ARSIVANA SAYFA
 
13 Ocak '01
SAYI: 02
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Direnişi emekçiler cephesinden büyütelim
"Psikolojik savaş"ın söz kurmaylığına soyunanlar katliamdan askeri kurmay kadar sorumludurlar
Dışarıda direnişi örgütlemekk acil ve ertelenemez bir görevdir
Katliamın bilançosu katliamı belgeliyor
İMF programının faturasını kapitalistler ödesin
"Beyaz Enerji Operasyonu"nun gösterdikleri
Sermaye patronları Türkiye'yi açık köle pazarına çevirmek istiyorlar
Sınıf hareketi
Bir fabrikadaki işçilerin katliama tepkileri!
Güney Kürdistan'da işgale son!
Balkan sendromu
Gençlik hareketinde yükselme eğilimi, görev ve sorumluluklar
Katliam ve direniş/2
Devlet solundan katliama onay
Katliam, direniş ve soysuzluk...
Gençlik
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/2
Zindan direnişine yurt dışı desteği
Taş köprü ve kızıl düş!
Ölüm orucu direnişçilerinden mektup
Yaşamı ölümüne savunmak!
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Yaşamı ölümüne savunmak!..

Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu’nun kamuoyunun gündemine girmesiyle birlikte, iki aydır ölüm üzerine neredeyse söz söylemeyen kalmadı.

Gün gün yaklaşan ölümler üzerinden herkes kendi sınıfsal-siyasal bakışaçısını ortaya koydu. Devrimci tutsakların F tipi saldırısını geri püskürtmek ve anti-demokratik uygulamalara karşı koyabilecekleri tek silah olan ölüm orucu, olaya “insani” yaklaştığını söyleyen herkesin insanlıktan ne anladığını da ortaya koydu. “İnsani” kaygıların siyasal çıkarlara göre nasıl değiştiği ise yine açıkça ortaya çıktı.

Kapitalizm, faşizm ve insanlık

Kapitalist iktidar, mantığı izolasyon ve tecrit edip kişiliksizleştirmeye dayalı F tipi hapishaneleri açmakta -uygulandığı ülkelerde intihar ve akli denge bozukluklarına sebep olmasına rağmen- ısrarlıydı. ‘96 Ölüm Orucu zaferiyle varılan anlaşmada F tiplerinin açılmayacağına dair söz verilmesine rağmen hazırlıklar hep devam etti. Ölüm Orucu’nun 50’li günlerinde yapılan görüşmelerde F tiplerinin açılmayacağına dair kamuoyuna söz verilirken, katliamdan sonra bir yıldır F tipine geçişi amaçlayan operasyon için hazırlıkların yapıldığı itiraf edildi. Yapılan görüşmelerle devletin sorunu çözmek istediği yönünde kitleler oyalanmış, bu oyunda milletvekilleri dahi kullanılmıştı.

Sermaye devleti bir kez daha katliamcı yüzünü gösterdi. 20 hapishaneye birden yapılan saldırı adeta savaş ilanı niteliğindeydi. Ne var ki, bir tarafın elinde panzerler, makinalı tüfekler, iş makinaları, zehirli gazlar, yanıcı kimyasal maddeler varken; diğer tarafın yalnızca çıplak bedenlerinin olduğu eşitsiz bir savaştı bu... Katliamla birlikte yaşanan işkence ve zorbalık ise dünyadaki tüm faşistlere parmak ısırtacak nitelikteydi. İnsanlık böyle bir vahşete de tanıklık etti.

Faşist sermaye rejimi öylesine güçsüz, öylesine acz ve sıkışmışlık içerisindedir ki, devrimci muhalefet hareketinin güçlü olmadığı bir dönemde bile böylesine azgın bir teröre başvurmakta, büyük bir kudurganlıkla saldırmaktadır. Bu onun uygulayacağı ekonomik-sosyal politikaların daha da acımasızlaşacağının bir göstergesidir. Ezilenlerin devrimci muhalefetinin öncüleri şimdiden biçilerek yol düzlenilmesi istenmektedir.

Sermayenin ezilenlerin çektiği acılara “insani” yaklaşımı, “bırakın gebersinler” şeklindedir. İnsanlık dışı bir faşist katliamı “hayata dönüş” operasyonu olarak sunabilmeleri de bununla bağlantılıdır. Onur, namus, utanma gibi her türlü insani değerden sıyrılmış asalak ve çürüyen bir sınıfın karakteridir bu.

Sırtlarını dayadıkları emperyalistlerin dünya halklarına yönelik imha operasyonlarının gerekçesi de “insani müdahale”dir. Soygun ve talanı güvenceye alabilmek için, halklar üzerindeki kölelik zincirlerini acımasızca sıkabilmek için uranyumlu silahları gözünü kırpmadan kullanan bu insanlık düşmanları, ABD ve Avrupalı emperyalistler, elbette ki Türkiye’deki “insani müdahale” kılıklı katliama destek ve onay vereceklerdi ve vermişlerdir. Avrupa Parlamontosu’nun gönderdiği izleme komisyonunun F tipi uygundur raporu vermesi, katliamın ardından alçakça bir sessizliğe gömülmesi, bunun açık göstergesidir.

Katliam sonrasında Avrupa’dan gelen göstermelik tepkiler sadece timsah gözyaşlarıdır ve vitrinin görüntüsünü fazla bozmamaya yönelik uyarılardır. Bu işi daha az öldürerek, daha az ses çıkartarak yapamaz mıydın, demek istiyorlar. Gerçekte katliamı onaylayan bu tutum, Avrupa’dan “demokrasi” ve “insan hakları” bekleyenlerin ham hayallerine iyi bir tokat olmuştur.

Reformist solun burjuva hümanizmi: “Ölmeyin!”

Devrimci tutsakların ölümüne kararlılığı, özellikle toplumun ilerici kesimlerinde büyük bir sarsıntı ve sahiplenme yarattı. Ülkenin dört bir yanında F tipine karşı yükselen muhalefet, demokratik taleplerin ilerici kurumlar tarafından sahiplenilmesi faşist rejimi alabildiğine tedirgin etti. Bu direnişten alınan güç ve moralin ekonomik-sosyal yıkım saldırılarıyla bunalan emekçi kitlelere taşıyacağı mücadele dinamizmi devletin en büyük korkusuydu.

Reformist solun kitle tabanı, özellikle ÖDP’liler bu süreçte belli bir duyarlılık sergilediler. Devlet terörünün henüz tırmandırılmadığı süreçlerde merkezi olarak eylemlere katıldılar. Ama devlet terörü başını gösterir göstermez, reformizm her zaman olduğu gibi hemen sokakları terketti, kapılarını kapattı. Adalet Bakanı’nın F tiplerini erteliyoruz sözü üzerine, ÖDP yönetimi haddini aşarak, “ölüm oruçlarını bitirin” çağrısı yaptı. Buna başkaları eklendi.

“Ölmeyin” demeyi bir politika zannedenler son tahlilde devletle aynı platforma düştüklerinin farkındalar mı? Köşelerinden “ölüm üzerinden politika yapmayın”, “siz güzel insanlarsınız”, “devrimcinin makbul olanı yaşayanıdır” şeklinde yazanlar, yaşamın güzelliğinden, mücadeleden bahsedenler, devlet 30 devrimciyi “hayata döndürdükten” sonra ne düşünüyorlar? “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!” sloganını ölümü kutsayan-amaçlaştıran bir yaklaşım olarak görmenin gerçekte neye denk düştüğünü hiç düşündünüz mü? Yoksa devletin katletmek için bahane bulamayacağını mı düşünüyordunuz? Hele de bu operasyonun bir yıldır inceden inceye hazırlanmakta olduğu itiraf edildikten sonra.

Burası Türkiye!.. Bu ülkede insanların hapishanelerde inanç, değer ve onurlarını koruyarak yaşayabilmeleri bedel istiyor. İnsan hakları ve demokrasi mücadelesi vermek bedel istiyor. Ücret talebiyle sokağa çıkmak, yasal hak olan sendika hakkını kullanmak bile bedel istiyor. Yani bu ülkede demokrat olmak bile elinizi taşın altına sokmayı gerektiriyor.

Bir kez daha “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!”
“Zaferi şehitlerimizle kazanacağız!”

Reformizmin ve burjuva köşe yazarlarının “ölümü amaçlaştırıyorsunuz” yaklaşımına paralel olarak devlet, devrimci tutsakların “Zaferi şehitlerimizle kazanacağız!” başlıklı ortak açıklaması üzerinden çarpıtılmış iğrenç bir kampanya yürüttü. Devrimcilerin amacının anlaşmak değil, arkadaşlarının ölümü üzerinden propaganda yapıp güç kazanmak olduğu propagandası yapıldı.

Devrimci ve komünistler, ölümü amaçlaştırmak ya da bunun üzerinden politika yapmak bir yana, bir ölüm düzeni olan kapitalizmi tarihe gömmek için savaşıyorlar. Devrimciler her zaman yaşamı, ama bir sürüngen gibi değil, onurlu ve insanca bir yaşamı savundular, işte böyle bir yaşamı ölümüne savundular. Özgür, eşit, sömürüsüz bir toplum uğruna mücadelede ve insanlığın başbelası faşizme karşı mücadelede milyonlarca insan yaşamını yitirdi.

“Komünizmin Kara Kitabı” başlıklı, bir karşı-devrimci tarafından kaleme alınan kitap ülkemizde de yayınlandı. Bu kitapta bugüne kadarki milyonlarca insanın ölümünden sosyalizm sorumlu tutuluyor. Sosyalistler birçok ülkede ayaklanmalar çıkarttı ve ölümlere sebep oldu deniliyor. Bu iddia ne denli gülünçse, devrimcilerin ölümü amaçlaştırdıkları demagojisi de o denli temelsizdir. Davasını, inançlarını ve değerlerini korumak uğruna ölümü göze almak, ne çürümüş burjuva gericiliğinin ne de tatlı su solcularının anlayabileceği bir şeydir. 2. Dünya Savaşı’nda emperyalist kapitalizmin öz be öz ürünü olan Hitler faşizmi Sovyet halkları sayesinde tarihe gömüldü. 20 milyonu aşkın Sovyet insanının ödediği bedel sayesindedir ki, tüm insanlık Hitler faşizmi belasından kurtulabildi.

Bunu anlayamayanlar elbette “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!” sloganını da anlayamazlar, az sonra kurşuna dizilecek Yunanlı devrimcilerin çektiği halayı da...

Saldırı, tüm emekçilerin yaşamını hücreleştirmeye yönelik ideolojik-politik içerikli kapsamlı bir saldırıdır. Tüm toplumu sindirme ve teslim alma saldırısıdır. Devrim ve sosyalizm davasını boğma saldırısıdır. Bu dava ise uğruna ölünecek denli büyük ve vazgeçilmez bir davadır. Tüm insanlığın kurtuluşu bu davanın kazanılmasına bağlıdır. Bedeli ne olursa olsun bu saldırı püskürtülmek zorundadır ve püskürtülecektir.

Her emekçi, devrimci ve sosyalist, bu direnişin ve ölümlerin hem insani hem de politik yönünü iyi kavramalıdır. Devrimciler ve komünistler korkusuz ve tereddütsüzce şehit düşerlerken, devrime, sosyalizme giden yolda birer kilometre taşı olduklarının bilinciyle rahattırlar. Onlar devrim ve sosyalizm için, insanlık için yapabilecekleri herşeyi yaptılar. Sıra bizde...

“Yaşayan kimdir gerçekte ölen kim?
Yılgın yılgın düşenler mi?
Yoksa çekilip tarihin burçlarına
Bayrak bayrak ölümsüzleşenler mi?”

E. Sezgin