29 Mart '03
Sayı: 12 (102)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak direniyor, dünya halkları direniyor!
  Amerikan uşaklarının kirli oyunları
  "Stratejik ortaklık" adı altında utanç verici bir uşaklık!
  ABD'nin kirli yalan makinesi parçalanıyor
  Irak halkının direnişi emperyalistlerin kolay zafer beklentisini boşa çıkardı!
  Emperyalist savaşa karşı halkların ve emekçi kitlelerin dinmeyen eylem dalgası
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Emperyalizm özgürlük değil, ölüm, yıkım ve kölelik bahşeder!
  Emperyalist işgal ve saldırılara karşı Irak halkı dişiyle, tırnağıyla ve onuruyla direniyor!
  Tayyip Erdoğan'ın "ulusa sesleniş" konuşması...
  Emperyalist savaş, Kürt sorunu ve CHP
  Türkiye'de emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Türkiye'de emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Türkiye'de emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Türkiye'de emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Kocaeli mitinginde binler alanlardaydı...
  Kocaeli mitinginde emekçilerle savaş üzerine konuştuk...
  Newroz kutlamaları...
  Emperyalistlere ve uşaklarına karşı kavgayı yükseltelim!
  Irak'a saldırı ve ilk planda göze çarpan gerçekler...
  ÖO direnişçisi Yusuf Arıcı şehit düştü
  Kızıldere: Kavga bayrağımızda bir kilometre taşı...
  Hollywood'dan yükselen savaş karşıtı tepkiler büyüyor!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermaye devleti çıkmazda...

“Stratejik ortaklık” adı altında
utanç verici bir uşaklık!

AKP’nin 58. hükümeti kurduğu günlerde “AB’ye üyelik” üzerinden kampanya yürütülüyor, AB’ye tam üyelik için takvim belirleneceği, bu sürecin Kıbrıs sorununun çözümü için de imkan yaratacağı propagandası arsız bir şekilde yapılıyordu. Ekonomik kriz ve sermayenin saldırıları altında bunalan emekçiler Avrupa hayalleriyle sersemletiliyor, AB’ye tam üyelik ile “mutluluk ve refaha” ulaşılacağı masalları anlatılıp duruyordu.

Oysa ortaya çıkan sonuç tam bir fiyasko oldu. AB zirvesinde Türkiye’ye takvim falan verilmedi. Kıbrıs konusunda Türk devletinin geleneksel politikasının terk edilmesi için basınç yapıldı. Erdoğan bazı çıkışlar yaparak bu sorunu çözüyoruz havalarına girdi. Ama AB konusunda olduğu gibi Kıbrıs konusunda da sonuç hezimet oldu.

Kan pazarlığı fiyaskosu

Sermaye iktidarı bu ve benzer sorunlarda çözümsüzlük yaşarken, ekonomik krizlerin yıkıcı etkileri sürerken, bu sefer emperyalist savaş gündeme geldi. Amerikan emperyalizmi tarafından Irak’a yapılacak saldırının dışında kalamayacaklarını bilen ABD uşakları, efendilerine yapacakları hizmet karşılığında yüklü bir meblağ talep ettiler.

Washington-Ankara arasında aylar boyunca süren, Türk tarafının zaman zaman aşağılanıp hakarete uğradığı pazarlıklar beklenenin aksine kan pazarlığı yapanlar açısından tam bir hayal kırıklığı oldu. 90 milyar dolar gibi yüksek bir rakamla pazarlık yürüten uşaklar, masadan elleri boş kalkmak zorunda kaldılar. Türkiye’nin emperyalist savaşta aktif rol alması karşılığında alınacak milyar dolarları kasalarına doldurmaya hazırlanan TÜSİAD kodamanları, Türkiye’nin savaşa ABD safında katılması gerektiğini ısrarla tekrarlayıp durdular. Tezkerelerin meclisten geçmesi için çaba harcadılar. Buna rağmen yapılan hesap çarşıya uymadı ve ikinci tezkere, toplumsal muhalefetin etkisi altında kalan milletvekillerinin ret oyu ile meclise takıldı. Bu sonuç Bush ve savaş çetesini fena halde kızdırdı. İstediğimiz tezkereyi zamanında meclisten geçirmediniz, verilen s&ml;re doldu, daha önce vadettiğimiz mali yardımı vermekten vazgeçtik dediler.

Dünya jandarması ABD’nin “stratejik ortağı” olmakla övünenler Washington’dan yapılan bu açıklama ile sarsıldılar. ‘Yıllarca yaptığımız hizmetin karşılığı bu mu?’ diye sızlansalar da, emperyalist savaşa her türlü desteği vermeye hazır olduklarını, “ancak demokratik bir ülke olan Türkiye’de meclisin kararlarına da saygı duyulması gerektiğini” dile getirme ihtiyacı hissettiler.

Türkiye emperyalist savaşın tarafı

"Mali yardım” paketini geri çeken ABD bu arada Türkiye’yi savaşın içine doğru itmekten de geri durmadı. Yeni bir tezkerenin biran önce mecliste onaylanmasını talep etti. Bunun üzerine zirve yapan devlet erkanı, uşaklığın bir gereği olarak, savaş için Türk hava sahasını açan ve TSK’nın Güney Kürdistan’a girmesine olanak tanıyan yeni bir tezkereyi zaman geçirmeden meclise sevk edip onaylattı. Böylece efendinin talepleri anında karşılanmış oldu. Türkiye emperyalist savaşın bir tarafı haline getirildi, limanlarda, eski ve yeni kurulan üslerde, kara ve demiryollarında harıl harıl bir çalışma başladı. Bu defa hizmeti karşılığında herhangi bir talepte bulunma cesareti gösteremeyen sermaye devleti ABD’ye bedava askerlik yapmaya başladı. Yine de Bush yönetimi Türkiye’ye çok önem verdiğini dile getirmekten geri durmadı.

Bu gelişmeler üzerine ağız değiştiren işbirlikçiler, o ana kadar savaşa girmenin gerekçelerinden biri olarak gösterilen 6 milyar doların (en son bu fiyata anlaşmışlardı) çok önemli olmadığını, daha önce batık bankalardan sadece biri için bu kadar para harcandığını, dolayısıyla bunun abartılacak bir durum olmadığını söylemeye başladılar. Yani aylarca süren utanç verici, onur kırıcı pazarlıklar, ülkeyi emperyalist bir savaşın içine sürmeleri karşılığında üzerinde anlaştıkları kan parası, eğer alabilselerdi, sadece bir batık bankaya ödenen miktar oranında olacaktı.

Amerikan uşaklarını kaygılandıran sadece uçup giden dolarlar değildi. Zira yeni zamlar, ek vergiler, sıfır sözleşmeler vb. ile bu parayı emekçilerden gaspetmek için zaten harekete geçmişlerdi. Onları çıkamaza sürükleyen, kaygılandırıp diken üstünde bırakan asıl sorun, “hassas” oldukları konularda efendinin onları dikkate almamaya başlamasıdır. Bilindiği gibi Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek ve Musul-Kerkük petrollerinin Kürtler’in denetimine geçmesinin önüne geçmek Türk devlet politikasında savaş gerekçesi sayılacak kadar önemli. Bu her vesile ile dile getiriliyor. Bu yönde bir gelişmenin ortaya çıkması halinde bunun önüne geçebilmek için de Türk askerinin Kuzey Irak’a mutlaka girmesi gerekiyor. Türk devleti bu amacına ulaşabilmek için herşeyi yapmaya hazır hale geld

Emperyalist işgalciler ise bu konuda uşakları ile aynı fikirde değiller. Meclisten geçen tezkere, hava sahası ve TSK’nın Kuzey Irak’a girmesini kapsarken, ABD Dışişleri Bakanı Powell, “hava sahası ile Türk askerinin geçişi farklı olaylardır “ dedi ve Türk askerinin bölgeye girmesini gerektirecek bir durumun söz konusu olmadığını, dahası bunun Türk-Kürt çatışmasına yol açabilecek tehlikeli bir adım olacağını sözlerine ekledi. Powell, TSK’nın bölgeye giriş gerekçelerinin sınır güvenliği, göç dalgası, terör saldırıları ve insani yardım olarak sıralandığını, ancak bu risklerin şimdilik oluşmadığını, dolayısıyla Türk tarafının kaygılanması için ortada bir nedenin bulunmadığını dile getirdi. Amerika’nın hizmetinde olan Barzani ve Talabani de yaptıkları açıklamalarda, bölgede Türk askerini istemediklerini, böy bir girişimin istenmeyen çatışmalara yol açabileceğini dile getirerek ABD’ye destek verdiler.

Dikkate değer olan, “Kuzey Irak’a girmeden hava sahamızı açmayız” diyen devlet erkanının bu açıklamaların ardından kıvırtmaya başlamasıdır. Hemen öncesinde başbakan Tayyip Erdoğan, “hava sahamızı açtık, Kuzey Irak’a gireceğiz” diyordu. Powell’den sonra basına konuşan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ise, “Kuzey Irak’a göndereceğimiz birlikler ile hava sahamızı vermemiz, birbirinin şartı değildir. İkisi ayrı özellikleri olan konulardır” demek zorunda kaldı.

Türk-ABD ilişkilerinde uşakça kaygılar

Türk-ABD ilişkilerinde yaşanan sorunlar Ankara’daki uşakları fazlasıyla kaygılandırmaya başladı. Hem kendilerini affettirmek, hem de bir kenara itilmemek için efendileri önünde yerlerde sürünür hale geldiler. Önceleri Güney Kürdistan’a göndermeyi planladıkları asker sayısının yüzbini aşabileceğini söyleyen, oluşan yeni ortam sayesinde Musul-Kerkük petrollerine el koyma hayallerini kuracak kadar yüksekten uçanların kibirlerinden eser kalmadı.

Başlangıçta “hassas olduğunuz konuları biz de biliyoruz, onları gözeteceğiz” diyen Bush yönetimi, şimdi Güney Kürdistan’a giremezsiniz, girecekseniz bile bu tamamen bizim denetimimiz altında ve belirleyeceğimiz sınırlar içinde olacaktır demeye başladı. Bush’un Iraklı muhaliflerden sorumlu danışmanı Zalmay Halilzad da Ankara’da yürüttüğü görüşmelerde ABD’nin çizdiği sınırları ortaya koydu. Buna göre Kuzey cephesi açılırsa, ABD, daha önce 40-50 bin olarak öngördüğü bölgedeki Türk askeri sayısının 6 bini aşmasını istemiyor. TSK birlikleri en fazla 20 kilometre içeri girebilecek. ABD, Türk birliklerinde muharip asker ve zırhlı araç bulunmasına karşı çıkıyor. ABD aynı zamanda çıkış garantisi istiyor. Türkiye de olağanüstü durum son erince dönmeyi kabul etti.

Görüldüğü gibi, ABD Irak’ı işgal etmeyi başarabilirse, oluşacak yeni durumda Türkiye’ye en ufak bir söz hakkı ya da kırıntı vermeyecektir. Hedefine ulaşmış bir emperyalist gücün bunu yapması mümkün değildir. O zaten işgal ve yağma amacıyla bölgeye gelmiştir. Yağmaladığı ganimetlerden elbette başkasına pay vermeyecektir.

Herşeye rağmen Amerikan emperyalizmi ile Ankara’daki işbirlikçileri arasındaki ilişkiler devam ediyor. Savaşın gidişatına bağlı olarak değişik boyutlar da kazanabilir. Nitekim Irak halkından beklemedikleri bir direnişl gören kalan saldırganlar, Kuzey cephesinin açılması üzerinde yeniden durmaya başladılar. İhtiyaç duymaları halinde Türkiye topraklarını en geniş bir şekilde kullanmak isteyecekler. Nitekim ABD Türkiye’ye 1 milyar dolar hibe ve 8.5 milyar dolar kredi vermeye hazırlanıyor.

Irak halkının emperyalist savaşa karşı ortaya koyduğu direnişin yayılması durumunda, ki gelişmeler bu yöndedir, ABD’nin Türkiye topraklarını çok daha etkin ve yaygın bir şekilde kullanacağı kesindir. Bunun karşılığında Amerikancı iktidar Washington’dan bazı kırıntılar alabilir. Ortaya atılan 8.5 milyar dolarlık kredi de bunu gösteriyor. Ama bu kırıntılar düzenin çıkmazlarını ortadan kaldırmak bir yana, savaşta üstleneceği aktif rol yüzünden daha da derinleştirecektir. İşbirlikçi sermaye iktidarının emperyalist savaşta daha etkin yer alması işçi sınıfına, emekçilere kısacası tüm anti-emperyalist güçlere ek sorumluluklar yükleyecek, daha kararlı, daha militan bir mücadeleyi yükseltmenin hayati önemini arttıracaktır.