Kızıl Bayrak'tan...
Susurluk devleti, devrimci tutsakların 4. ayına giren Ö.O Direnişi karşısında düştüğü aczi ortadan kaldırmak ve kıramadığı direnişi hiç olmazsa zayıflatmak için yeni oyun ve manevralar peşinde. Bu oyunun kamuoyuna dönük yüzünde gündemden düşürme/unutturma çabaları var ve bu konuda en büyük iş medyaya düşmüş bulunuyor. Günü geldiğinde, cezaevleri dışında hiç bir sorun yokmuş, tüm sorunlara cezaevleri (özelde devrimci tutsaklar) kaynaklık ediyormuş havası yaratmayı çok iyi başaran medya, katliamdan bu yana, sanki cezaevleri diye bir sorun hiç olmamış, 30 devrimci katledilmemiş, F tipi hücrelere götürülen yaralı tutsaklar sistemli bir işkence altında değilmiş...gibi, sorunu tümüyle gündem dışına itebildi. Bu çabada, suçların gizlenmesi telaşı olduğu kadar-hatta daha da fazla-uygulanan katliama, hücrelerle yaratılan tecrite ve sürdürülen işkencelere rağmen olanca kararlılığı ile sürdürülen Ölüm Orucu Direnişinin gözlerden gizlenmesi kaygısı ağır basıyor. Çünkü direnişin, devletin sindirme operasyonunun dışarıdaki basıncını kırabileceği biliniyor.
Devletin yeni oyun ve manevralarının doğrudan devrimci tutsakları hedef alan yanında, yine, direnişi zayıflatma ve giderek bitirme amacı güden plan, çaba ve girişimler sözkonusu. Hastaneye götürüp-getirmeler, zorla müdahaleler ya da müdahale girişimleri, işkenceler ve diğer uygulamalar sürüp giderken, bir yandan da, direnişin kimi taleplerine yönelik çalışmalar yapıldığı söylentileri yayılıyor. Direnişi bıraksınlar, devlet gerekeni yapacaktır söylemiyle, özelde aileler, onlar üzerinden de devrimci tutsaklar arasına tereddüt tohumları ekilmeye çalışılıyor.
F tipi hücreler, sadece tecriti ve direniş zeminlerini ortadan kaldırma amacına hizmet etmiyor. Daha şimdiden, buna karşı başlatılmış bulunan bir direnişin tüm kararlılığıyla sürdürüldüğü bir süreçte, sistemin azgın sömürü mekanizmasının bir dişlisi haline getirilmiş bulunuyor. Hücre hapsinin ilk gününden itibaren, ailelerin getirdiği hiç bir ihtiyaç maddesinin içeri alınmadığı biliniyor. Katliam saldırısı yüzünden yarı çıplak vaziyette sevkedilmiş olmalarına ve kış koşullarında, kullanıma tam hazır olmayan (kaloriferleri yanmayan) binalara kapatılmış olmalarına rağmen giysilerin kabul edilmemesi bunun en çarpıcı örneğini teşkil ediyor. Tutsaklara tek imkan tanınıyor, cezaevi kantininden alışveriş yapmak... Yani, dışarıdakinin en az iki katı bir fiyat ödeyerek ihtiyaçlarını karşılayabilmek. Şimdi Adalet Bakanlığı, yayınladığı bir genelge ile, devrimci tutsaklara dayattığı bu soygun çarkını, sanki genel bir uygulamaymış gibi gösterebilmek için, bir genelge ile kamuoyuna duyurmuş bulunuyor. Bu genelge ile devlet kendine, mahkumların özel eşyalarına el koyma ve onları her türlü ihtiyacın temini konusunda kantin adı verilen sömürü çarkına mahkum etme hakkı tanımış oluyor. Eğer tutuldukları cezaevi kantininde arzularına uygun restorantlar açılmayacak ise, bu genelgenin mafya ve çetelere uygulanamayacağı açık olduğuna göre, asıl muhatabı yine devrimci tutsaklardır. Tabii bir de, zaten koğuş ağalığı sistemiyle haraca bağlanmış durumdaki adli mahkumlar için ikinci bir sömürü çarkı kurulmak istenmektedir.
Dördüncü ayına girmiş bulunan direnişin kazanımla sona ermesi, katliam ve hücre uygulamasıyla gaspedilmiş bulunan pek çok hakkın geri alınabilmesini sağlayacağı gibi, yeni hak gasplarını durdurmanın da tek yoludur. Direnişin kazanımı ise, kendi iç bütünlüğü ve kararlılığı ile birlikte, dışarıdaki dayanaklarının da sağlamlığına bağlıdır. Katliamın ardından adım adım geriletilen muhalefet hareketinin yeniden yükseltilmesi için gereken her türlü çaba gösterilmek durumundadır.