18 Ocak '03
Sayı: 03 (93)


  Kızıl Bayrak'tan
  Daha kitlesel, daha militan, daha örgütlü!
  Emperyalist savaşa geçit yok!
  Emperyalist savaş ve saldıranlığa karşı direnişi yükseltelim!
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  Savaş karşıtı kitle hareketinin sorunları ve görevleri
  Emperyalist savaşa açık destek talep ediyorlar!
  Emperyalist savaş başlamadan basına yönelik sansür uygulaması başlatıldı
  Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu...
  Kürt işbirlikçilerinin tarihi emperyalizme uşaklığın tarihidir
  Özelleştirme saldırısında yeni dönem
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/4
  TÜMTİS Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan ile görüştük...
  Yeni iş yasasına ilişkin pazarlıklar yapıldı...
  Denktaş köşeye sıkıştı
  Eylemlerden...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına yüzbini aşkın insan katıldı...
  Pendik İKE'de "İş yasası tasarısı" konulu panel
  Hiçbir güç devrimci iradeyi teslim alamaz!
  ÖO direnişçisi Özlem Türk ölümsüzleşti!
  Ekim Gençliği'nden...
  "Ölümden korkarak intihar etmek"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
AKP hükümetine tehdit üstüne tehdit...
ABD, Genelkurmay ve TÜSİAD kurmayları hükümeti uyardı...

Emperyalist savaşa açık destek
talep ediyorlar!

Türkiye’nin, özellikle de sözcüsü konumundaki hükümetin, gerek kamuoyunun baskıları nedeniyle, gerekse de pazarlıklarda el güçlendirme manevrası olarak, Irak savaşına katılımıyla ilgili açık ve net bir söylemden kaçınması, ABD’de olduğu kadar içerdeki güç ve iktidar odaklarında da rahatsızlıklar yaratmaya başladı. Önce ABD’den tehditkar uyarılar geldi. Ardından ordunun ve TÜSİAD’ın uyarıları. ABD doğal olarak muhatap kabul ettiği Türk devletini uyarıyordu. Halen de, gerek devlet yetkililerinin ağzından gerekse de medyadaki sözcüleri vasıtasıyla, uyarmaya devam ediyor. İçerde ise asıl güç odaklarının, “günah keçisi” yapmaya hazırlandıkları hükümeti hemen hemen Amerika’nın kullandığı aynı ifadelerle uyardığına tanık olduk. Önce ordu, bir an önce karar vermesinin hayırlı olaca&crren;ı yönünde uyardı hükümeti. Çok geçmeden de TÜSİAD’ın aynı yönde ve tonda, hatta, kendilerini bağlayan fazla bir şey bulunmadığı düşüncesiyle olacak, daha pervasız ifadelerle yüklü uyarısı geldi. Bir an önce karar verin ve Amerika’nın yanında yer alın, diyordu patronlar açıktan açığa.

Hiç kuşkusuz, ABD’nin, Türkiye’nin tam desteği konusunda bir sıkıntısı, bir şüphesi bulunmuyor. İstediği herşeyi alabilecek sağlamlıkta bağları elinde tuttuğunu düşünüyor. Ancak, şu sıralar ihtiyacı olan el altından verilen söz ve destekler değil. Giderek yalıtıldığı dünya kamuoyu önünde prestijini kurtaracak açık desteklere her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyuyor. Türkiye’den beklentisi de, konuya ilişkin verilmiş sözlerin resmen ve açıkça ilan edilmesi. Ne de olsa onun için temel olan kendi ihtiyaçlarıdır. Türk devleti, yüzde 90’ı savaşa karşı olan kendi kamuoyu gözünde yıpranacakmış, hükümet daha ilk aylarında gözden düşecekmiş, umurunda değil. Elbette bu taktiklerin büyük oranda Türkiye’nin kendi kamuoyunu oyalamaya yönelik olduğunu ABD de biliyr. Ama gene de, Ürdün kralının tutumu örneğinde olduğu gibi, içeriye yönelik ne tür bir dil kullanırsanız kullanın, ama dünya kamuoyu önünde açık desteğinizi resmen bildirin, diyor.

Ordu ve patronlar cephesinden hükümete yöneltilen uyarılar, Türkiye’de kimlerin emperyalizmle göbekten bağlı olduğu, kimlerin halk düşmanı Amerikan uşakları olduğunu göstermesi açısından da anlamlıdır. TÜSİAD patronları, uyarının hemen ardından ABD’nin ticari görüşmelerine mazhar oldular. Gerçi henüz somut bir söz koparmış değiller. Amerikan elçisi sadece yapılabilir, olabilir ifadeleri kullanıyor. Ama nasıl olsa, savaş durumunda kazanacak olan onlar. Amerika ile yapılan görüşmeler görüntüyü kurtarsa yeter. Oradan fazla bir şey beklememeye alışmış olmalılar. Fakat çok iyi bildikleri bir şey var. Amerika savaşı açar, Türkiye de peşinden giderse, onlara büyük vurgunların kapısı açılacaktır. Öncelikle içerde fırsatçılık, vurgunculuk, soygunculuk, karaborsacılıktan kazanacaklar. Ardından da, akılları sıra, yıkıla Irak’ın yeniden inşası adı altında Irak halkının soygunundan pay alacaklar, en azından böyle hayal ediyorlar. Yoksa, ne Saddam’ın diktatörlüğü umurlarında, ne Irak halkına demokrasi bahşetme misyonu peşindeler. Tıpkı, ortağı olmaya heveslendikleri efendileri ABD’nin olduğu gibi, onların da tek derdi var; Irak’lı çocukların kanını paraya tahvil etmek. Oysa ABD’nin, gerek sömürgecilik tarihi gerekse de Irak üzerine son ayarda yaptığı açıklamalardan da görülebileceği gibi, savaş ganimetini kimseyle paylaşma alışkanlık ve niyeti bulunmuyor. Tam tersine, son yıllarda gerçekleştirdiği tüm saldırılar da göstermiştir ki, Amerika kendi savaşının sadece masraflarını paylaşma/paylaştırma yanlısıdır. Eğer ABD Irak’a saldırıp bu savaşın galibi olarak Irak’ı yerle bir edebilirse, bu ülkenin yeniden inşasında Türk patronlara düşse düşse ABD tekelerinin eteğinde küçük taşeronluklar düşebilir. O da şüphelidir. Oysa giderlerin tüm bölge halklarıyla birlikte Türkiye halklarına kesileceği kesindir. İşte Körfez savaşı, işte Afganistan işgali... ABD Türkiye’ye bugüne dek bu savaşların zararlarına ilişkin tek kuruş ödemiş değildir.

Türk ordusu ise, gerek eğitim gerekse donanım üzerinden, çoktan ABD’nin bendesi haline getirilmiş durumda. Amerikan direktiflerinin dışına çıkmak şöyle dursun, politika gereği bile olsa, ufak tefek farklılıkları dahi kaldıramayacak halde olduğunu, bu son tutumuyla ortaya koymuş oldu. Hükümetin, Amerika’ya ve Amerikancı orduya hayır diyecek ne niyeti ne de mecali olmadığını generaller çok iyi biliyorlar. Ve hükümetin “ikircikli” denilen tutumu da onun önüne, gerçekte bir devlet politikası olarak bizzat kendileri tarafından sürülmüştür. Daha düne kadar pazarlık payını güçlendirmeye yönelik bu taktikleri izleyenler bizzat kendileriydi. Ama şimdi, sürenin giderek azaldığı ve Amerika’nın giderek sıkıştığı koşullarda, onun yeni direktiflerine riayet etmeleri gerekiyor. Elbette, Türkiye’nin resmi görüşü ordutarafından da açıklanabilir. Söz konusu bir savaşa katılıp katılmama olduğuna göre, açıklamanın ordudan gelmesi yadırganmaz da. Zira Türkiye’de asıl karar merciinin ordu olduğunu içerde de dışarda da herkes biliyor. Bu böyle olduğu halde, kararı açıklaması için hükümete yapılan bu baskının bir dört koldan nedeni olmalı. Ve hükümetin, farklı bir görüş ve niyet içinde olmadığı hald karar açıklamadan çekinmesinin de...

Hatırlanacak olursa, seçimlerin ardından kurulacak hükümet bir savaş hükümeti olacaktı. Ve AKP hükümeti kurulur kurulmaz bu sorunla yüzyüze gelmişti. Nitekim, hükümet sözcülerine yöneltilen ilk sorulardan biri de bu konudaki görüşlerinin ne olduğu, tutumlarının ne olacağı yönündeydi. Onların ilk cevabı da, konunun orduyu ilgilendirdiği, kararı da ordunun vereceği yönünde olmuştu. Aradan geçen üç ay gibi bir zaman zarfında, hem Türkiye hem de Türkiye üzerinden ABD’nin saldırıya yönelik sıkı bir hazırlık sürdürmesine rağmen, işin açıklama kısmına ilişkin yönünde bir değişiklik yok. Hükümet ordudan, ordu hükümetten bekliyor karar açıklamasını. Şu var ki, hükümetin orduyu azarlama imkanı bulunmazken, ordu bu imkana sahip. Zaten, her fırsatı değerlendirerek tebiye operasyonunu sürdüren ordu, bir de bu vesileyle AKP’yi paylamış oldu. Sonuçta demeye getiriyorlar ki, hükümete talip olduğunuza göre bu suçun ceremesini de siz çekeceksiniz... fotoğraf Türkiye savaşa girecek. Kararı ise AKP hükümeti vermiş olacak. Sonuçta, hükümet emretti yaptık diyerek, ordu kenara çekilecek. Zaten kenara çekilmese ne olur, halkın orduyu bir dahaki seçimlerde sandı&curen;a gömme şansı mı var? Gene de “ordunun yıpratılmaması gerekiyor.” Çünkü partiler, hükümetler geçici, ordu ise kalıcıdır. Devletin asli ve sürekli gücüdür.

Her kritik sorunda olduğu gibi, Irak’a saldırı konusunda verilmiş olan karar da, hiç kuşkusuz, hükümetten önce Amerikancı generallerin imzasını taşımaktadır. Kararı kimin açıkladığı ve sonuçta suçun kime yüklenip cezanın kime kesildiği, karar mercii konusundaki bu gerçekliği değiştirmemektedir.