza göre, Kürt sorunuyla bağlantılı konuların ve dolayısıyla program maddelerinin bu çerçevede bir bütün olarak gözden geçirildiğini varsayabiliriz. Böyle bir varsayım ise karşımıza önemli bir soru çıkarıyor. Adında “marksist-leninist” tanımlaması taşıyan ve işçi sınıfının bağımsız öncü partisi olduğunu iddia eden bir parti olarak o, ezilen ulusun hakları konusunda gösterdiği hassasiyeti, tam da bu aynı konu (ulusal sorunun programatik formülasyonu) üzerinden, proletaryanın dünya görüşü ve temel sınıf çıkarları açısından da gösterebilmiş midir acaba?

Bu soru boşuna değildir. Yirmi yıla yaklaşan bir mücadelenin zengin deneyimleri ve dersleri ile kendi kuyrukçu pratiğinin vehameti, MLKP kongresinde herhalde en başta ve özellikle bu açıdan bir hassasiyete yolaçmış olmalıydı. Kürt sorunuyla bağlantılı program maddeleri bu açıdan da özenle gözden geçirilebilmeli, yılları bulan pratik sınamanın ışığında, sorunun konuluşu ve tanımlanmasında kusurlu bir şeyler olup olmadığına dikkatle bakılabilmeliydi. Ezilen ulusun temel haklarını formüle etmek ve savunmak konusunda MLKP’nin esasa ilişkin bir kusuru yoktu. Tersine, onun için asıl sorun, bu konuda sınıf körlüğüne yolaçacak denli aşırı bir demokratizmle hareket etmesi; ulusal haklar konusunda hassasiyet adına bağımsız devrimci sınıf tutumunu tümden bir yana bırakarak, ezilen ulusun küçük-burjuva milliyetçiliği ile ayrım çizgilrini hepten silikleştirmesiydi. Onun yapmadığı ve küçük-burjuva demokratik kimliğin sınırlılıkları içinde hala da yapamadığı, ulusal sorunda marksist-leninist dünya görüşüne uygun davranmaktı. Yani, demokratik sorunları ve bunun bir parçası olarak da ezilen ulusun demokratik haklarını sosyalizm perspektifi içinde ele alamamak, demokratik sorunlara sosyalizm perspektifiyle bakamamak, demokratik görevleri sosyalist görevlre tabi kılamamaktı.

Demokratik sorunlar üzerinden gösterilen hassasiyetin hiç değilse aynı ölçüde sosyalizm perspektifi üzerinden gösterilemediği bir durumda ise, ezilen ulusun hakları konusundaki hassasiyetin belirtileri gibi görünen adımlar, gerçekte kuyrukçu çizgide derinleşmenin ve ezilen ulus milliyetçiliği önünde körlemesine boyun eğmenin yeni yansımaları olarak çıkar karşımıza. Nitekim “Kürt ulusunun birleşme hakkı tanınacak ve savunulacaktır” formülasyonuyla gösterilen aşırı gayretkeşlik daha çok bunu akla getirmektedir.

Nedenleri ayrıca tartışılabilir, fakat küçük-burjuva demokratizminin şu veya bu nedenle Kürt sorunu karşısında gösterdiği hassasiyet kendi başına yanıltıcı olmamalıdır. Bunun işçi sınıfının tutarlı demokratizmi ile, her durumda sosyalist bakışı ve çıkarları başa koyan proleter enternasyonalizmi ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Bunlar temelden farklı şeylerdir ve bu fark temelden farklı iki ayrı dünya görüşüne ve sınıf tutumuna denk düşer.

Devrim stratejisi ve “Kürt ulusu”

MLKP programının ulusal sorunla bağlantılı maddelerine geçiyoruz. Marksist ve devrimci olmak iddiası taşıyan her programda genel bir kalıp olarak yer verilen “Devrimci proletarya reformları devrime tabi kılar, demokratik görevleri sosyalist perspektifle ele alır” türünden formülasyonları (MLKP Programı, Madde: 31) bir yana bırakıyoruz. MLKP’nin bütün bir pratiğinin bu formülasyonun onun izlediği çizgi bakımından hiçbir ilkesel ve pratik değer taşımadığını açıkça gösterdiği bir durumda, bu özellikle gereklidir. Bizzat MLKP örneğinin tanıklık ettiği gibi, böyle bir formülasyona programında yer vermiş olmak, kendi başına bir şey ifade etmez; bu, bunu yapan parti için henüz bir kavrayıştan çok buna ilişkin bir temenniyi anlatır yalnızca. Önemli olan bu ilkesel tutumun gerçek kavrayışı yansıtan programatik ifadelere ne ¨lçüde yansıdığı ve elbette belirleyici bir gösterge olarak, her türlü sınamanın gerçek alanı olan pratikte ne denli uygulandığıdır.

Pratikte yaşanan kuyrukçu faciayı, dolayısıyla bu formülün MLKP’nin izlediği politik çizgi bakımından bir anlam taşımadığını artık biliyoruz. MLKP, “demokratik görevleri sosyalist perspektifle ele almak”, demokratik istemleri her durumda proletarya devriminin ve sosyalizmin genel çıkarlarına tabi kılmak bir yana, konumuzu oluşturan ulusal sorunda açıkça görüldüğü gibi, gerçek hayatta tam tersini yapmış; sosyalist görevleri tümden bir yana bırakarak, ulusal hakları ve buna dayalı bir ulusal demokratik çizgiyi esas almış, bunu kendi içinde mutlaklaştırmıştır. PKK kuyrukçuluğunun, ezilen ulus milliyetçiliği karşısında körlemesine boyun eğişin gerisinde tam da bu kavrayış ve pratik tutum vardır. Nitekim gerçek hayatta hiçbir hükmü kalmayan ilkesel soyut temenniden ulusal soruna ilişkin somut programatik formülayonlara geçtiğimizde, bunun hiç de bir rastlantı olmadığını; ulusal soruna liberal yaklaşımda ifadesini bulan kavrayış, tutum ve pratiğin bizzat programda da yansımalarını bulduğunu görüyoruz.

MLKP Programının “Devrimin ilk adımı” başlıklı III. Bölümü, “anti-emperyalist demokratik devrim”in, buna dayalı devrim stratejisinin gerekçelendirilmesine ayrılmış bulunmaktadır. Bu bölümde yer alan 28. madde, “İşçi sınıfı, diğer emekçiler ve Kürt ulusuyla gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler arasındaki çelişmelerin son derece keskin olduğu...” tanımlaması ile başlıyor.

Burada, devrimin ve karşı-devrimin temel toplumsal güçleri, startejik bir karşıtlık içinde sınıflandırılmış ve tanımlanmış bulunuyor. Güncel sorunlar üzerine bir gazete makalesiyle değil de temel önemde bir program metniyle yüzyüze olduğumuza göre, buradaki “çelişmelerin keskinliği” ifadesini de, nesnel karakteriyle uzlaşmaz nitelikte çelişmeler olarak anlamak durumundayız. İlgili program maddesinin toplamında, devrimin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik temellerini ve dinamiklerini tanımlamak sözkonusu olduğuna göre, bu nokta zaten yeterince açık olmalıdır. Bu böyleyse eğer, bu durumda karşımıza, teorik anlamı ve pratik sonuçları bakımından son derece önemli ve birbiriyle bağlantılı iki soru birden çıkmaktadır.

Bir; devrim ile karşı-devrim cephesini sınıfsal açıdan tanımlayan bir programatik ifadede, işçi sınıfı ve diğer emekçiler ile “Kürt ulusu” aynı devrim cephesi içinde tanımlanabilir mi ve tanımlanırsa bu ne anlama gelir? Ve iki, “Kürt ulusu”yla “gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler arasındaki çelişmeler” uzlaşmaz karakterde midir? Bu iki sorunun yanıtını kısaca irdelemek, ulusal sorunun küçük-burjuva demokratizmi tarafından algılanışına olduğu kadar, bu algılamanın kuyrukçu sürüklenişteki payına da önemli açıklıklar getirecektir.

Ezilen ulus milliyetçiliğinin liberal argümanlarına destek

Ulus, objektif bir tarihsel kategoridir; ayrımsız olarak tüm sınıfları kapsar. Sınıfsal açıdan ezen ya da ezilen, sömüren ya da sömürülen konumda olsun, tüm sınıflar aynı ulus kategorisi içinde yer alırlar. Sınıfsal konum kadar sınıfsal tercihler de, örneğin sınıf çıkarları gereği ulusa ihanet etmiş olmak, nesnel bir konum ve ilişkili olan ulusal mensubiyeti değiştirmez. Bu konumdaki sınıf ya da sınıflar (örneğin geçen yüzyılın sömürge ve yarı-sömürgelerinde tipik olan egemen sınıf bloku, işbirlikçi komprador burjuvazi ve toprak ağaları ittifakı) da ulusun bir parçasıdırlar. Ulusa ihanet etmiş olmaları, ulusal kurtuluş hareketi karşısında emperyalizmin ve sömürgeciliğin yanında ve hizmetinde hareket etmeleri, onların ulusun bir parçası olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu konum ve tutumuyla onlar, ulusun ihanet i&ccedi;indeki sınıflarıdır yalnızca.

Bütün bunlar bilimsel temellere dayalı marksist ulus teorisinin alfabesidir.

Peki bu böyleyse eğer, adına ne derse denilsin sonuçta temel bir devrim adımını tanımlayan bir devrimci parti programında, işçi sınıfı ve diğer emekçiler ile bir “ulus”, somutta bir bütün olarak “Kürt ulusu” nasıl oluyor da aynı devrim cephesinin temel sınıfsal-toplumsal güçleri olarak yan yana konabiliyor, aynı devrimci stratejik safın içinde tanımlanabiliyor? “Kürt ulusu”nun bir bütün olarak devrim safında tanımlanması ve “gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler” olarak tanımlanan karşı-devrim cephesinin karşısına konulması, nasıl bir bakış açısının ürünü olabilir? Kürt büyük burjuvazisi, toprak ağaları ve aşiret reisleri, tanımda stratejik bir devrim aşaması sözkonusu olduğuna göre, artı Kürt orta burjuvazisi, devrimci sınıflar mıdır? Bu soruları sormuş olmak bile durumun tüm saçmalıcurren;ını bütün açıklığı ile gözler önüne sermeye yetiyor. Ulusal sorunda sınıf işbirliğine dayalı liberal kuyrukçu çizginin bir rastlantı olmadığını, onun parti programında bile kendine temel bir yer bulduğunu daha burada bütün açıklığı ile görmekteyiz.

Bu liberal tanımlamadan hareketle formüle ettiğimiz temel sorulardan ikincisine geçiyoruz.

Ulus nesnel bir kategori olduğuna göre, onun tüm temel ulusal haklarından yoksun bırakılması, daha somut olarak, ulusal ezilmişlik ve hak yoksunluğu, kuşkusuz sonuçta ulusun tüm sınıf ve tabakalarını kapsar. Dilinden, kültüründen, kimliğinden yoksun bırakılmak, bu yoksun bırakılmak üzerinden itilip kakılmak, baskıların, yasaklamaların ve asimilasyonun hedefi haline gelmek, ezilen ulusun tüm sınıf ve tabakalarını bir biçimde keser. Ama ilkin, bunun her sınıf üzerindeki etkisi ve her bir sınıfın bundan etkilenme biçimi; ve ikinci olarak, her bir sınıf için bu ezilmişliğin anlamı ve önemi, yanısıra her bir sınıfın buna karşı tutumu ve tepkisi, hiçbir biçimde aynı değildir ve olamaz. Ulusal ezilmişlik ve hak yoksunluğu ulusun tümü için genel bir durum olsa da, bunun etkileri ve etkime biçimleri, sınıfsal çıkar ve konumlar için anlamı ve sonu&ccdil;ları, verili toplumsal koşullara ve ilişkilere de sıkı sıkıya bağlı olarak, ezilen ulusun farklı sınıfları için temelden farklıdır.

Burada, ezilen ulus burjuva ve küçük-burjuva milliyetçiliğinin her zaman karartmaya çalıştığı, temel önemde bir toplumsal olgu sözkonusudur. Bu olgu, ezilen ulus milliyetçiliğinin “ulusal haklar uğruna mücadele” temelinde “ulusal birlik” liberal formülünün tüm dayanaksızlığını gözler önüne sermektedir. Eğer siz ezilen ulusu bir bütün olarak kurulu düzenle çelişme içinde göstermek liberal saçmalığına düşerseniz, böylece ezilen ulus burjuva ve küçük-burjuva milliyetçiliğinin ulusal liberal argümanlarına da kendi cephenizden destek vermiş olursunuz.

Ulusal bakımdan eziliyor olmak sınıfsal bakımdan eziliyor olmaktan temelden ve kategorik olarak farklıdır. Sınıf ya da sınıflar, ulusal açıdan ezilen ulusun mensubu oldukları halde, sınıfsal açıdan egemen sınıfın ve onun düzeninin ayrılmaz bir parçası olabilirler. Bunun ne anlama geldiğini uzun boylu izaha kalkışmak gereksizdir. Zira konumuzu oluşturan Kürt ulusal sorununun sınıf gerçekleri, üstelik uzun yıllar şiddetli mücadelelere konu olan ulusal uyanış üzerinden, tüm açıklığı ile gözlerimizin önünde durmaktadır.

Cumhuriyet döneminin ilk Kürt isyanlarının bastırılmasının ardından Kürt büyük burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ve aşiret reisleri için “ulusal ihanet” artık değişmez sınıfsal tutum ve çizgi haline geldi. Son yirmi yılın olayları bunu mücadelenin tüm sıcaklığı ve seyri içinde bütün çıplaklığı ile daha somut olarak ayrıca gösterdi. “Kürt ulusu”nun bu kesimi, sınıf olarak ve elbette temel sınıfsal çıkarları gereği, ulusal harekete karşı “gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler”in yanında yer aldı. Yanında yer aldı demek bile zayıf kalıyor, zira zaten bu cephenin organik bileşeni durumundaydı. Bu nedenle kendi sınıfsal safında yer aldı demek daha doğru olur. Bu böyle olduğuna göre, kalkıp üstelik bir program maddesi olarak, “Kürt ulusu”yla “gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen eperyalistler arasında” uzlaşmaz karakterde çelişmelerden söz etmek işi tam bir saçmalığa vardırmaktır. MLKP programında işte bu yapılmıştır.

Kuyrukçu sürüklenmenin mantığı

Kürt büyük burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ve aşiret reislerini bir yana bırakıp soruna bir de ulusal ezilmişlik ve dolayısıyla haklar karşısında belli bir hassasiyete sahip olduğu olaylarla da görülen Kürt orta burjuvazisi açısından bakalım. Bunu yaptığımızda göreceğiz ki sonuç özünde yine değişmiyor. MLKP programının sözkonusu formülasyonu, liberal özünden, anlamından ve öneminden bu durumda da bir şey kaybetmiyor.

Kürt büyük burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ve aşiret reislerini dışında bırakan, buna karşın Kürt orta burjuvazisini de içeren bir “Kürt ulusu” gerçekliği düşünelim. Bu toplumsal bileşimiyle bir “Kürt ulusu” da, ne stratejik bir devrim adımı boyunca işçi sınıfı ve diğer emekçilerle aynı devrimci saftadır; ne de “gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler”le uzlaşmaz çelişmelere sahiptir. Zira bu biçimiyle bir “Kürt ulusu” kavramının Kürt orta burjuvazisini de, binbir bağla büyük burjuvazi ve toprak sahiplerine bağlı olan bu mülk sahibi sömürücü sınıfı da içermesi, başlıbaşına bunu olanaksız kılar.

Bunun böyle olduğunu göstermek için uzun boylu çabalara da gerek yok bir yerde. Bu konuda MLKP programı ile “Birlik Kongresi Belgeleri” bile bize tanıklık edebilirler. MLKP programının bu liberal formülasyonu içeren 28. maddesini önceleyen 27. maddesi, orta burjuvaziyi “kaderini düzene bağlamış”, “varlığı tekellerin varlığına çok güçlü bir biçimde bağlı”, “devrimden derin bir korku duyan ... karşı-devrimci bir sınıf” olarak tanımlar. Bu tanıma doğal olarak Kürt orta burjuvazisi de dahildir. Şu farkla ki, “ulusal sorun nedeniyle” Kürdistan’da bu sınıfın belli kesimleri “potansiyel” olarak farklı bir siyasal eğilim gösterebilirler. Buna bağlı olarak, “Sözkonusu sınıfın ulusal mücadeleyi destekleyen kesimleriyle taktik ittifaklar olanaklıdır.” (III. bölüm/27. madde. Aynı kouda bkz. “Birlik Kongresi Belgeleri”, Varyos Yayınları, s.192).

Demek ki en iyi durumda bile Kürt orta burjuvazisinin yalnızca belli kesimleriyle ve yalnızca “taktik ittifaklar olanaklıdır”. Bu durumda bu burjuva toplumsal katmanın da herhangi bir devrimci stratejik tanım içinde devrimci açıdan yer alması kategorik olarak olanaksızdır. Bizzat MLKP programının öteki maddelerinin tanıklığı ile görüyoruz ki, Kürt orta burjuvazisi ne devrimci ve dolayısıyla ne de kurulu düzenle (“gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler”le) uzlaşmaz çelişmeleri olan bir sınıftır.

Bunu bize yeni dönem Kürt ulusal mücadelesinin yılları bulan seyri pratik olarak ayrıca göstermiş bulunmaktadır. Kürt orta burjuvazisi ‘90’lı yılların başına kadar özgürlük mücadelesinden uzak durmuş, ona karşı yer yer açık ya da örtülü biçimde düşmanca bir tutum bile alabilmiştir. Bunun gerisinde ise ulusal ezilmişliğe ilgisizlikten çok hareketin PKK önderliğinde gelişmesi vardı. O günün PKK’sinin devrimci konum ve hedefler üzerinden abartılı biçimde algılanması, Kürt orta burjuva katmanlarını en iyi durumda hareket karşı mesafeli durmaya ve temkinli davranmaya yöneltmişti.

Fakat bir dizi gelişmenin yanı sıra giderek hareketin önderliğini daha gerçekçi bir tarzda algılamanın da etkisiyle, bu tutum ‘90’lı ilk yıllardan itibaren değişmeye başladı. Ulusal hareketin salt ulusal istemlere bağlı bir çerçevede gelişmesi, sınıf mücadelesine zemin oluşturacak ve Kürt emekçilerinin Türk emekçileriyle devrimci birleşme zeminini güçlendirecek toplumsal sorunların kategorik olarak dışlanması, Kürt orta burjuvazisinin sınıfsal korkularını ve kaygılarını önemli ölçüde giderdi. Belli kesimler ulusal hareketten yana bir tutum almaya başladılar, adım adım hareket içinde etkinlik sağladılar ve böylece, onun giderek daha ılımlı ve uzlaşmacı bir çizgiye geçişini kolaylaştırıp hızlandırdılar.

Ulusal hareketin toplam süreci üzerinden baktığımızda, Kürt orta burjuvazisinin, süreç boyunca hiçbir devrimci tutum göstermediği gibi, harekete katılışının da ancak ulusal hareketin önce fiilen, giderek de “siyasal çözüm” çizgisiyle resmen, devrim hedefinden kopmasına bağlı olarak olanaklı hale geldiğini görüyoruz. Eğitimli, kültürlü, politik etki ve deneyim sahibi, temel sınıf çıkarları konusunda son derece bilinçli ve gerçekçi, tüm bunlar sayesinde emekçi kitleler üzerinde de önemli bir etki ve denetime de sahip bir burjuva katman olarak o, harekete katıldığı andan itibaren hızla içinde önemli bir yer tutmaya ve onu kendi sınıf çıkarları ve tercihlerine uygun bir rotaya çekmeye çalıştı. Türkiye genelinde sınıf mücadelesinin zayıflığı; Kürt hareketinin devrimci ir çizgide gelişimini güvenceye alacak biricik toplumsal kuvvet olarak devrimci bir işçi hareketinin yokluğu; PKK önderliğinin Türkiyeli emekçilerden alamadığı desteği bu burjuva katmandan, hatta Kürt burjuvazisinin daha üst katmanlarından almak üzere çok bilinçli bir yeni yönelime girmesi, tüm bunlar Kürt orta burjuvazisi için toprağı düzledi, hareket içindeki etki ve konumuu günden güne daha çok güçlendirdi.

“Siyasal çözüm” çizgisi kapsamındaki tüm ideolojik-politik açılımlar, buna uygun düşen ilişki ve kurumlaşmalar, zaman içinde hareketi tümüyle bu sınıfın perspektiflerine uygun bir konuma oturttu. Giderek PKK’yi belirler hale gelen reformist yönelim, tam da bu toplumsal konumun siyasal anlatımı oldu. Emperyalist sistem ve kurulu düzen tabanı üzerinde “anayasal çözüm”, Kürt sorununun bu sınıfsal konuma, bunun gerektirdiği sınıfsal çıkar ve tercihlere uygun bir çözüm programı ve stratejisinden başka bir şey değildi. İmralı teslimiyeti, bu süreçte bir dönüm noktasını oluşturdu ve Kürt burjuvazisinin harekete artık resmen de damgasını vurduğunun kabul ve ilan edilmesi anlamına geldi.

Kürt orta burjuvazisine ilişkin bu gerçeklerin ışığında MLKP programındaki liberal formülasyona dönelim. İşçi sınıfını temsil etmek iddiasındaki bir parti programında işçi sınıfı tanımı milliyet esasına göre bölünemeyeceğine göre, bu durumda “Kürt ulusu” kapsamına giren sınıflardan geriye Kürt küçük-burjuvazisi, onun da esas gövdesini oluşturan Kürt köylülüğü kalıyor. Dolayısıyla ilgili programatik formülasyonda yer alan “Kürt ulusu” kavramı da böylece tüm anlamını yitiriyor. Fakat kavramın bu şekilde anlamını yitirmesi, stratejik bir sınıfsal kutuplaşma tanımı içinde bu kavramın kullanılmış olmasının gerisindeki liberal kavrayışı ve bunun politik sonuçlarını yazık ki ortadan kaldırmıyor. Kaldırmadığını da bizzat MLKP’nin uzun yıllar boyunca ve halen ulusal hareketi ele alışı ve bu çerçevede izledi&urren;i çizgi gösteriyor.

Sınıf körlüğü ile malûl küçük-burjuva demokratizmi, devrime ilişkin programını hazırlarken, ezilen bir ulusunun etkileyici ulusal uyanışının basıncı altında işin alfabesi sayılan gerçekleri gözden kaçırabilmiştir. Politik sonuçları yılları bulan bir kuyrukçu liberalizm olarak kendini göstermeseydi, bunlar üzerinde durmaya belki gerçekten değmezdi. Bunları küçük-burjuva demokratizminin teoriye karşı ilgisizliğinin, teorik umursamazlığının ve program gibi temel önemde bir belgenin hazırlanmasındaki baştan savmacılığının çok da sorun edilmemesi gereken bir örneği sayıp geçmek mümkündü. Ama böyle bir kavrayışın, sorunun böyle bir konuluşunun hiç de rastlantı olmadığına ilişkin kaba gerçek tüm çıplaklığı ve vahim politik-pratik sonuçlarıyla duruyor önümüzde. İmalı sonrası gelişmeler, MLKP’nin “Kürt ulusu”nu bu tür bir algılama tarzının ne denli derin köklere sahip olduğunu bize ayrıca göstermiş bulunuyor.

MLKP programının öteki bir maddesinden aktardığımız orta burjuvazi değerlendirmesine yeniden dönelim. Ortada henüz pratik açıdan bir güçlük yokken, yani Kürt orta burjuvazisinin henüz harekete damgasını vuramadığı bir dönemde hazırlanan programda, bu sınıf hakkında genel planda doğru tanımlara yer veriliyor ve bunu, bu sınıfa karşı izlenmesi gereken tutumun genel planda doğru olan tanımı tamamlıyordu. Buna göre, büyük burjuvazi ve toprak sahipleri ile emperyalizme binbir bağla bağlı bir sınıf olan orta burjuvazi karşı-devrimci bir sınıftır. Fakat ulusal etkenden dolayı Kürt orta burjuvazisinin belli kesimlerinin belli sınırlar içinde ilerici eğilimler göstermesi yine de olanaklıdır. Bu durumda ve bu sınırlar içinde, “Sözkonusu sınıfın ulusal mücadeleyi destekleyen kesimleriyle taktik ittifaklar olanaklıdır.”

Zamanında sorunu bu denli dikkatli ve sınırlanmış biçimde koyanlar, bu katmanla sınırlı taktik ittifakları bile onun kendi dışında ve devrimci bir önderlik altında gelişen bir ulusal mücadeleyi desteklemesi şartına bağlayanlar, bugün tüm bunları unutmuş görünüyorlar. Bu sınıfın ulusal harekete damgasını vurduğu ve onu düzenle bütünleşme çizgisine oturttuğu bir dönemde bile, ilkesizce onun kuyruğunda sürüklenmekte hiçbir güçlük ve sakınca göremeyebiliyorlar.

Bu, MLKP programının herşeye rağmen devrimci bu türden hükümlerinin gerçek politikada bir anlam ifade etmediğini göstermektedir. MLKP’nin ulusal hareketle ilişkilerdeki bütün bir pratiği buna tanıklık etmektedir. Soyut söylem değil de pratikteki gerçek politika sözkonusu olduğunda MLKP’ye yol gösteren, herşeye rağmen programında yer bulabilmiş bazı doğrular değil, fakat “Kürt ulusuyla gerici egemen sınıflar ve onları destekleyen emperyalistler arasında” uzlaşmaz çelişmeler gören liberal formülasyonlar olmuştur.

İmralı sonrasına liberal uyarlanma

MLKP 3. Kongresi, İmralı ile birlikte PKK’nin “ulusal devrimci çizgiyi terkederek, küçük burjuva ulusal reformist bir parti haline geldiği” tespitini yapıyor. Oysa marksist sınıfsal bir bakışa sahip olabilseydi, bunun Kürt sorununda burjuva çözüm çizgisinin zaferi demek olduğunu, PKK’nin İmralı çizgisiyle birlikte ulusal burjuva bir çizgiye oturduğunu tespit ederdi.

Geriden gelmeyi bir çizgi, bir kimlik ve karakter özelliği haline getirenlerin aynı kapsamda bir yeni davranışıyla yüzyüzeyiz burada. İmralı çizgisine oturmuş bir PKK’yi, bugünkü adıyla KADEK’i, “küçük burjuva ulusal reformist” olarak niteleyebilmek, bilinen sınıf körlüğünün yeni bir örneğinden başka bir şey değildir. PKK, devrimci hedeflerin terkedilmesi ve kurulu düzen çerçevesinde anayasal bir çözüm çizgisi demek olan “siyasal çözüm” stratejisini benimsediği noktadan itibaren, zaten küçük-burjuva ulusal devrimci bir çizgiden ulusal reformcu bir çizgiye adım adım kaymış bulunuyordu ve zaman içinde bu kimlik daha İmralı öncesinde onda baskın hale gelmişti. İmralı çizgisi bu konumdan yeni düzeyde bir kopma oldu. Artık en kaba ve açık haliyle burjva reformist çizgiye bir geçişti yaşanan.

Küçük-burjuva reformizmiyle burjuva reformizmi arasında, ilki her zaman ikincinin değirmenine su taşısa da, sınıflar mücadelesinde oynadığı rol son tahlilde aynı kapıya çıksa da, yine de toplumsal mantığa oturan temel önemde bir fark vardır. EMEP ya da SİP-TKP, tipik küçük-burjuva reformist partilerdir. Ama dikkat ediniz, onlar kurulu düzeni cepheden savunmuyorlar, tersine, onu kategorik olarak red ve mahkum ediyorlar. Aynı şekilde emperyalist egemenliği ilke olarak reddediyorlar. Sömürü ve baskı düzenine, bunu olanaklı kılan bugünün sınıf egemenliği ilişkilerine karşı olduklarını açıklıyorlar. Daha da ötesi, toplumun bir devrime ve ancak bu sayede olanaklı olabilecek sosyalist bir yeniden kuruluşa ihtiyacı olduğunu söylüyorlar vb.

Elbette onlar tüm bu devrimci ilke, hedef ve özlemlerin içini boşaltıyorlar, egemen burjuvazi için zararsız söylem, anlamsız gevezelik derekesine indiriyorlar. Devrim söylemi onlar için gündelik faaliyetlerine ve mücadelelerine yön veren değil, daha çok genel, soyut, duygusal sınırlar içinde kalan bir anlam taşıyor. Onların reformizmi, savunuyor göründükleri tüm bu istem ve özlemler için devrimci bir yolu değil, düzenin icazetine teslim olarak evrimci-barışçı bir yolu seçmelerinde ifadesini buluyor. Onların reformizmi, devrim ve sosyalizme ilişkin herşeyi içi boşaltılmış, gerçek siyasal anlamını yitirmiş söz kalıpları haline getirmelerinde anlamını buluyor. Onların reformizmi devrimci söylemler ile reformist pratik arasındaki derin uçurumda kendini gösteriyor.

Oysa İmralı’dan beri PKK-KADEK çizgisi, artık bu istem ve özlemlerin hiçbirini söz planında bile, yani EMEP ya da SİP-TKP gibi içini boşaltarak da olsa savunmuyor olmakta anlamını buluyor. Devimci istem ve özlemleri sözde savunmak bir yana, tam tersine, düşünce planında bile bunun tam karşıtı bir ideoloji, program ve politik çizgi savunuluyor. PKK-KADEK artık sistem olarak emperyalizmi ve düzen olarak kapitalizmi resmen ve alenen kabul etmiş bulunuyor. Devrimi kategorik olarak red ve mahkum ediyor. Kürt ulusunun temel ulusal haklarını, ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini savunmayı bile bir yana bırakıyor. Tüm istediği, mevcut sistem içinde ve mevcut düzenin temellerine hiçbir biçimde dokunmaksızın, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtlere daha çok kültürel nitelikte bazı hak kırıntıların sunulması ve bunun anayasal güvence altına alınmasından ibaretir.

MLKP 3. Kongresi, burjuva reformizmiyle küçük-burjuva reformizmi arasındaki bu önemli farkı çok bilinçli bir tutumla görmezlikten geliyor. PKK’nin İmralı sonrası konum ve kimlik değişiminini reformist olarak niteliyor, fakat bunu burjuva sınıfsal konum yerine özenle küçük-burjuva bir sınıfsal konum üzerinden sunuyor. Bu elbette boşuna değil. Zira bu sunuş şekli, programında stratejik müttefik olarak tanımlanan küçük-burjuvaziyle kalıcı ittifaklar zemininin tüm olanaklarını böylece MLKP’ye açık tutuyor. Burada “reformist” nitelemesi yine de bir güçlük alanı gibi görünüyor, ama bilinen oportünist hokkabazlıklarıyla o bunu bir güçlük alanı olmaktan hemencecik çıkarıyor. Okuyoruz:

“Yenilgi öncesi dönemde ulusal hareketin ‘barış’ talepli eylemleri devrimci bir rol oynamıştır. Bugün ise etkisi azalsa da ilerici, antifaşist bir niteliğe sahiptir. Kürt emekçi yığınlarının ulusal taleplerini yansıtması ve sömürgecilik karşısında eylemli bir hattı ifade etmesi bakımından objektif olarak devrimci olanaklar yaratmaktadır.” (Partinin Sesi, sayı: 36, s.112-113, vurgu orijinal metinde)

Oportünist kıvraklığın kuyrukçu çizgiyi süreklileştirmeye yönelik çabasının bütün bir özü yansıyor bu pasajda. Dün “devrimci” olan gerçi bugün artık “antifaşist” hale gelmiştir; ama düne göre “etkisi azalsa da” o hala Kürt emekçilerinin “ulusal taleplerini yansıtmaktadır” ve izlediği “eylemli” hat sayesinde “objektif olarak devrimci olanaklar yaratmaktadır.” Sonuç? Sonuç, KADEK-HADEP çizgisinde kuyrukçuluğa devam! Sözde Kürt emekçilerinin “ulusal talepleri” adına, gerçekte ise Kürt burjuvazisinin ulusal soruna çözüm çizgisi ekseninde!

MLKP’de devrimci kimliğin iflası ve reformist liberal cepheye geçiş, işte bu türden pek masum, gerçekte ise o ölçüde sinsi ve hesaplı tanım, tespit ve formülasyonlar üzerinden gerçekleşmektedir. “Politik Rapor”un öteki sayfalarında da yinelenen bu türden formüllerden hareketle bu iflah olmaz kuyrukçulara soralım: Bugünkü KADEK-HADEP çizgisi, onun ulusal taleplere ilişkin programı, “Kürt emekçi yığınlarının ulusal taleplerinin” bir yansıması mıdır? “Kürt emekçi yığınlarının ulusal talepleri”, ulusal hak kırıntılarında ifadesini bulan, “Kopenhag Kriterleri”yle ilişkilendirilen ve AB emperyalizmine bağlanan umutlarda somutlaşan bir çizgide mi ifadesini bulmaktadır? Ancak iflah olmaz oportünistler ve kuyrukçular, burjuva ulusal reformist çizgiye kaymış bir hareketin Kürt emekçi kitlelerine lusal hak kırıntıları elde etmekle sınırlı bir eylem çizgisinde yön vermesi ile Kürt emekçilerinin gerçek ulusal istemleri ve özlemlerini aynılaştırmak yoluna giderler.

İmralı sonrasının en önemli gerçeklerinden biri, ulusal hareketin kendini, izlenen hedefler ve ileri sürülen istemler bakımından, Kürt burjuvazisinin sınıfsal konum ve tercihlerine tümden uyarlamış bulunmasıdır. Ulusal hareketteki temel tahribat, artık gerçek bir özgürlük ve eşitlik isteminden vazgeçilmiş olmasıdır. Bu da rastlantı değildir. Türk burjuvazisiyle barışmaya ve bütünleşmeye dayalı bir stratejik yönelimin doğası bunu gerektirmektedir. MLKP 3. Kongresi, kuyrukçuluğu meşrulaştırmak ve süreklileştirmek kaygısı içinde, işte bu temel önemde olguyu görmezlikten geliyor. Sorunu salt kitlelerin eylem kapasitesi, hareketlilik düzeyi ve biçimi üzerinden koyuyor. Sanki ulusal hedefler ve özlemler korunuyor da yalnızca bu uğurda verilen mücadelede bir zayıflama varmış gibi göstermeye çalışıyor durumu. Bir kez daha okuyoruz:

“Kürt ulusal devrimi yenilmiş olmasına rağmen, Kürt ezilenlerinin devrimci dinamikleri canlıdır. Ulusal demokratik talepler uğruna mücadeleleri sınırlanmış, fakat kırılamamıştır. Barışçıl mücadele biçimlerini esas alan bir kitle hareketi sürmektedir.” (s.114, vurgular orijinal metinde)

119. sayfada üçücü bir kez daha yinelen bu sözler, hareketin devrimci hedeflerini tümden bir yana bırakmış ve istemlerini tanınmayacak ölçüde güdükleştirmesi olması gerçeğini, bu temel önemde politik çizgi sorununu sessizce geçiştiriyor. Sorunu bu belirleyici politik esas üzerinden ortaya koyacağına, tutup sınırlanan ama kırılamayan, askeri biçimler yerine barışçıl biçimler üzerinden süren kitle hareketinin “devrimci olanakları” üzerine lafı geveliyor. Böylece güya devrimci kaygılarla hareket ettiğini göstermeye, herkesi de buna inandırmaya çalışıyor. Ama bu kitle hareketinin başında nasıl bir önderlik vardır? Bu önderliğin sınıf konumu, dünya görüşü, temel stratejisi, emperyalist sisteme ve kurulu düzene bakışı nedir? Önderlik ettiği kitle hareketine nasıl bir çizgide y&oul;n vermektedir ve bu çizgi üzerinden nereye götürmektedir? Bu soruların yanıtı çerçevesinde, mevcut durumun, devrimci olmak ve Kürt halkının devrimci birikimini savunmak, Kürt emekçilerini yeniden gerçek kurtuluş yoluna, devrime ve sosyalizm mücadelesine çekmek iddiasındaki bir harekete yüklediği temel önemde görev ve sorumluluklar nelerdir?

Bu ve benzeri soruları tümüyle bilinçli bir tutumla geçiştiriyor MLKP 3. kongresi. Geçmişte ulusal soruna ilişkin hemen her değerlendirmesinde ulusal harekete önderlik eden akımla ilişkilerine açık tanımlamalar getirdiği halde, bu kez bundan özenle kaçınıyor. Üstelik PKK’de yaşanan köklü kimlik ve yön değişimini dile getirdiği halde. Bu yeni konum, kimlik ve çizgi üzerinden PKK’ye karşı tutumunu açıklıkla ortaya koyacağına, burjuva reformist çizgiye kaymış bir hareket karşısında kendi devrimci görev ve sorumluluklarını tanımlayacağına, Kürt emekçilerinin barışçı eylemlerinin “devrimci olanaklar” barındırdığı üzerine boş gevezeliklerle bu temel sorundan kaçıyor.

Oysa bu sorulara açık seçik yanıt vermek, tam da devrimci görünmek kaygısıyla vurgulu verilen o “devrimci olanaklar”ı değerlendirebilmek, sözü edilen “devrimci dinamikleri” ayakta tutup yeniden devrime yönlendirebilmek için hayati önemdedir. Kürt hareketinin mevcut önderliği tamı tamına ulusal burjuva bir önderliktir. Böyle bir önderliğe karşı izlenecek devrimci tavrın merkezinde ise, onun maskesini indirmek, gerçek sınıf kimliğini ve politik çizgisini emekçiler önünde ortaya koymak, böylece Kürt emekçi yığınlarını onun etki ve denetiminden kurtarmaya çalışmak vardır.

Kürt orta burjuvazisinin Kürt emekçi yığınları üzerindeki ideolojik, politik ve örgütsel etki ve denetimini kırmak, sözü edilen devrimci olanakları değerlendirebilmenin olmazsa olmaz koşuludur. Oysa MLKP 3. kongresi, bu denli temel ve hayati önemde bir sorun ve sorumluluk üzerine tek kelime olsun etmiyor. Etmiyor, zira “devrimci olanaklar” ve “canlı devrimci dinamikler” üzerine ettiği o pek devrimci laflar, gerçekte onun bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Kürt hareketinin kuyruğunda sürüklenmesini meşrulaştırma işlevi görüyor.

Bunun böyle olduğunu 3 Kasım seçimleri sürecinde ve bu seçimleri izleyen HADEP değerlendirmesi üzerinden bir kez daha tüm açıklığı ile gördük. HADEP’e “emekçileşme” çağrısı yapan o skandal değerlendirme, gerçekte burjuva ulusal reformist harekete, Kürt emekçi kitleleri üzerindeki etki ve denetimini daha iyi ve daha uzun süreli olarak nasıl koruyabileceğine dair sunulmuş bir destekten başka bir anlam taşımamaktadır. Burjuva reformist çizgideki bir Kürt hareketinin kuyruğundan ayrılacak ve Kürt emekçilerinin karşısına kendi bağımsız devrimci platformuyla çıkacak gücü, bilinci ve iradeyi kendinde bulamayan bir MLKP gerçeğinin gerisinde, devrimci umutlarla birlikte devrimci kimliğin de gitgide tükenmekte olması olgusu durmaktadır.

(Devam edecek...)




“Kürt ulusunun her düzeyde birliği”
ne anlama gelir?

Kürt hareketinin yeni bir döneme girdiği, 25 günlük süre içindeki gelişmelerle bir kez daha kesinlik kazanmıştır. Bu PKK’nın iddia ettiği gibi Kürt devriminin yeni bir aşaması değil, devrimci gelişme çizgisinden bir yüz çevirmedir. Kürt burjuvazisiyle ve onlar üzerinden Batılı emperyalistlerle ilişkilerde ifadesini bulan yeni sürecin çıplak anlamı budur. Kürt özgürlük mücadelesi bugüne dek Kürt burjuvazisinin uzlaşma çizgisini reddederek ve emperyalizmi karşısına alarak gelişti. Bu Kürt alt sınıflarının konumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir mücadele platformuydu. Hareket devrimci kimliğini, süreç devrimci anlamını burada bulmaktaydı. Emperyalizmin PKK önderliğini boğmak politikası da buradan kaynaklanmaktaydı.

Oysa PKK bugün, “Kürt ulusunun her düzeyde birliğini sağlamak” adı altında YNK, KDP ve PSK ile ilişkilerde yeni bir dönem başlatmıştır. Bu partiler şahsında kurulmaya çalışılan cephenin sınıfsal ve politik anlamı, Kürt mülk sahibi sınıflarla güç ve kader birliğidir. Bu Kürt sorununa sistem ve düzeniçi bir çözüm demektir. Bu ise sorunun Kürt burjuvazisinin sınıf konumuna ve çıkarlarına uygun bir çözümü demektir. Olayın objektif anlamı budur.

PKK’nın bugünkü gücü ve gelişmeler içindeki tartışmasız yeri, kendi başına bir güvence oluşturmaz. Güvence, devrimci perspektif ve politikadadır. Kürt mülk sahibi sınıfları ve emperyalizm ile bunlar üzerinden kurulan ilişkiler, bu perspektif ve politikalarda stratejik bir yön değişiminin ifadesidir. Türk burjuvazisiyle uzlaşma, bu çerçevede yalnızca bir sonuçtur. Dolayısıyla bu uzlaşmanın bugün gerçekleşip gerçekleşmemesi, son gelişmelerin anlamını hiç bir biçimde değiştirmez.

Son gelişmelerle birlikte yoğunluk kazanan siyasal çözüm mü askeri çözüm mü tartışması, çarpıtılmış bir ikilemin ifadesidir. Gerçek ikilem, devrimci çözüm mü reformcu (anayasal) çözüm mü şeklindedir. Bunların ikisi de ”siyasal çözüm”lerdir. Fakat ilki Kürt emekçi sınıflarının çıkarlarının bir ifadesi olarak sistem dışı bir çözümü, ikincisi Kürt burjuvazisinin çıkarlarına denk düşen sistem içi bir çözümü karakterize eder. Birinci çözüm ezilen ulus emekçilerinin ezen ulus işçi sınıfı ve emekçileriyle kader birliğini, ikinci çözüm ezilen ulus emekçi sınıflarının kendi burjuvazisinin kuyruğuna takılmasını getirir. Emperyalizm ve sömürgeci burjuvaziyle uzlaşma, bu sonuncusunu kendiliğinden izler.

(“Ateşkes”te Yeni Süreç başlıklı yazıdan,
Ekim, 15 Nisan 1993, Başyazı)



“Siyasal çözüm” arayışı ve
ulusal harekette yön değişimi

(...) 1993 Ateşkesi’yle birlikte girilen yeni süreçte, durumun mahiyeti ve gerçek anlamı artık tümüyle başkadır. Aradan geçen iki yıl içinde ulusal hareketin yapısında ve sosyal bileşiminde yaşanan değişimle de bağlantılı olarak PKK’nın yaptığı bir dizi yeni politik açılımın toplu bir bilançosu, bu konuda bir tartışma ve tereddüt bırakmamaktadır. PKK’nın Kürt sorununun çözümünde yeni bir yola girdiği, “siyasal çözüm” çağrısının bu çerçevede artık tümüyle farklı bir anlama geldiği, tüm yeni taktik tutum ve açılımların da bu yeni çözüm çizgisine göre ayarlandığı gelinen yerde açık bir gerçektir.

PKK önderliğindeki devrimci ulusal hareketi bu yön değişikliğine götüren sürecin mantığını komünistler ateşkesi izleyen değerlendirmelerinde ortaya koydular. Bunun bazı yönleri üzerinde ayrıca duracağız. Şimdilik bu yön değişikliğinin ifadesi ve göstergesi bazı temel olguları sıralayalım.

* Gelinen yerde ulusal özgürlük mücadelesinin yoksul köylü-emekçi tabanına dayalı halkçı-devrimci karakteri belirgin biçimde geri plana düşmüş, ulusal hareket en saf biçimiyle ulusal istemler çizgisine oturmuş, bu anlamda ulusal burjuva karakteri belirgin biçimde önplana çıkmıştır.

Bunun bir yansıması ve göstergesi olarak, PKK Kürdistan toplumuna ilişkin sınıfsal kategorileri neredeyse anmaz olmuştur. PKK için artık bir bütün olarak “Kürtler”, “Kürt toplumu” ve “Kürt kimliği” vardır. “Kürt toplumu”nda çıkarları birbirine taban tabana zıt uzlaşmaz sınıflar değil, her sınıftan “yurtseverler” ve her sınıftan “ulusal hainler” ya da “sömürgeciliğin ajanları” vardır.

Yine bunun bir uzantısı olarak, Kürt büyük burjuvazisi ve toprak sahiplerine karşı ve ulusal hareketin esas yükünü taşıyan yoksul köylülük ve şehir emekçilerinin sınıfsal çıkarları doğrultusunda herhangi bir propaganda-ajitasyon yapılmamaktadır. Aynı şekilde, Kürt emekçileri Türk burjuvazisinin yalnızca ulusal baskı ve zulmüne karşı uyarılmakta ve eyleme çağrılmakta, sınıfsal çelişkiler ve bunun ürünü istemler görmezlikten gelinmekte, kullanılmamaktadır.

Tüm bunların bir ifadesi ve sonucu olarak, devrimci temeller üzerinde gelişen bir ulusal özgürlük mücadelesinin temel ayırdedici özelliklerinden biri olan halkçı-devrimci sınıf çizgisi neredeyse kaybolmuştur. PKK devrimci bir halk hareketi kimliği yerine, saf şekliyle bir ulusal hareket kimliğini önplana çıkarmış, onu geliştirmeye yönelmiştir. (...)

(Ulusal Hareket ve “Siyasal Çözüm” Üzerine,
EKİM 3. Genel Konferansı, Mart 1995)



“Siyasal çözüm” tartışması:
içerdikleri ve gizledikleri

(...) Kürt sorunu siyasal bir sorundur ve tüm siyasal sorunlar gibi ancak siyasal bir çözüme konu olabilir. Sorunun tüm özü ve en kritik noktası, bunun nasıl bir siyasal çözüm olacağıdır. Bu ise, toplumdaki sınıfların çeşitliliği ölçüsünde yanıtı farklı farklı olabilecek bir sorundur. Yine de buna toplumdaki ezen-ezilen sınıflar kutuplaşması ekseninde temelde iki ana yanıt verilebilinir.

Ya, emperyalist egemenlik ilişkilerine dokunmayan ve kurulu toplumsal düzenin sınıfsal çerçevesini esas alan, bu temel üzerinde yeni siyasal düzenlemeleri ve bunun anayasal bir dayanağa kavuşturulmasını amaçlayan, bir başka ifadeyle, ulusal eşitsizlikleri şu veya bu ölçüde giderecek biçimde mevcut düzenin reformdan geçirilmesine dayanan bir çözüm... Bu bir “siyasal çözüm”dür; sorunun düzen içi, reformcu, anayasal çözümüdür.

Ya da, sorunu, sömürgeci egemenliği iç ve dış dayanaklarıyla yıkmak ve kurulu düzene son vermek yoluyla, yani mevcut sınıf ilişkilerini temelden değiştiren bir devrimle çözmek. Bu da bir “siyasal çözüm”dür; sorunun kurulu düzeni aşan devrimci çözümüdür.

Bu iki çözüm arasındaki fark, yalnızca ilkinin kısmi, iğreti ve geçici; oysa ikincinin ise, sorunun toplumsal-sınıfsal kaynaklarını kurutarak çözeceği için, tek gerçek ve kalıcı çözüm olmasında değildir. Bununla da bağlantılı olan asıl fark, her iki çözümün kendine özgü sınıfsal anlamıdır. Bu birbirinden temelden farklı iki çözümün gerisindeki sınıfsal güçlerin temelden farklılığıdır. Bunların sınıfsal konum ve çıkarlarının uzlaşmaz niteliğidir. İlkinde sınıfsal varlıkları kurulu toplumsal düzene sıkı sıkıya bağlı burjuva sınıfların değişik kategorileri sözkonusuyken; ikincisinde, işçi sınıfı ve yoksul köylülük başta olmak üzere, ezen-ezilen ulusun emekçi sınıf ve tabakaları sözkonusudur.

Kuşkusuz tüm siyasal sorunlarda olduğu gibi Kürt sorununda da ara sınıf konumlarına uygun düşen çözüm şekilleri vardır. Fakat Kürt sorununun bugünkü safhasının da somut ve canlı bir biçimde gösterdiği gibi, bu ara sınıf çözümleri uzun süre bağımsız kalamazlar; toplumun temel sınıflarının ortaya koyacağı etkinliğe ve ağırlığa göre, yukarıdaki iki ana çözümden birine meyleder, giderek bu çözümlerden birinin unsuru haline gelirler.

Tüm bunlardan çıkan basit ve tartışmasız sonuç ise şudur. Kürt sorunu çerçevesinde gerçek seçenekler; askeri çözüm ya da siyasal çözüm biçiminde değil, kurulu düzeni aşan devrimci çözüm ya da kurulu düzen tabanı üzerinde anayasal-reformcu çözüm biçimindedir. “Siyasal çözüm” üzerine süren gürültülü propagandanın kararttığı basit gerçek tam da budur.

Siyasal sorunlara yaklaşım ile sınıf konumu ve çıkarları arasındaki kopmaz bağ, siyaset biliminin abc’sidir. Bu basit gerçek unutulmadığı ya da bilinçli ve hesaplı bir çabayla karartılmadığı sürece, bundan çıkan bir başka basit sonuç daha var. Bugünün Türkiye’sinde ve Kürdistan’ında mevcut tüm temel sınıfların ve onların farklı kesimlerinin, bunların yanısıra, soruna taraf olan tüm uluslararası güçlerin, Kürt sorununa ilişkin olarak kendi konumlarına uygun düşen politik yaklaşımları ve bu çerçevede “politik çözüm” arayışları var. (...)

(Ulusal Hareket ve “Siyasal Çözüm” Üzerine,
EKİM 3. Genel Konferansı, Mart 1995)