Türk ordu güçleri bir kez daha Güney Kürdistana girdi. 20 Aralık günü Haburdan yapılan sevkiyatla, 10 bin kişilik özel eğitilmiş asker ve zırhlı araçlardan oluşan askeri güç Süleymaniye bölgesinde konumlandırıldı. Önümüzdeki günlerde harekatın fiili olarak başlaması bekleniyor.
Türk Genelkurmayı bu askeri sevkiyatı önce yalanladı. Ecevit ise, bölgede bulunan askeri güçler teknik destek amacıyla bulunan güçlerdir biçiminde bir açıklamayla dolaylı da olsa kabul etti. Talabaninin Ankara ziyareti ile beraber operasyon, yapılan açıklamalarla resmi olarak kabul edildi. Operasyon, burjuva medya tarafından Sandöviç operasyonu olarak adlandırılıyor. PKKnin teslimiyet süreciyle beraber bölgeye çekilen güçlerini ezmek ve imha etmek amaçlı olduğu söyleniyor.
Operasyonun temel hedefinin PKK olduğu açık. Ama bununla beraber, Türk sermaye devletinin hesapları salt PKKnin silahlı güçlerini bitirmekle sınırlı değil. Hesaplar, boyutları çok yönlü iktisadi ve jeo-politik bir içeriğe sahiptir. Son dönem bölgede emperyalistler ve bölge ülkeleri arasındaki karşılıklı hamleler ve değişen dengeler üzerinden girilen yeni ilişkiler bunu doğruluyor.
Harekat PKKnın askeri güçlerini imha amaçlıdır!
Türk sermaye devletinin Kürt politikası, inkar ve imha üzerine kuruludur. Bu politika, teslimiyetçilerin tüm yaranma çabalarına, yaşadıkları tasfiye sürecine karşın değişmemiştir. Teslimiyet bu politikaya sadece geniş bir uygulama zemini yaratmıştır. Sermaye devleti, bu uygun zeminden yararlanarak Kürt halkının büyük bedeller uğruna yarattığı mevzi ve değerlerin gaspına girişmiştir. Bir dönem Kürt realitesi üzerine nutuklar çekilirken, şimdi eski inkarcı tezler piyasaya sürülmüştür. Tüm ödün ve teslimiyete karşın imha operasyonu bitmemiş, yoğunlaşarak sürmüştür. Tüm bunlara rağmen, teslimiyet platformu Kürt halkına ısrarla dipsiz bir bataklık olan düzen ve devletle bütünleşmeyi göstermiştir.
PKK gerillalarının kayıtsız ve şartsız Türkiye topraklarını terkederek Güney Kürdistana geçmesi, Türk devletine verilmiş büyük bir ödündü. Bu Türk ordu güçlerinin Kuzey Kürdistanda tam kontrolü sağlamasına hizmet etti. PKK yetkilileri bu dönem yaptıkları açıklamalarda, yönelimlerinin tüm silahlı güçleri tasfiye amaçlı olduğunu, ama bunun için Türk devletinin uygun bir zemin yaratması gerektiğini söylüyorlardı. Bu, somutta PKK gerillalarını da kapsayacak bir genel aftı.
Geri çekilen ama korunan askeri güçler PKKnin pazarlık gücünü korumanın bir aracı olarak görülüyordu. Ancak Türk sermaye devletinin PKK için öngördüğü tam anlamıyla bir bataklık, kayıtsız şartsız teslimiyetti. Silahlı güçler tasfiye edilerek, Türk devletine teslim olmaktı. Devlet ve ordu sözcüleri bu gerçeği birçok veseliyle açığa vurdular, PKKye silahlı güçlerini teslim etmeye dönük mesajlar verdiler.
PKK bu mesajları yanıtlarken, askeri gücünü teslim etmeyi herhangi bir siyasal kazanıma bağlamıyor, sadece hukuki bir takım düzenlemelerle cezaevine kapatılma olasılığının ortadan kaldırılmasını şart koşuyordu. Nitekim son operasyon hazırlığıyla beraber PKK adına açıklamalarda bulunan Osman Öcalan bu gerçeği bir kez daha ifade etti: Ecevit bizi teslim olmaya çağırıyor. Ancak dağda özgürlüğü yaşayan gerilla, zindanlarda işkence ve ölümü kabul eder mi? Çözüm için hiçbir adım atmadılar. Silah bırakmamızı istiyorlarsa bir heyetlerini göndersinler, tartışalım. Biz iki yıldır bekliyoruz. Çözüm için diyaloga hazırız. Yarım yamalak bir af çıkardılar. Bunun içinde bile PKK yok. Bu nedenle bize yönelik silah bırakma çağrıları anlamsızdır.
Görülmektedir ki, son askeri operasyonla, teslimiyet sürecinin askeri güçlerin tasfiyesiyle noktalanması, PKKnin tam anlamıyla ezilmesi amaçlanıyor. Teslimiyet süreci ile devlet; Kürt halkının tüm düzen dışı dinamik ve örgütlülüklerini ezmeyi, ama bununla beraber liberalleştirilen güçlere düzen içerisinde bir alan açmayı hedeflemektedir. Bu hesabın içinde PKKnın tam ezilmesi ve tasfiyesi olduğu için, ortaya onlar payına öldürücü bir açmaz da çıkmaktadır. İmralı çizgisi ideolojik ve politik tam teslimiyet temeli üzerinde siyasallaşmayı, demek oluyor ki, düzene siyasal olarak eklemlenmeyi umuyordu. Demokratik Cumhuriyet stratejisinin özü-özeti buydu. Ama gerek son olarak 7 Aralıktaki Genelkurmay açıklamasından yansıyan devletin resmi tutumu, gerekse bununla uyumlu olarak PKKyi tasfiye etmek üzere Güneye yapılan operasyonlar, PKKnin tüm yönelimlerini altüst etmiş bulunuyor. PKK ya ezilip tümden tasfiye edilmeye katlanacak, ya da batağa götürmesi kaçınılmaz olan İmralı çizgisini sorgulayıp reddederek kendine yeniden bir devrimci çıkış yolu arayacaktır. Öldürücü açmaz dediğimiz budur ve PKKnin uzun süre bu gerçekliği görmekten kaçarak işleri götürebilmesi olanaklı değildir.
Operasyonun nedenleri ve hedefleri salt sermaye devleti ile PKK arasındaki ilişki ve hesaplarla sınırlı değildir. Bölge üzerinde yaşanan gelişmeler, emperyalist ve gerici-işbirlikçi bölge devletlerinin ilişkiler ve hesaplar tablosuna da bakmak gerekmektedir.
Bilindiği gibi sermaye devletinin Güney Kürdistana ilgisi sadece PKKden dolayı değildir. Bu ilgi ABDnin bölgeye dönük hesapları temelinde şekillenmektedir. Kerkük ve Mus0ul üzerinden petrol kaynaklarının kontrolü, yanısıra bölgede kurulacak denetimle İran, Irak ve Rusyanın buradaki etkinliklerinin sınırlanması, ABDnin bölgeye ilişkin hesaplarının öne çıkan başlıklarıdır.
Güney Kürdistan meselesine bakışta ABD emperyalizminin stratejik hesaplarıyla stratejik kaygıları arasında bir mesafe bulunduğu, bunun bazı sorunlara yolaçtığı bilinmektedir. ABD emperyalizmi Ortadoğudaki ihtiyaçları üzerinden bakmakta ve gerektiğinde Güney Kürdistanı bağımsız bir kukla devlet olarak kendine bir üs haline getirmek istemektedir. Fakat Türk burjuvazisi böyle bir adımın Türkiyedeki Kürtlerin ulusal özlemlerini kamçılayacağından duyduğu derin kaygıyla, ısrarla Irakın toprak bütünlüğünü savunmakta, fakat buna paralel olarak da ABD güdümündeki işbirlikçi Kürt örgütlerinden kendisi de mümkün mertebe yararlanmaktadır. Onları kendince kendi denetimine almaya çalışmakla kalmamakta, Türkmenler içindeki ajanlarını da kullanarak burada kendisine bir etki sahası yaratmaya çalışmaktadır. Türk devleti bunu yaparken, ABD emperyalizmi ile fazla karşı karşıya gelmemeye, tersine hesaplarını onunla uyumlulaştırmaya çalışmakta, karşılık olarak da ABD emperyalizmi Türkiyenin kendisi için özel öneminden dolayı şimdilik kaydıyla Türk burjuvazisinin kaygılarını görünürde gözeten bir tutumla hareket etmektedir.
Zira son dönemde, Rusya ve İranın Ortadoğu ve Kafkaslarda ABD karşısında bir bloklaşma içerisine girdiği görülmektedir. Rusyanın Kafkaslarda ABDyi sınırlama yönünde attığı adımlarla beraber, İran da Ortadoğuya yönelik bir çaba içerisindedir. Bu çabaların temel yönelim alanlarından biri de Güney Kürdistandır. İran bu bölgedeki ABD ve onun taşeronu Türkiyenin etkinliğini azaltmak için elindeki Kürt kartını oynamaya soyunmuştur. Son dönemde İranda Kürtlere anadilde TV, radyo yayını yapma, yanısıra bir takım kültürel haklar tanınmıştır. İran böylelikle Güney Kürdistan üzerindeki etkinliğini artırmıştır. Operasyon bu etkinliği boşa çıkarma amaçlıdır. Türk sermaye devleti, Güney Kürdistanı fiilen işgal ederek, ABDnin efendiliğinde bölgeyi denetimi altına almıştır.
Sermaye devleti, 10 bine yakın asker ve zırhlı araçlarla işgal ettiği Güney Kürdistanda tam bir terör estirmektedir. Bu imha operasyonu ile Türkiyedeki Kürt mücadele dinamikleri tümüyle kırılmak istenmektedir. Yanısıra bu işgalci güç, emperyalistlerin ve Türk sermaye devletinin gerici çıkarları için bölgede bulunmaktadır. Türk ordusu Güney Kürdistanı derhal terketmelidir.
Diğer yandan, teslimiyet platformunun peşinden sürüklenen tüm Kürt mücadele dinamikleri bu platformu sorgulamalıdırlar. İmralı platformu, Kürt halkının yarattığı tüm değer ve mevzilerin sermaye devletine teslimidir. Ulusal hak ve özgürlükleri kazanmanın devrimci mücadeleyi yükseltmekten başka bir yolu yoktur. Böylesi bir devrimci mücadele ise, ancak sınıfsal bir çizgiye sahip olabildiği taktirde başarıya ulaşabilecektir. Çünkü böyle bir çizgi, dostu ve düşmanı hiçbir yanılgıya düşmeden belirleyecek, iplerini emperyalistlere, sömürgecilere, işbirlikçi-feodal beylere asla bırakmayacaktır.