Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Kasım 2003
Sayı: 66
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  YÖK Yasa Tasarısı'na karşı eyleme, boykota, Kızılay'a!
  6 Kasım gösterileri...
  Ankara sokaklarında militan direniş!
  İstanbul'da 6 Kasım eylemleri...
  Diğer üniversitelerde 6 Kasım...
  5 Kasım'da Kemal Gürüz'ün görev süresi doldu...
  Eyleme, boykota, direnişe...
  Irak bataklığında dibe doğru
  Kampanyamıza işçilerden destek!
  Kampanya çalışmalarımızdan....
  İstanbul Üniversitesi kampanya çalışması...
  Etkin bir pratikle faaliyetimiz sürüyor!.
  ODTÜ'nün arkası: Bir silah fabrikası....
  ODTÜ-İSEM sömürü üretiyor!.
  YÖK'e, tasarıya ve emperyalist işgale karşı görev başına!
  "Sosyal Konsey"
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Rektörlere ve darbe çığırtkanlarına karşı komünistler alanlardaydı!
  Yeni Ekimler'in partisi 5 yaşında!
  Parti gençliğin omuzlarında yükselecektir!
  İÜ'yü parti sloganları ile inlettik!
  Alman Kasım Devrimi
  Komünist Tartışmalar
  Filistin'e barıış ancak zaferle gelecek!
  Onuruyla direnen ülke: Küba
  Politeknik direnişi
  Şehir uyanacak bir gün...
  Yabancılaşmış hikayeler...
  Gökhan Birben'le söyleşi
  "Yaşamak güzel şey be kardeşim!"
  Ankara Gazi Lisesi'nden...
  Okur mektupları



 
 
Yozlaştırılmaya karşı bir ses:

“Sanatçı yaşamın her alanında var olmalı”

Gökhan Birben Karadeniz ezgilerini insanlara ulaştırma kaygısı taşıyan bir müzisyen. Hemşin ve Laz türkülerinden oluşan bir albüm hazırlayarak, halkların kültürlerini yozlaştırmaya çalışan popüler kültüre inat türkülerinde yöre halkının kendi üretimlerini ve değerlerini yansıtıyor. Kendisiyle müziği, sanatçı anlayışı, Karadeniz halkının sorunları ve Irak’taki işgal üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik…

- Gökhan Birben kimdir? Şimdiye kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Gökhan Birben: Gökhan Birben Karadenizli, Rize Pazar ilçesi, eski adıyla Haçabit doğumlu. Çocukluk çağlarım İstanbul’da geçti. Konservatuara gittim. Bir dönemler FB genç takımda 2 yıl kadar futbol oynadım. İstanbul bana çok çekici gelmedi. Hala da öyle. Çünkü doğup büyüdüğüm yerin insanıyım ben. Karadeniz’de yaşamak çok daha fazla cezbetti beni. Yaklaşık 8 yıl önce Karadeniz’e döndüm. Orada Radyo Umut ismi ile bir radyo kurduk. Yaklaşık 5 yıl program yaptım. O dönemlerde sürekli şarkılar söylüyordum. Program içerisinde insanlarla iletişim kuruyordum. Sesimin Karadeniz müziğine yatkınlığından dolayı albüm teklifleri geliyordu. Neden böyle bir şey yapmayayım diye işte o dönem düşündüm. Daha öncesinden Kazım Koyuncu ile tanışıyordum. O bir albüm çıkarmıştı. Salkım ouml;ğüt’ü, Dido’yu dinlerken tekrar onunla görüşme fırsatım oldu. Yaptığım demo kayıtlarını Kazım’a götürdüm. Metropol müzikten bir albüm çıkardık. Geldik, müzik piyasasının içerisine girdik. Ama hala Karadeniz de yaşamış olmanın verdiği bir etki var bende. İstanbul’da çok fazla kalamıyorum. Her 2-3 ayda bir memlekete gidiyorum. Doğayı, oradaki yaşamı seviyorum. Fakat yine de işlerin yo&crren;unluğundan kaynaklı yaşamımın büyük bir çoğunluğu İstanbul’da geçiyor.

-Günümüzde Karadeniz müziği yapan popüler isimlerin genelde o kültürü yozlaştırdığını görüyoruz. Sizin çalışmalarınızda ise bunun önüne geçmek, gerçek Karadeniz kültürünü yansıtmak isteyen bir yan var. Bundan bahsedebilir misiniz?

Gökhan Birben: İki farklı yönden esen iki farklı rüzgara benzetiyorum ben bunu. Bir tarafta; o kültürün oluşturmuş olduğu değerleri silip süpüren bir rüzgar var. Bu insanlar bizim kültürümüzü aşağılayan bir zihniyete sahip. Karadeniz insanını karikatürize eden yönelimleri ve müzikal çalışma ile kimlik açısından önemli eksiklikleri var. Diğer tarafta ise o kültüre hayat vermeye, onu geliştirmeye çalışan bir rüzgar var. Benim insanların bağrında tuttukları değerleri yaşatmak gibi bir derdim var. Kesinlikle ticari bir kaygım yok. Zaten böyle bir amaçla yola çıkmadım. Bu çalışmalarda onlarca insanın emeği var. Her ne kadar ön planda olan Gökhan Birben olsa da aslında önde olması gereken insanlar arka planda. Ön planda görünmeyen bu insanlar, o kültürü, o değerleri yaşatmak gibi bir kgıları olduğu için bana bu kadar destek veriyorlar.

Karadeniz’de ezilen, çile çeken, bin bir türlü sorun yaşayan insanlar var. Ekonomik olarak ve daha birçok konuda sorunları var. Benim bu sorunları işlemek gibi bir derdim var bu işi yaparken.

Ben de ezgilerimizin, müziklerimizin bu kadar güzel olabileceğini stüdyo aşamasında gördüm. Geçmişte Volkan Konak örneği vardı. Biraz da onu baz alarak yola çıktım. Karadeniz müziğinin piyasa müziği ve ticari amaçlar dışında da yapılabileceğini gördüm. Albümler de böyle ortaya çıktı. Ben piyasa müziğinin dışında olduğumu düşünüyorum. Karadeniz girilmemiş gizemli bir bölge ve orayı talan etmeye çalışıyorlar. Ama bir taraftan da birileri bu değerleri korumak için çabalıyor. “Atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık” mantığı kafalara hakim olursa, geriye bir şeyler bırakma zorunluluğu çıkıyor ortaya. 50 yıl sonra insanların “benim kültürüm budur” diyebileceği bir değeri en doğru biçimde bırakabilmek gereyor.

- Karadeniz halkının sizin müziğinize tepkisi nasıl? Sizin bu kaygınızı sahipleniyorlar mı?

Gökhan Birben: Doğru bir şey yaparsanız, halkın değerlerini onların yüreğindeki biçimiyle yansıtırsanız, insanlar hak ettiği değeri verecekler ve sahipleneceklerdir. Benim kaygımı sahiplendiler. Bir araştırma yapılmış Karadeniz’de. En çok satan albüm benimki. Ticari kaygıları baz almış olsaydım diğer onlarcası gibi olacaktım. Önde olmamalıydım belki. Ama yıllardır bu sunulmuş. İnsanlardan birisi ortaya çıkıp kendisini vitrinleştiriyor, o kültürün üstüne çıkıyor. Alttan şekillendirmektense üstüne oturuyor.

- Bu kültürün savunucusu olmanın ve onu yaşatmanın gereğinden bahsediyorsunuz. Toplumda sanatçının duruşu ne olmalıdır? Toplumsal sorunlara sanatçı nasıl yaklaşmalıdır?

Gökhan Birben: Halkın içinden birisiyim. Karadenizli’yim. Nasıl olmam gerektiğini biliyorum, çünkü o kültürün içinde yaşıyorum. Başka birisi olmak gibi bir derdim yok. Ne isem, nasıl yaşıyorsam o kültürün içinde öyle olmak zorundayım. Bazı insanlar Karadeniz müziği yaparken Karadenizli gibi söylemeye çalışıyor. Ben öyle yapmıyorum. Orasının içindeyim ve dilini çok daha doğal kullanabiliyorum.

Sanatçının yaşama bakış açısı yalnızca müzikal temelde olmamalı. Bir yerlerde insanlar bir şeyler yaşıyorsa onların dertlerine ortak olmaktan öteye o insanların hayatına girebilmelisin. Acıyı da, yoksulluğu da, mutluluğu da paylaşmalısın. Yaptığı iş insanın düşüncesini yansıtmalıdır. Ama düşünce ve yapılan iş farklı olduğunda çok ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Sanatçı yaşamın her alanında var olabilmelidir. Çünkü müziğin içinde yaşamın kendisi var. Çünkü herkesin ve herşeyin mutlaka bir siyasi kimliği var. Gittiğim tüm etkinliklerde böyle bir kaygım oldu. Sürekli olarak paylaşıp destek olmaya çalıştım.

- Irak’ta yürütülen emperyalist işgal konusunda neler söyleyeceksiniz?

Gökhan Birben: Herkes bir şeyler koydu ortaya, ama bir açık var. Ve insanlar bunu bir türlü göremiyorlar. “Kendi ülkemin çıkarına ise savaşa giderim, insanları öldürürüm” mantığının, kan üzerindeki bu pazarlığın mantığının anlatılmasını isterim. Irak’ta hiçbir haklı gerekçesi olmayan bir savaş sürüyor. Dünyanın her tarafında oluyor aslında. Ama tarih asla affetmiyor ve geriye dönüp bakıldığı zaman geride acı, gözyaşı, sefalet, açlık var. Milyonlarca insanın yok olup gitmesi kimin uğruna? Geniş halk kitlelerinin uğruna değil, bir avuç sermaye kesiminin uğruna bu savaş. Toplumun böyle bir beklentisi, böyle bir istemi olamaz zaten.

- Bundan sonraki çalışmalarınız neler olacak?

Gökhan Birben: Temel hedefim Karadeniz’deki zengin değerleri, yani yüreklerde saklı duran enerjileri açığa çıkartmak. 3-4 albüm hep anonim şarkı yapmak istiyorum. Elimden geldiğince de tüm etkinliklere, çağrılara katılmaya çalışacağım.

EG Kültür-Sanat Komisyonu



Politik faaliyetin verdiği güç...

“İnsanlara nasıl ulaşacağım? Hangi materyalleri nasıl, ne zaman kullanacağım?” diye düşünürken saatin hayli geç olduğunu farkediyorum ve uyumaya çalışıyorum. Uyumaya çalışırken, her zaman yaptığım gibi, gün içindeki pratiğimi değerlendiriyorum. Henüz uyumayı başarmışken kurduğum saat çalıyor ve 4’ü gösteriyor. Şehir daha uyanmaya hazırlanırken, yoldaşlarımla birlikte işçi ve emekçilerin sömürühanelere götürülmek üzere bekledikleri servis duraklarına ve o servislerin güzergahı üzerindeki bölgelere kampanya afişlerimizi yapmaya çıkıyoruz. Afişlerimizi yaptıktan sonra işçilerin duraklara gelişlerini bekliyoruz. Bir taşra kenti olması nedeniyle pratik faaliyetimiz ister istemez sınırlı kalıyor. Ama kampanya sürecimiz, bana hiçbir şeyin imkansız olmadığını öğretiyor.

İşçiler servislerini beklerken onlara kampanyamızı anlatıyor, söz istiyoruz. İşçiler servislerine bindikten sonra aramızda değerlendirme yapıyoruz ve okula gitmek için hazırlanıyoruz.

Artık kampanyanın okul ayağı başlıyor. Saat 8.30 civarı. Öğrenciler derslere girmeye hazırlanıyorlar. Ulaşabildiğim her bireye kampanyayı anlatıyor ve söz istiyorum. Bir yandan da yemek fiyatları üzerinden paralı eğitim gündemini işleyen, diğer siyasetlerle kurmuş olduğumuz birliktelikle boykot örgütleme çalışmasını başlatıyoruz. Taleplerimizi ve paralı eğitimi anlatan afişlerimizi asıyor, sınıf konuşmaları yapıyor, alternatif yemek standı açıyor ve yemekhanenin önünde konuşmalar yaparak boykotu duyuruyoruz. Ulaşılmadık kimse kalmıyor. Boykota katılımın yüksek olması çalışmalarımızın boşa gitmediğini gösteriyor. Bu arada kampanyamızın afişlerini bir yoldaşla birlikte iki kampüse de yoğun olarak yapıyoruz.
Okuldaki çalışmalarımızı tamamladıktan sonra,

kampanya çalışması için, önceden belirlediğimiz işçi-emekçi mahallelerine doğru yola koyuluyoruz. Emekçiler bizi evlerine davet ediyorlar. Kampanyamızı anlatıp imza alıyoruz. Teşekkürlerle uğurlanıyoruz.

Eve gelişimiz saat 20:00’yi buluyor. Günü değerlendirip izlenimlerimizi aktarıyoruz ve eğitim çalışmamıza başlıyoruz. Eksiklerimizi hızla gidermeye çalışırken, pratik deneyimlerimizi teorimizle yoğuruyoruz.

Günün verdiği tatlı bir yorgunlukla yatağa uzanıyorum. Çalışmamızı, aldığımız tepkileri geçiriyorum aklımdan. Yürüttüğümüz çalışma, aldığımız anlamlı tepkiler bana güç veriyor. Ne kadar doğru bir yol seçtiğimi çalışmalarımız bir kez daha gösteriyor. Aklımdan bunları geçirirken uykuya dalıyorum. Yine saat 4’de devrim ve sosyalizm bayrağını biraz daha yükseltmek için heyecanla uyanıyorum.

P. Çapan/Edirne