Şeylerin hiçliğine yollanıyorum
Şeylerin hiçlik çekirdeğine
mekan ve mekan arasındaki boşluğa
nefes ve nefes arasındaki sessizliğe
korkunun dağınık sevincin saf olduğu yere
düşlerin mükemmeline
gökkuşağının titreyişine
Şahane bir coşkuya
ve çılgınlığa
Deniz kabuğunun yankısına doğru
Bilemiyorum ilk kez bir sabah yoksa
bir akşam mıydı
Bilemiyorum sonunda bir akşam mı yoksa
bir sabah mı bekleniyordu
Bir sabah mı yoksa bir akşam mı olmuştu
Yapraklar öylece doğdular ve öyle kurudular bile
ve ağacın bittiği yerde henüz başlıyor ağaç
Ve bir şey kendini bir başka yerde gösteriyor
ve aslında hiçbir şey
Ve bir hiç ya da her şey ya da sabah ya da
bir akşam bile değil
Düdüğüyle uyandım
giden trenin
şimdi mehtaba bakıyorum
yaşamak ve ancak herhangi bir şeyi
trenin iki yolu var ancak
Ne zaman öğrenirsen
bir yere gitmeyi
hiç gitmeden
bir yere yönelmeyi
şimdiden bilerek
orada olduğum
ne zaman ki aslında
artık gerekmediğini
gitmenin ve dönmenin
Kuşlar
masum oldukları için uçar
kanatla ne ilgisi var
Krallığın
ölü bir acı olmalı
yaprakların toplayarak gittiği
rüzgar bittiği zaman
şeylere yavaşça dokunarak
terk edilmiş bahçede
Yapraktan yaprağa seken
kırlangıç gibi
Düşüncelerin erişemediği yerde
yalınca
ve yumuşakça
varız
işte
yok olmaktayım
maceracı bir güneş düşlüyorum
küçücük bir uydusu olsun
evreni arasın
galaksiden çok uzak
ve kaybolmaktan mutlu
içimde uyanan
bir oyun gibi
nehirlerin doğduğu gibi
ya da
en yüksek dallardaki
sıcak yuvalar gibi
Bizi ayıran duvar
bir eşik olmakta
şeylerin isimleri
dökülüyor- yapraklar gibi
Başka halleri vardır
Yaşıyor olmanın
daha gerçek
gizli
bir terk edilmişin sevinci
dünyayı seyretmek
doğumu aşmak
ve ölüm
kırların aşıldığı gibi
Duam sana sarı çiçek
Sen ki tepelerde büyür
Kelebeklere su verirsin
Duam sana çiğ damlası
Sen ki günahlardan
gerçek rengi görürsün
Sen ki göklerden
gerçek rengi görürsün
Sen ki yankılardan
başlangıcı ve
infilakı bilirsin
ve sükuttan
şarkıyı
Duam sana bitkilerin
ve toprağın tanrısı
Gri evlerin peyzajı
uçurum kenarında dengede
Kuşlar nehri içiyorlar
dalların tedirgin titreşimi
herşey karışıyor birbirine
alemi saklayan sis
ormana gidiyorum
bir haber arıyorum
çözülemez olması önemsiz
bir yudum rüzgar yeter bana
Bir dalın ince işareti
duyduğum an beliriyor
örümceğin parıldayan
ağı belleğimde
Hiç başlamayan
Hiç bitmeyen macera
yalnızca çılgın bir düştü
Her şey olmamış olacak
ölüm yaşam,
uçup dönecek
sahilsiz koca nehre
Ne tür bir özdür can
dolandığı boşluk içinde
bir dalga gibi geçici
eriyiveren sahilde
ve ufku bilir
ve gökyüzünün eğrisini
güneşin doğuşundan ve
batışından haberdar
ve bunların haberini verebilirdi.
Sahil de yok oluvermese
Yok oluyor belirdiği an
Nasıl aşksız bir şair
şair değilse
nasıl ki nerede olduğunu bilmiyorsa
Eğer zamanla yok oluyorsa düşler de
Sonra nasıl uyanıyorsa aşk,
ben
bir bulut içinde onu düşledim
onun için şarkılarım
onun için yazıyorum
ve rüzgar onu bana getirmek istiyor
ve güneş onu yağmura çevirmek
ama kimse onu tutamaz
bu bulut
herhangi bir buluta benzer
aslında bana ait bir yaratıktır o
(Ama sen beni dinlemiyorsun bile
özgürce gidiyorsun
bu uzak gökyüzüne
beni toprağa bırakarak
beni savaşa bırakarak)
Ağaç şimdiden orada
yarın dikeceğim ağaç
uyuyan çekirdekten
uykudaki daldan
Titriyor beyaz nefesinde hülyaların
Yaşıyor bitki yeşil yapraklı meyveleriyle
Ağaç hala ağaç
dün kesip tarlanın boşluğuna attığın
tarla babasıydı onun
Kuşlar uçmayı sürdürüyor
mutlu dalların çizgilerinde
Belki hemen sözlerin ardında
Ya da olmayan aydınlıkta
gece olmayan gölgede
Belki aşktadır
belki ölümü geçerli kılan
acıda ya da düşüncenin boşluğunda belki
Ümit harcanarak çoğalıyor
erişilmekten ziyade
maddesi yoktur sanırım