Türkiye ile KKTC arasında 12 Aralıkta Ankarada yapılan Ortaklık Konseyi toplantısı sonucunda Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü imzalandı. Anlaşma, ekonomik ve mali işbirliği yanında, siyasal ve kültürel konularda da yakın bir işbirliğini, daha doğrusu ortaklığı öngörüyor. Anlaşma, özünde kukla rejimin önüne konulmuş ev ödevleri ile Türk devletinin bolca vaadleriyle birlikte yerine getirilecek ödevler karşılığında taahhüt edilen 350 milyon doları içeriyor. Vaadler ve geleceğe ilişkin öngörülen pembe hayaller, üç yıla yayılmış bulunan İMF patentli Ankara dayatmalı yıkım programını gözlerden saklama işlevi taşıyor. Öyle ki, konuya ilişkin haberler burjuva medyada Türkiye KKTCnin İMFsi olacak! başlığını taşıyor. Çünkü sermaye devletinin Kıbrısa dönük politikalarının odağında yıkım programının uygulanması var. Yükselttiği eylemler karşısında Kıbrıs emekçileri sahte vaadlerle aldatmak sömürücü ve işgalci egemenler için zorunlu bir ihtiyaç haline gelmiş bulunuyor. İmzalanan protokoller öncelikle bu ihtiyacı karşılamaya hizmet ediyor.
Diğer yandan, Ortaklık Konseyi, gerek adı ve gerekse konsey toplantısında alınan kararlardan görüleceği üzere, emperyalist it dalaşı içerisinde süren pazarlıklarda yaşanan tıkanmayı Türk devletinin çıkarlarına uygun tarzda açma amacına da hizmet ediyor. Bilindiği gibi Türk devleti, gerçekleşmesinin koşulları olmamasına karşın, konfederasyon önerilerinin çıkmaza girdiği yerde, entegrasyon tehditi savurmaktadır. Ancak, bu amacına ulaşamayacağının farkındadır; entegrasyon tehditini pazarlık gücünü artırmanın bir aracı olarak kullanmaktadır.
Kuzey Kıbrıs, emperyalistler karşısında özgün bir inisiyatifin ürünü olarak Türk devletinin işgali altındadır. Bu özgün inisiyatifin sınırlarının ne olduğu da, işgalin tam bir entegrasyona götürülememesiyle görülmektedir. Türk devletinin Kıbrıstan sorumlu bakanı, adının dahi emperyalistlerin tepkisini uyandırması muhtemel olan bu toplantının sonunda yaptığı açıklamada, emperyalistlere güvence verecek sözler etmektedir. Bakan Şükrü Sina Gürel; Türkiye olarak Kıbrıs konusunda her zaman iki tarafı da memnun edecek ve KKTC`nin egemen eşitliğine dayanan bir son noktanın bulunmasını sağlayacak 3. taraf girişimlerini hoş karşıladıklarını ve bu çerçevede ABDnin girişimlerini takdirle karşıladıklarını söylemektedir.
Ortaklık Konseyi toplantısında imzalanan protokollerin gerçek işlevini ve hangi hesapların ürünü olduğunu daha yakından görelim.
İmzalanan protokollere ilişkin yapılan açıklama ve yayınlanan bildiriden yansıdığı kadarıyla, protokoller Türkiye ve KKTC arasında ortak bir ekonomik alanın yaratılmasını hedefliyor. Buna göre; Ortak ekonomik alanın kısa vadede oluşturulmasını teminen iki ülke arasındaki ekonomik ve sosyo-kültürel işbirliğinin arttırılması ve bu alanlarda mevcut yasal ve idari uyumsuzlukların giderilmesi suretiyle mal, hizmet ve sermaye serbest dolaşımının, teknoloji transferinin ve yatırımların akışının hızlandırılması amacına yönelik çalışmaların hızlandırılması kararlaştırılmıştır.
Ortak ekonomik alan tanımlaması ile entegrasyonun yolunun açılmaya çalışıldığı açık. Ama yukarıda da söylendiği gibi, ekonomik, sosyal ve kültürel plandaki vaadlerin hiçbir pratik karşılığı bulunmuyor. Bunlar yalnızca toz duman yaratma işlevi görüyor. Bu gerçeği Ortak ekonomik alana ulaşmak için öngörülen plana bakarak açık bir biçimde görebiliriz. Plan şöyle:
* Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasına işlerlik kazandırılması için gerekli işlemler tamamlanacaktır.
* KKTCye yönelik yatırımların özendirilmesi için düzenlemeler yapılacaktır.
* 4 Ekim 2000de KKTC tarafından yürürlüğe konan 3 yıllık Ekonomik İstikrar Programının uygulanmasına devam edilecektir.
Enerji: Enerji üretim ve dağıtım ünitelerinin onarımı ve yenilenmesi, su ihtiyacı ile ilgili alternatif su sağlama projelerinin geliştirilmesi, karayolları, deniz-hava limanları ıslahı ile ilgili yatırımların sürdürülmesine karar verilmiştir.
Limanlar yenilenecek: Ercan Havaalanının onarımı, Gazimağusa Limanının modernleştirilmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır.
Turizmde işbirliği: Türkiye ile KKTC arasında ortak turizm alanının ortak pazarlama ve tanıtım projeleriyle oluşturulması ve turizm master planının tamamlanmasında görüş birliğine varıldı.
KKTC 3. ülke değil: Türkiyeden yurtdışına turistik çıkışlarda, KKTC 3. ülke sayılmayacaktır.
KKTC eğitim merkezi: KKTCnin Doğu Akdenizde bir eğitim ve yükseköğretim merkezi olması için yapılan müşterek çabalara devam edilmesine, bu çerçevede üniversitelerin toplam öğrenci kapasitesinin aşamalı olarak 40 bine çıkartılmasına karar verilmiştir.
Bu maddeler üzerinde kısaca duralım.
Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasına işlerlik kazandırılmaktan söz ediliyor. Oysa Kuzey Kıbrısın ekonomik altyapısı bizzat işgalci Türk sermaye devleti tarafından çökertilmiş bulunuyor. Bugün Kuzey Kıbrıs, bir karapara aklama ve kumarhane merkezi olma, banka hortumcularına evsahipliği yapma vb. kirli işlerin ötesinde bir ekonomik etkinliğe sahip değildir. Tüm bu hizmetlerin adadaki bir avuç asalak dışında hiç kimseye bir yararı yoktur. Dolayısıyla ekonomi ve ticaret anlaşmasına işlerlik kazandırılmasının, mafya ekonomisini beslemek ve büyütmekten başka bir anlamı yoktur. Bu anlaşmada Kuzey Kıbrısın sanayi ve tarımsal altyapısının yeniden inşa edilmesi adına hiçbir şey yoktur. Çünkü ne işgalci Türk burjuvazisinin, ne de adadaki asalak işbirlikçi takımının böyle bir sorunu vardır.
Bu maddenin devamında, KKTCye yönelik yatırımların özendirilmesi için düzenlemeler yapılacaktır denilmektedir. Yatırımların özendirilmesinden ne kastediliyor olabilir? Zaten Türk burjuvazisinin önü Kıbrısta yeterince açık değil midir? Kuzey Kıbrıs Türk burjuvazisin üzerinde tepindiği, dilediğince sömürüp yağmaladığı bir alandır. Öyleyse yeni olan nedir? Yeni olan, İMF patentli Ankara dayatmalı yıkım programıdır. Bu programın uygulanmasıyla, sömürü, yağma ve talan daha da katmerleşecektir. Yapılan protokolle Türk burjuvazisine bu yağma ve talanın önünün sınırsızca açılacağı güvencesi verilmiştir. Nitekim bu maddeleri 350 milyar karşılığında uygulanacak olan yıkım programı takip etmektedir.
Yıkım programı ile beraber altalta bir yığın vaat sıralanmaktadır. Ama tüm bu vaadler utanmazca edilmiş yalanlar olmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Enerji ve su sorunu çözülecekmiş! Ama bu iki temel sorun üzerine edilen onca lafın arkası bir hiçtir. Sadece balonla su taşıma projesi bir dönem ortaya atılmış, ama bu balon kısa sürede patlamıştır. Turizm canlandırılacakmış! Kıbrısta turizmin canlandırılması, olsa olsa, karapara aklayıcılarına ve Türk burjuvalarına açılan yeni zenginlik kapılarıyla Kıbrısa akacak akbabalar demektir. Kuzey Kıbrıs bir eğitim merkezi haline getirilecekmiş! Oysa bugün Kuzey Kıbrısa öğrenci akmak bir yana, kaçıyor. Çünkü hem okullar çok pahalı, hem de eğitim kalitesiz.
Yapılan vaadler yıkım programının ambalajı olmaktan öteye gitmemektedir. Türk burjuvazisi adadaki kukla rejim ile birlikte yeni saldırı dalgasını yürürlüğe sokmaya çalışmaktadır. İmzalanan protokollerle, işbirlikçi rejim her türlü bedeli göze alarak yıkım programını yürürlüğe sokma güvencesi vermiştir. 350 milyar dolar ise, bu kukla rejime hayata geçirilecek yıkım saldırısı karşılığında verilen ödüldür.
Ancak ilk saldırı dalgasını genel grev ile yanıtlayan Kıbrıslı emekçiler yeni saldırı dalgasına karşı da mücadelede kararlı olduklarını ifade ediyorlar. Önümüzdeki günler, adadaki kukla rejimin efendisinin yönlendirmesi ile planlanan saldırı programını baskı ve şiddete dayalı kararlılık gösterileriyle yürürlüğe sokma girişimlerine, karşısında ise Kıbrıslı emekçilerin kararlı eylemliklerine tanık olacaktır.