Grev hazırlıkları yapılan tekstil TİSlerinde beklenen oldu. Sendika ağaları sermayenin dayatmalarının altına imzalarını attılar. Sonuçları sadece tekstil işçileriyle sınırlı olmayan TİSler, böylelikle İMF programınn gerekleri harfiyen yerine getirilerek bitirilmiş oldu.
50 bini aşkın işçiyi ilgilendiren sözleşme; ilk beş ay için yüzde 15 oranında, dokuzuncu aya kadar her ay için gerçekleşen enflasyon oranında, diğer ikinci yıl için ise altışar aylık gerçekleşen enflasyon oranında ücret artışını öngörüyor. Böylelikle İMFnin bu yıl için öngördüğü ücret artışından milim kayma yaşanmamış oldu. Ancak bu sadece sözleşmenin ücrete ilişkin maddelerinin gösterdiği yalın bir gerçek. Diğer maddelerin ne gibi hak gaspları içerdiği yakında ortaya çıkacaktır. Ki böyle olduğuna da hiçbir biçimde kuşku duyulmamalıdır.
Tekstilde imzalanan bu satış sözleşmeleri 21 Şubatta başlatılması gereken grev kararına karşın hiç te şaşırtıcı olmamıştır. Çünkü sendika ağalarının manevra ve satış ustalıkları sık sık yaşanan ve bilinen bir gerçektir. Bunu, sözleşme kapsamındaki tekstil işçileri de çok iyi biliyorlardı. Hatta, ortada alınmış bir grev kararı olmasına karşın, bu grevin asla hayata geçirilemeyeceğini sık sık söylüyorlardı. Hayata geçirilse dahi ömrü çok çok birkaç günlük bir grev olacaktı. Sonrasında beklenen satış sözleşmeleri yine imzalanacaktı. Beklenen oldu ve sendika ağaları birkaç günlük bir greve gitmeye dahi gerek duymayıp, bir çırpıda sözleşmeyi imzaladılar.
Sözleşmelerin imzalanmasından sonra, üç ayrı sendika başkanından benzer açıklamalar geldi. TEKSİF Başkanı Zeki Polat sözleşmeyi, Zor dönemin sözleşmesi olarak niteleyerek tekstil sektörünün şartları laflarıyla gerekçelendirdi. DİSKin ve Tekstil sendikasının başkanı Süleyman Çelebi, işverenin Bu sözleşme bizi sıkıntıya sokacak sözleriyle açıkladı sözleşmenin imzalandığını. Öziplik-İş Başkanı Yusuf Engin ise, İnanarak imzaladığımız bir sözleşme olmadı diyerek yine imzalanan sözleşmeyi tekstil sektörünün şartlarına bağladı. İhanet böylelikle her üçünde de, tekstil sektörünün yaşadığı sıkıntılar olarak tanımlanan sermayenin sıkıntıları üzerinden yalın bir biçimde ifade edilmiş oldu.
Sözleşmeyle birlikte işçilerin sefaletleri derinleştirilecek, sosyal hakları gaspedilecek, çalışma şartları daha da çekilmez hale getirilecek, ama böylelikle de tekstil patronları rahatlıyacak. Doğru ya yıllardır rahat yüzü verilmemiş, en kötü çalışma şartlarında en koyu sefalet ücretlerine çalıştırılmış, patronlara koca koca servetler üretmiş, ama sonra da ilk viraj dönülünce işten atılmış tekstil işçileri bugünden sonra da rahat edecek değiller ya. Bu hain takımı tekstil patronlarının tatlı karları azalmasın diye, tekstil işçilerini işte böyle satmış oldular.
Süleyman Çelebi yaptığı açıklamada, tekstil işçilerinin yüreklerine bir parça da su serpiyor. Herşeye rağmen, en azından böyle bir güvence aldık diyerek sendikalaştıkları için işçilerin atılmayacaklarına dair tekstil patronlarından söz aldıklarını anlatıyor. İhanet ancak bu kadar yalın anlatılabilir. İşçilerin mücadele örgütleri olması gereken sendikalar sermayenin truva atları olarak çalışıyorlarsa, bu neden onları rahatsız etsin ki? Neden sendikalı oldukları için işçileri sokağa atsınlar ki? Elbette ki yapmazlar bunu. Ama Süleyman Çelebi işgüvencesinden bahsederken, sözleşme sonrasında her zaman olduğu gibi yaşanması muhtemel işçi kıyımlarından nedense söz etmiyor. Etmez, çünkü attığı sözleşme zaten bu kıyımlara kapı aralıyor. Diğer yandan yeni sendikalaşan işçilerin sokağa atılmasını böylesi boş sözler değil ancak mücadelenin kendisi engelleyebilir.
TİSten büyük hak gaspları ve derinleşmiş bir sefaletle çıkan tekstil işçileri; karşılaştıkları bu ihanetin geleceğini bilmelerine karşın engel olamadılar. Sürecin dışarıdan pasif bir izleyicisi durumundaydılar. Oysa yukarıda da söylediğimiz gibi, geçmişten oldukça yakın bir biçimde tanıdıkları ihanet, yine aynı biçimde kendilerini vurdu. Böylelikle seyirci olmanın faturasını ağır bir biçimde ödemekle yüzyüze kaldılar. Oysa taban örgütlülüklerini oluşturup sermaye karşısında sürecin gerçek bir tarafı olarak bulunabilir ve haklarının koparılıp alınmasına izin vermeyebilirlerdi. Ama bu, ileri-öncü dinamiklerin yetersizliği nedeniyle sonuçta gerçekleşemedi.
Satış sözleşmesi imzalandı, ama bu herşeyin sonunun geldiği anlamına gelmiyor. Yaklaşık iki yıl önce metal işçilerinin satış sözleşmesine karşı aldıkları tavır buna bir örnektir. Metal işçileri örgütsüzlükleri ve eylemlerinin oklarını nereye çevireceklerini bilemedikleri için ihaneti parçalayamadılar. Ama bu kadarıyla bile sendika ağalarının ve metal patronlarının dizlerini titrettiler. Hatta bazı metal patronları sözleşmeyi yenilemekten bahsetti.
Metal örneği tekstil işçileri için ihanetin ardından alınması gereken tutuma ışık tutuyor. Eğer sözleşmeyi yırtmayı amaçlayan bir biçimde mücadelenin yolu tutulursa yenilgi, kazanıma çevrilebilir. Bu kazanım ise sadece tekstil işçilerinin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının olur.