ARSIVANA SAYFA
 
13 Ocak '01
SAYI: 02
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Direnişi emekçiler cephesinden büyütelim
"Psikolojik savaş"ın söz kurmaylığına soyunanlar katliamdan askeri kurmay kadar sorumludurlar
Dışarıda direnişi örgütlemekk acil ve ertelenemez bir görevdir
Katliamın bilançosu katliamı belgeliyor
İMF programının faturasını kapitalistler ödesin
"Beyaz Enerji Operasyonu"nun gösterdikleri
Sermaye patronları Türkiye'yi açık köle pazarına çevirmek istiyorlar
Sınıf hareketi
Bir fabrikadaki işçilerin katliama tepkileri!
Güney Kürdistan'da işgale son!
Balkan sendromu
Gençlik hareketinde yükselme eğilimi, görev ve sorumluluklar
Katliam ve direniş/2
Devlet solundan katliama onay
Katliam, direniş ve soysuzluk...
Gençlik
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/2
Zindan direnişine yurt dışı desteği
Taş köprü ve kızıl düş!
Ölüm orucu direnişçilerinden mektup
Yaşamı ölümüne savnmak!
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Devrimci muhalefetin birleşik-örgütlü
bir güce ve sese dönüştürülmesi günün acil görevidir...

Direnişi emekçiler cephesinde büyütelim


Enerjideki yağmanın tam da bugünlerde ortaya çıkarılması ve yine şaşaalı bir “operasyon”la gündeme oturtulması, elbette rastlantı değil. Ne yolsuzluk şimdi farkedildi ve ne de gerçekten önü alınmak isteniyor. Sözkonusu olan, artık tekrarlana tekrarlana gına getirdiğimiz, şu bildik gündem değiştirme oyunudur.

Değiştirilmek istenen gündem, herkesin bildiği gibi, cezaevleri meselesidir. 30’u aşkın devrimcinin katledilmesi ve kalanların yara-bereleriyle F tipi hücrelere kapatılması ardından, hükümetin başı Ecevit, her ne kadar, “bu mesele bitmiştir, siz sonuca bakın” dediyse de, meselenin bitmediği, tersine, daha da içinden çıkılmaz hale geldiği ortadadır. Öyleyse ve buna rağmen neden üstü kapatılmaya çalışılıyor peki?

Öncelikle; tüm böbürlenme yüklü açıklamalara rağmen operasyon amacına ulaşmamıştır. Operasyonun amacı direnişi sona erdirmekti, oysa daha da yayılmasına yolaçmış bulunuyor. Düzen bugün bu başarısızlığını gizlemeye çalışıyor.

Her ne kadar, “devlet gücünü kanıtlamıştır” açıklamaları yapılsa da, operasyonun kanıtladığı yeni bir şey olmadığını onlar da biliyorlar. Hiç kimse, hele de devrimciler, bu devletin öldüremeyeceğini, buna gücü-niyeti-olanağı-aracı-ihtiyacı vb. olmadığını düşünmediğine/iddia etmediğine göre; üstelik en güçsüzünden bile olsa, bir devlet için elindeki esiri öldürmekte herhangi bir güçlük bulunmayacağına göre, katliamla TC’nin gücü filan kanıtlanmış olamıyor. Zaten amaç da, onlarca devrimciyi daha katlederek güç kanıtlamak değildi. Amaç, yukarıda da belirttiğimiz gibi, içerde ve dışarda, sistemin hücre politikasına karşı başlayan direnişi kırmaktı. 19 Aralık terörüyle güya kitleler de yıldırılacak, yani direnişin dışarıdaki ayağı da kırılacaktı. Hücrelerin demir kapıları/izole duvarları içine gömülen devrimcilerin sesi boğulacak, yani devrimin başı ezilecekti.

Başarılabildi mi peki? Başarılamadığı ortadadır. Ne içeride, ne de dışarıda... Her karşı-devrimci terör saldırısında olabileceği gibi, bu saldırının da yıldırdığı/teslim aldığı birileri var elbette. Ancak bu öylesine sınırlı ve tekil ki, sistem bile adını anmayı değer bulmuyor. Üç-beş eski solcu aydın bozuntusunu yanına çekmiş olmayı bir başarı saymıyor.

İkincisi; -ve üsttekiyle bağlantılı olarak- operasyonla devletin değil ama devrimin gücünün kanıtlanmış olmasıdır. Evet... Sistemin barbarlığı kendi gücünü değil, tam tersine, bu barbarlığın yöneldiği gücü, yani devrimci direnişin gücünü kanıtlamış oldu. Devrimci tutsaklar 30’u aşkın şehit vermelerine, görülmemiş bir teröre maruz kalmalarına rağmen teslim olmamışlar, direnişi zayıflatmak şöyle dursun, daha da yükseltmişlerdir. Bundan ala güç gösterisi olabilir mi? Mahkumla hakim olan arasındaki savaşın asıl silahı iradedir. Çünkü diğer bütün konularda müthiş bir eşitsizlik sözkonusudur. Daha da açığı, esirin elinde aklı ve yüreği, iradesi, inancı ve haklılığı dışında hiçbir silahı bulunmamaktadır. Sayısallıktaki uçurumun ise sözünü bile etmiyoruz. İşte 19 Aralık katliamında da esas olarak bu iki irade çarpışmış ve sistemin iradesi büyük bir hezimete uğratılmıştır. Devrim cephesinin bedeli ne kadar büyük olduysa, zaferi de bir o kadar büyük olmuştur.

Üçüncüsü; sistem uğradığı başarısızlığı sineye çekme niyetinde değildir ama. Saldırıyı çeşitli araçlarla ve çeşitli biçimler altında sürdürmektedir. Hücrelere kapatılan devrimcilerin, gerek devam ettirdikleri Ölüm Oruçları gerekse de saldırıda aldıkları yaralar yüzünden hızla ölüme ilerliyor olması sistemi tatmin etmemekte, ölümleri hızlandırmak ve sayıyı artırmak için bildiği tüm yöntemleri kullanmaktadır. Tüm yalıtma çabalarına rağmen hücrelerden dışarıya sızan bilgiler; günde iki kez işkenceli sayım yapıldığı, tıbbi müdahale engellendiği için yaraların giderek azgınlaştığı, ailelerin getirdiği giyecekler kabul edilmeyip tutsakların yarı-çıplak soğuktan hastalanmaya/ölüme terkedildiği vb., vb.’ni göstermektedir.

Dördüncüsü (ve en önemlisi) de; Ölüm Orucu’ndaki tutsaklara yönelik zoraki “tıbbi müdahale”dir. Bu aşamada bu tarz müdahalenin kurtuluş değil ölüm ya da en hafifinden kalıcı sakatlık getireceği, çoğu kendi alanında tıp otoritesi olan onlarca hekim tarafından (daha önemlisi hekim örgütleri tarafından) defalarca açıklanmış olmasına rağmen bunun yapılıyor olması, sistemin can almayı sürdürmekteki kararlılığının göstergesinden başka bir şeye yorumlanamaz. Bugün birer-ikişer hastaneye götürüp getirmek suretiyle “müdahale”de bulunduğu devrimci tutsaklara, yarın toplu olarak saldırma niyetinde olduğu, hükümetin son açıklamalarıyla ortaya konulmuş bulunuyor. Tıpkı, “hayata döndürme” adını verdikleri katliam operasyonu öncesi olduğu gibi, yine, “ölmelerine izin veremeyiz, müdahale ederiz” diyorlar. Bununla, F tipi zindanlarını da iş makinalarıyla yıkmayı kastetmediklerine göre, sözkonusu müdahale bu kez, zaten ikişer-üçer denemekte oldukları “ölümcül tıbbi müdahale”nin toplu hale getirilmesidir. Gündem değiştirerek üstünü örtmeye çalıştıkları asıl kirli niyet bu yeni katliam operasyonu hazırlığıdır.

Hücre sistemi ile toplu direnme imkanları ortadan kaldırıldığına; ve hücresinde yalnız ve bilinci kapanmış durumdaki bir tutsağı alıp hastaneye taşımakta hiçbir zorluk yaşamayacaklarına göre; artık katliamın bu biçimini engellemenin tek ve en etkili gücü direnişin toplumsal ayağıdır. Bunu sistem çok iyi bilmektedir. Bu nedenle, konuya ilişkin en cılız sesi dahi bastırmak için her türlü hukuksuzluğu elden bırakmıyor. Eğer cezaevi sorununa ilişkin kullanılmak isteniyorsa, her türden demokratik hakkın yok sayılması, engellenmesi için kendi hukukunu altüst ediyor. Sadece kolluk güçleri değil, mahkemeler sudan gerekçelerle verdiği tutuklama kararlarıyla, valiler gösteri ve miting yasaklarıyla bu kampanyaya dahildir.
Ne var ki, sistemin terörü sadece devrimci irade karşısında değil, demokratik kitle muhalefeti karşısında da başarısız kalmış bulunuyor. Zaten terör, tanım itibarıyla silahsız (ve kendini savaşın dışında gören) kitleleri hedefler. Karşı tarafın silahlı güçlerini değil. Çünkü eline silah alan herkes savaşta öldürmek kadar ölmenin de kaçınılmaz olduğunu bilmektedir. Ve bu kez, devletin terör silahı esastan geri tepmiş görünüyor.

Hücre politikasına baştan beri (Ölüm Orucu Direnişi’nin belirli aşamasından itibaren) karşı görüş açıklayarak muhatap olan DKÖ’ler ve bazı meslek örgütleri, 19 Aralık teröründen sonra da aynı kararlı tutumlarını sürdürme onurunu taşıyorlar. Sadece bu kadar da değil. Katliam nasıl, içeride Ölüm Orucu Direnişi’nin yayılmasına (direnişçi sayısı 200’den 300’e çıktı) yolaçtı ise, dışarıda da muhalefetin genişlemesine yolaçmış bulunuyor. Katliam öncesi kurumsal yahut bireysel olarak fikir bildirmemiş bulunan kimi çevre, kişi ve örgütler, şimdi, katliama ve hücre uygulamasına karşı görüş ve tutumlarını açıklamaya başlamışlardır. Üniversitelerden yükselen ses bunun en son ve en güzel örneğidir. Sendikaların taban basıncına daha fazla dayanamayacağı, önümüzdeki yakın süreçte sözlü açıklamalara imza atarak da olsa muhalefete dahil olmak zorunda kalacağının işaretleri artmaktadır vb.

Hücrelerden çıkacak tabut sayısını azaltmanın, yani hücrelerin kapısını açtırmanın, yani direnişi kazanmanın yolu, dışarıdaki bu muhalefetin birleşik-örgütlü bir sese dönüştürülmesinden geçtiği açıktır. Devrimci hareketin bugün güç ve enerjisini hasretmesi gereken en önemli görevlerden biri de budur.