ARSIVANA SAYFA
 
27 Ocak '01
SAYI: 04
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Çürümüş ve kokuşmuş düzeniniz er-geç yıkılacak
Yeni bir şovenist histeri kampanyası
Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu'nun raporu
Gebze Cezaevi'nde yeni bir operasyon hazırlığı mı?
Tahkim yasasını tamamlayan yeni yasalar gündemde
Enerjideki yağma ve soygun örtbas ediliyor!
Enerji krizi sektörün krizi mi?
İstanbul belediyelerinde tensikat saldırısı gündemde
Cengiz Tekstil İşçileriyle Dayanışma Gecesi
Öncü işçi inisiyatifine dayalı girişimleri yaygınlaştıralım!
Tüm Yargı-Sen yöneticileri gözaltında
Kıbrıslı emekçilere saldırı hazırlığı
Kadına karşı şiddet
Direniş,katliam ve sol hareket
Katliam ve direniş/4
Faaliyetlerimiz ve eylemlerimiz sürüyor
Hücre karşıtı muhalefet
Gençlik
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/4
Kapitalizm bir yolsuzluklar, hırsızlıklar ve skandallar rejimidir
Nazım vatan hainliğine devam ediyor
Hümanizm mi, iki yüzlülük mü?
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Tüm Yargı-Sen yöneticileri gözaltında

Devlet terörüne karşı
hak ve özgürlüklerimiz için alanlara!

Tüm Yargı-Sen’e yönelik baskın, sürgün ve açığa almalarla başlayan saldırı boyutlanıyor. Şimdi de Genel Merkez ve Ankara Şube yöneticileri Terörle Mücadele Şubesi’nde sorguya çekilmekte. Arkadaşlarımızın suçu büyük. Üyelerinin büyük çoğunluğu cezaevlerinde çalışan bir sendikanın yöneticisi olan bu arkadaşlarımız cezaevleri ile ilgili görüş bildirdiler çünkü. Daha da vahimi, görüşleri devletinki ile uyuşmuyordu.
Tıpkı ücretler konusunda olduğu gibi. Zorunlu tasarruflar, sendikal haklar, sosyal haklar, çalışma koşulları, İMF reçeteleri vb. konularda olduğu gibi, cezaevlerinin yapılanması ve sorunların çözümü konusunda da devletten farklı düşünüyorlardı ve bunu ifade etmekten çekinmediler. Tıpkı, ücretlerin belirlenmesi sürecinde taraf olduğumuzu sendikalarımızı kurarak gösterdiğimiz gibi, onlar da kendilerinin çalışma koşullarını doğrudan ilgilendiren bir konuda taraf olduklarını gösterdiler. Devletin yanıtı her konuda olduğu gibi, yine şiddet, yine terör yoluyla göz yıldırma taktiğidir. Bu aynı süreçte, hep birlikte 1 Aralık eylemimize yönelik soruşturma terörüne maruz kalmış durumdayız. Bu soruşturmaların da aynı amaca hizmet ettiği ortada.
İşçi ve emekçiler için ağır bir yıkımı koşullayan İMF reçetelerinin “kararlılıkla uygulanabilmesi”nin yolu, işçi ve emekçilerin bu yıkıma karşı itirazlarını bastırmaktan geçiyor çünkü. Nasıl bastıracaksınız itirazları? İşten çıkarmaları kolaylaştıran KHK’lar (Köşk’ten dönerse yasa olarak), miting ve konuşma yasakları, mitinglere polis yığınağı, coplu, köpekli, tazyikli sulu, gözaltılı saldırılar, sendikalara baskın ve aramalar, eylemlere yönelik soruşturma ve cezalandırmalar, vb., vb...
19 Aralık’ta cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yönelik kanlı saldırının da bu amaçla doğrudan ilişkisi olduğu çok açıktı. Fakat Tüm Yargı-Sen yöneticilerinin gözaltına alınıp TMŞ’ye götürülmeleri bu ilişkiyi daha bir netleştirmiş bulunuyor.
Devrimci tutsaklar bir dizi demokratik taleple bir direniş başlatmışlardı. Bu direnişin dışarıda, ücretli emekçilerin ekonomik-demokratik hak mücadelesinin önünü açması kaçınılmazdı. Nitekim açtı da. Çalışanların başı üzerinde 20 yıldır demoklesin kılıcı gibi sallanan 12 Eylül artığı bir takım yasa ve kurumların kaldırılması şeklinde özetleyebileceğimiz Ölüm Orucu talepleri, dışarıda, çeşitli meslek örgütleri, DKÖ’ler, aydınlar, öğrenciler vb. arasında yaygın bir taraftar kitlesi buldu. KESK’in 11 Kasım mitingi ve 1 Aralık genel iş bırakma eylemi de bu süreçte gerçekleşti. Devrimci tutsakların direnişi kitlelere hak ve özgürlük mücadelesinin yolunu gösteriyordu. Kendi kendini İMF reçetelerine mahkum etmiş bir sistem bu gidişe daha fazla tahhammül edemezdi. Etmedi de.
İçlerinden otuzunu-kırkını öldürmekle devrimci direnişi kırabileceğini umut etmeseler de, böylesine hunhar bir katliamın kitleler üzerindeki yıldırıcı etkisini kesinlikle hesap etmiş olmalılar. Ne var ki, hesapları bir kez daha “Bağdat’tan döndü.” Katliam devrimci direnişi kıramadı. Ölüm Oruçları hücrelerde de, üstelik daha da yaygınlaşarak sürdürülmeye devam edildi. Bu ölümüne kararlılığın, bu feda ruhunun dışarıyı etkilememesi düşünülemezdi. Dökülen kanın yarattığı şoktan kurtulur kurtulmaz, insanlar, sürmekte olan direnişin etkisiyle yeniden canlanacaktı.
Devletin dışarıya yönelik baskı ve şiddetindeki artış işte bu süreçte azgınlaşıyor. Her türlü gösteri polis şiddetiyle engellenmeye çalışılıyor. 1 Aralık eylemimize karşı olduğu gibi, her hak arama eylemi karşısında, devletin sorgu ve ceza kurumlarını/yasalarını buluyor.
Tüm Yargı-Sen yöneticilerinin TMŞ’de sorgulanması bu saldırıların en keskin ucunu, aynı zamanda da hücre saldırısı konusunda bir sembolü oluşturuyor. Tecrit hücrelerinin hiç de söylendiği gibi, “cezaevlerinde devlet denetimi”, “çete suçlarının önlenmesi” vb. için olmadığı, hücrelere sadece devrimcilerin kapatılmasından belli değil mi? Zaten yasa gereği TMŞ’nin ilgili maddelerinden yargılananlar için özel olarak inşa edilmiş yapılar bunlar. Yani şimdi Tüm Yargı-Sen yöneticileri yargılanmaya ve cezalandırılmaya kalkılırsa kapatılacakları yer. Yani dün, Tuzla işçilerinin kapatıldıkları yer. Sadece örgütlü devrimciler değil, sınıf ve kitle hareketinin öncüsü konumundaki işçi ve emekçilerle sendika yöneticileri de kapatılacaklar bu hücrelere, ki tıpkı devrimcilere olduğu gibi kitle hareketi ile bağları kesilsin.
Sonuçta dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Ecevit’in sık sık ifade ettiği gibi; “istikrar programının güvencesi” cezaevlerinden geçiyor. Yani öncü güçlerin tecrit ve imhasından...
Öncüsüne sahip çıkamayan bir sınıf ve kitle hareketi yenilmeye mahkumdur. Hücreler bizim için inşa edilmiştir, karşı çıkalım. Tüm Yargı-Sen yöneticilerine ve devrimci tutsaklara sahip çıkalım. 1 Aralık soruşturmalarına ve tüm saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim. Alanları sistemin şiddetine teslim etmeyelim.



Ölüm Orucu Direnişi, 19 Aralık katliamı
ve sendikaların tutumu

F tipi cezaevlerine girmek istemeyen siyasi tutsaklar 20 Ekim’de tek silahları olan bedenleri ile direnişe başladılar. F tipi cezaevlerine karşı gelişen toplumsal muhalefet karşısında telaşa düşen devlet, 19 Aralık’ta, hem içeride süren direnişi kırmak, hem de dışarıda büyüyen toplumsal muhalefeti bastırmak için “hayata dönüş” adı altında bir katliam gerçekleştirdi.

Bu denli vahşi bir katliama neden olan direnişin amacı neydi?

Direnişin amacını anlamak için taleplerine bakmak yeterlidir. Kısaca özetlendiğinde; “F tipi hücreler kapatılsın!; DGM’ler kaldırılsın!; Anti-terör yasası kaldırılsın!; Üçlü Protokol’ iptal edilsin!” şeklinde formüle edilebilir. Yani işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesinde emekten ve demokrasiden yana olan tüm demokratik kitle örgütlerinin önünde engel teşkil eden yasa, kurum ve kuruluşların iptal edilmesidir istenen.

Devletin zaten zindanlarına kapatmış bulunduğu devrimcilere bu denli vahşi bir katliam gerçekleştirmesinin amacını anlamak içinse, sermaye uşağı Ecevit’in açıklamasına bakmak gerekiyor: “İçeriyi teslim almadan dışarıyı teslim alamayız.”

Yıllardır zindanlarda uyguladığı terör ve katliamlara rağmen devrimci iradeyi asla teslim alamayacağını bilen devletin “içeriyi teslim alma” niyeti anlaşılabilir. O halde “dışarıyı teslim alma”nın anlamı ve amacı nedir? Bu da çok açık. Emperyalizme göbeğinden bağımlı bir ülkenin, ülke kaynaklarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek için İMF politikalarını sorunsuz uygulayabilmesi lazım. Ancak bunun için toplumsal muhalefetin örgütlendiği sendikaları ve tüm demokratik kitle örgütlerini susturmak, sindirmek; kısacası “dışarıyı teslim almak” gerekir. Ve bunun için de, işçi ve emekçilere “direnerek” mücadelenin yolunu gösteren devrimci tutsakları teslim almak...

Gerçekler bu denli açık ve ortadayken, genel olarak sendikalar, özelde de bizim konfederasyon KESK ne yaptı ve ne yapıyor?

Katliam öncesi cılız bir sesle yükselttikleri “F tipi yaşama ve cezaevine hayır!” şiarını, görüşmeler sürerken “istenilen noktaya gelinmiştir, Ölüm Oruçları bitirilmelidir” söylemiyle zayıflattılar. İçinde KESK ve DİSK’in de bulunduğu sendika başkanlarının “istenilen nokta”dan kasıtları 19 Aralık katliamı değilse eğer, neden katliam sonrası iyice köşelerine çekildiler? Sessiz kalarak katliamı onayladıklarının ve devletin “dışarıyı teslim alma” amacına hizmet ettiklerinin farkında değiller mi?

Katliam sırası ve sonrasında devletin burjuva medya eliyle, direnişin amacı ve anlamını karalamak için yaptığı tüm çirkin ve adi yalanlar karşısında tabanına ve kamuoyuna gerçekleri anlatmaları gerekmiyor muydu? Saldırının asıl amacı dışarıyı teslim almak olduğuna göre, özellikle böylesi bir dönemde mücadeleyi yükseltmek, işçi ve emekçilerin sosyal ve ekonomik talepleriyle direnişin demokratik taleplerini birleştirmek gerekmiyor muydu?

Devlet demokratik kitle örgütlerine yönelik kapatma, üye ve yöneticilerini gözaltına alma, tutuklama terörü uygularken, KESK’e bağlı Tüm Yargı-Sen’in Genel Merkez ve Ankara Şube yöneticilerini de sürgün ederek, açığa alarak, evlerini basıp gözaltına alarak sindirmeye çalışıyor. Çünkü Tüm Yargı-Sen F tipi cezaevleri konusunda devlet gibi düşünmediğini kamuoyuna açıklıyor.

Sendikasına yönelik bu saldırılar karşısında KESK ne yapıyor? Bir basın açıklaması yayınlayarak durumu kınıyor! Devletin cezaevlerinde gerçekleştirdiği katliamın işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesine yönelik bağını kitlelere açıklayarak mücadeleyi yükseltmiyor. Bugün devlet terörüne maruz kalmamak için böylesi bir katliam karşısında sessiz kalanlar, yani “dışarıyı teslim edenler”, yarın sosyal ve ekonomik hakları için nasıl mücadele edecekler? Kaldı ki devlet 1 Aralık eylemi sonrası soruşturmalara karşı basın açıklaması yapmak isteyen kamu emekçilerine dahi saldırıyor, gözaltına alıyor.

Devrimci tutsaklar bugün, işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesinin önünü açmak, “dışarıyı teslim” etmemek için de canları pahasına direniyorlar. Yarın yüzlerce devrimcinin kanı üzerinden yükselecek olan sınıf hareketi sayesinde politika yapmayı hesaplayanlar bu vebalin altından nasıl kalkacaklar?