22 Mart '03
Sayı: 11 (101)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist işgal saldırısına karşı mazlum Irak halkıyla dayanışmaya!
  Direnişi örmek için harekete geçelim!
  Türkiye ABD emperyalizminin bedava askeri oldu
  Emperyalistler arası ilişkilerde ve emekçi kitle hareketinde yeni bir dönem
  Azor Zirvesinin gösterdikleri...
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Geçtiğimiz hafta dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Emperyalist savaşa karşı mücadeleyi ve bahar dönemini kazanmak için!..
  Kölelik yasası meclise takıldı...
  Emperyalist savaşa ve iş yasa tasarısına karşı birleşik mücadeleye!
  Gençlikten..
  Eylem ve etkinliklerden...
  İstanbul Eczacılar Odası üyesi ile savaş üzerine konuştuk...
  Filistin emperyalist savaşın hedefidir
  Dünya, Ortadoğu ve Türkiye
  Sanat ve sanatçı üzerine...
  Fabrika deneyimlerinden...
  Dünyada sınıftan haberler...
  Cejna Newroz piroz be!
  Doğru politikalarla anlamlı bir faaliyet
  Kim yahu bu "piyasalar?"...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İnsanlık tarihinin en barbar savaşı başladı...

Emperyalistler arası ilişkilerde ve
emekçi kitle hareketinde yeni bir dönem

C. Kaynak

İkinci Irak katliamının başlatıldığı saatlerde haydutbaşı Bush, dünya kamuoyuna hitaben yaptığı konuşmada, “Amerikan ve koalisyon güçlerinin Irak’ı silahsızlandırmak, halkını kurtarmak ve dünyayı ağır bir tehlikeye karşı korumak için ilk askeri operasyonlara başladıklarını” ilan etti ve “bu savaşta ABD’nin savaşın kurallarını ve ahlaki değerleri tanımayan bir düşmanla karşı karşıya bulunduğunu” belirtti. Böylece aylardır dünyanın gözleri önünde hazırlığı ve pazarlığı yapılmış bir toplu insan kırımı başlatılmış oldu.

Katliam icrasına ilişkin ilk bilgiler Pentagon’un süzgecinden geçirilerek kamuoyuna sunuluyor. Eğer Pentagon’un hesapları tutar ve bu sansür delinemezse, gelişmelerin izleyeceği seyrin niteliği ve Irak halkının yaşadığı trajedinin ölçeği ilerde gözler önüne serilecektir.

Kapitalist barbarlıkta yeni aşama

Şu anda bilinen gerçek şudur: Bu savaşın insanlık tarihinde bir başka benzeri yoktur. İnsanoğlunun barbarlık döneminde dahi kavganın, savaşın kendisine göre bir kuralı, bir ahlakı vardı. Barbarlık döneminden 20 Mart 2003 tarihine kadar insanlığın tanık olduğu savaşların hiçbiri bu şekilde cereyan etmedi. Hiçbir güç önce düşmanını silahsızladırıp sonra da savaş ilan etmedi. Bu bakımdan ikinci Körfez Savaşı insanlık tarihinde kendine özgü bir yer tutmaktadır. Çünkü Irak’ın ekonomik ve askeri altyapısı 1991’de büyük ölçüde tahrip edilmişti. O dönemden bu yana bu ülkenin halkı yoksulluğun ve sefaletin pençesinde tutuldu, hastalıktan kırdırıldı. Yine on yılı aşkın bir süre boyunca ve düne kadar Irak halkının sınırlı savunma olanakları uluslararası bir mutabakatla tahrip edildi. Ve şimdi de bir ekmeğe muhtaç duruma düürülmüş, büyük ölçüde silahsızlandırılmış bu ülkeye karşı “dünyayı tehdit eden, (…) savaşın kurallarını ve ahlaki değerleri tanımayan bir düşman” olduğu iddiasıyla yeni bir saldırıya girişiliyor.

Dünya genelinde güçlü bir savaş karşıtı dinamiğin doğmasına karşın, ABD emperyalizminin hazırlıkları boşa çıkartılamadı, Irak’a saldırı engellenemedi. 15 Şubat’ta doruğa tırmanan emekçi kitlelerin seferberliği katiller çetesini sarsmasına rağmen katliam planlarını bozmaya yetmedi.

Güçler dengesi arasındaki uçurumum böyle bir sonucu doğuracağı belliydi. Çünkü büyük ölçekli bir katliama tepki temelinde sokağa dökülen emekçi kitleler henüz ideolojik enkazın altından çıkabilmiş değildi. Örgütsüz kitlelerin bir bakıma kendiliğindenci isyanı ABD emperyalizminin savaş makinasını kolay kolay durduramazdı.

Öte yandan, savaş karşıtı kitle hareketi önemli ölçüde BM Güvenlik Konseyi bünyesindeki çekişmelerin seyrine endekslendi. Oysa Fransa’nın başını çekerek açığa çıkmasına yol açtığı anlaşmazlığın kökeninde savaşa karşı çıkma mantığı yatmıyordu. Emperyalist güçler arasındaki anlaşmazlık bir yöntem sorunundan, savaşa Güvenlik Konseyi’nin onayını verme biçimi üzerinde uzlaşamamaktan kaynaklandı. Veto tehditleri ve ABD’yi dizginlemek için yapılan pazarlıklar bir yandan savaş karşıtı cereyana cesaret verirken, öte yandan da onun diplomatik entrikaların yedeğine girmesine, ondan medet ummasına ve sonuçta saldırının arifesinde kendi bağımsız seyrini tayin etmekte güçlük çekmesine yol açtı.

Emperyalist cephede saflaşma ve bölünme işaretleri

Irak krizi karşısında kapitalist-emperyalist cephe kendi içinde ilk saflaşma ve hatta bölünme işaretlerini verdi. Giderek derinleşmek ve keskinleşmek zorunda olan çıkar çelişkileri, ortaya çıkmış olan bu çatlakların onarımını zorlaştıracaktır. Fakat emek dünyası henüz kendi safını tutma seyrine girmiş değildir. Savaş karşıtı gösterilerde kapitalizmi yeren şiarlar sık sık kullanılsa bile genelde pasifist taleplerin ağır bastığı açıktır. Bu muğlaklık, ABD’nin yöntemine karşı çıkan bazı emperyalist güçlerin işçi-emekçi kitleler nezdinde prestij kazanmalarına neden oldu.

Bu muğlaklıktan yararlanarak barış havarisi kesilen güçlerin bugüne kadar yaptıkları beyanatların ortak ve değişmeyen bir özelliği var. Bunlar konuya sistematik olarak Irak’ı suçlamakla, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi gerektiğini vurgulamakla, Halepçe katliamını hatırlatmakla başladılar ve sonunda ABD’nin dayattığı yönteme şerh koymakla yetindiler. Eleştirilerinde hiçbir zaman doğrudan savaş mantığının kendisini hedeflemediler. Sorunun Irak’ın suçlanması ve zan altında bırakılması ile tanımlanması, ABD’nin saldırı politikasına engel değil, destek teşkil etti. Husumet nedeni olan tek ayrıntı,Washington’un saldırı yönteminin belirlenmesinde ve uygulamaya konmasında bu güçlere taviz vererek onları sürece ortak etmemesidir. Savaş karşıtı kitle hareketinin yanındaymış gibi görünen, ama aslında onu zayıflatan güçlerden biri de Rsya’dır. Putin Dışişleri Bakanı Igor Ivanov’u sürekli dünya turunda tutarken, kendisi ABD’nin tavrını kınayan bir konuşma yapmaya dahi yanaşmadı. Bağdat’a bomba yağmurunu Washington’un “politik bir hatası” olarak değerlendirdi.

Bu savaşın nasıl bir seyir izleyeceğini ve sonuçlanacağını başta Pentagon’daki mimarları olmak üzere kimse bilmiyor. İhtimaller tasnif edidiğinde ortaya iki olasılık çıkıyor. Sermaye iktidarının dünyadaki tüm temsilcileri savaşın kısa süreli olmasını temenni ediyorlar. Bu tercih insan kaybını en aza indirme kaygısından kaynaklanmıyor. Sermaye piyasasının gözleri aylardır Pentagon’un tetiğine kilitlenmiş vaziyette bekliyor. ABD emperyalizmi savaş sonrası Irak’ta açılacak şantiyelerin ihalelerini bile yaptırdı. Bush idaresinin arkasındaki gruplar büyük bir iştahla kendi aralarında bu pazarı paylaştılar. Onun içindir ki, Bush katliam sinyalini vermeden birkaç saat önce ABD borsaları aniden yükselişe geçti. Bu beklenti ve temenniden çıkan sonuç şu: ABD güçlerinin çok kısa süreli yoğun saldırısından sonra Irak rejimi çöksün,ordusu dağılsın, insanları direnmenin gereksiz olduğu inancına varsın ve ülkelerini ABD’ye teslim etsinler. Eğer masa başında yapılan bu hesap pratikte doğrulanırsa, ABD kayıp vermeden ideal bir savaş yapmış sayılacak. Ve piyasalar da kriz parantezinin kapandığını görerek, kendilerini güvencede görecek, ardından borsa yeniden yükselmeye başlayacak.

Saldırının başlatıldığı 20 Mart gününe kadar hep bu hipotez işlendi ve kamuoyuna tek güçlü ve hatta başka alternatifinin olamayacağı bir mutlaklık olarak sunuldu. Özellikle ABD kamuoyunu baştan çıkarmak ve savaş için seferber etmek için savaşın çok kısa süreceği, kayıp verme ihtimalinin çok az olduğu savunuldu. Bu iddiaya Irak’ın içinde bulunduğu durum değil, ABD’nin militarist kudreti dayanak gösterildi.

Savaşın Pentagon’un öngördüğü gibi kısa sürme ihtimali elbette yabana atılamaz. ABD’nin askeri üstünlüğü böyle bir ihtimale kuvvet kazandıran faktörlerden sadece bir tanesidir. ABD’nin sivil ve askeri sorumluları Irak’a nasıl bir hız ve şiddetle saldıracaklarını baştan beri açık seçik söylüyorlar. Geçenlerde Florida’da denedikleri “bombaların anası”ndan düşük yoğunluklu nükleer bombalara kadar ellerindeki mevcut tüm imha yöntemlerine başvuracaklarını saldırıya geçmeden önce ilan ettiler. Vietnam’dan Afganistan’a kadar ABD’nin bugüne kadar yapmış olduğu savaşlara dönülüp bakıldığında, bu beyanatların birer blöf olmadığı görülür. Kaldı ki bu saldırının amacı sadece Irak rejimini yıkmak değil. Saptanan hedefin bu olmasına karşın, Pentagon bu arada en son cat edilen silahları veya modernize edilmiş savaş yöntemlerini pratikte deneyecektir. Üstelik, böyle bir perspektifin gereği olarak dünya kamuoyu çoktandır Irak halkının ağır kayıplar vereceği düşüncesine alıştırıldı. Konu bu yönü ile çok iyi biliniyor. ABD’nin tüm askeri kudretini ve teknolojik olanaklarını acımasızca kullanacağı kesindir. Somali, Sudan, Afganistan gibi ülkeleri tahrip etmeyi bir zafer olarak ktlayan bir güçten herşey beklenir.

Kısa süreli savaş ihtimalinin esas bilinmeyeni ve belirleyici olacak olan faktörü Irak halkının takınacağı tavırdır. Irak halkının işgal güçleri karşısında tavrının ne olacağını ne Saddam rejimi ne de Pentagon’un strateji uzmanları kestirebiliyorlar. Irak halkının savaş atmosferine alışkın olduğu, on yıllardır savaş koşullarında yaşadığı biliniyor. Bu halkın ülkesini, ulusal onurunu sahiplenme ve savunma iradesi göstereceği ve tüm enerjisini ortaya koyacağı güçlü bir ihtimaldir. Irak, rejimin karakterine rağmen, Arap ülkeleri içinde onurlu bir konuma sahip sayılı ülkelerden birisidir. Fakat, Irak’ın emekçi kitlelerinin Saddam Hüseyin rejimini savunmada tereddüt etmeleri de bir olasılıktır. Bu ülkenin tarihini uzun süredir şiddet ve savaş biçimlendirdiği için, rejim ile kitleler arasındaki ilişkilerin ve bağın sağlamık derecesini tahmin etmek zordur. Saddam Hüseyin arasıra Bağdat’ta bir Stalingrad muharebesi verileceğini iddia etti. Bunun dayanaksız bir propaganda olduğu açıktır. Stalingrad’da sosyalizm savunuldu, oysa Bağdat’ta başka bir iktidar var.

Yanlış hesap Bağdat’tan dönerse

Eğer savaş kısa süreli olur da ABD ciddi bir güçlükle karşılaşmadan Bağdat’ta öngördüğü planı uygulamaya başlarsa, işte o zaman Tony Blair’in geçtiğimiz günlerde İngiliz parlamentosunda ortaya attığı iddia doğrulanır. Blair, “bu savaşın ardından uluslararası ilişkilerin gelecek nesiller için biçimlendirileceğini” söylemişti. İlk bakışta biraz abartılı görünen bu tespit ABD’nin Irak’a saldırısının öngörülen başarı ile sonuçlandırması durumunda bir gerçeğe dönüşecektir. Washington bu saldırıyı başlatmak için uluslararası platformları ve anlaşmaları ayaklar altına aldı. En sağlam müttefiklerinin çoğunu elinin tersi ile bir kenara itti, hatta aşağıladı. Eğer ABD yalnız karar verdiği ve neredeyse tek başına başlattığı bu savaştan çok kolay sıyılırsa, başvurduğu oldu-bittiyi, emri vakiliği uluslararası bir norma dönüştürmeye çalışacak, onu zaptetmek büsbütün zorlaşacaktır. Nasıl olsa Beyaz Saray’ın elinde katli vacip ülkelerin listesi hazır bulunuyor ve dönemin ihtiyaçlarına göre yenilerini eklemek zor olmayacaktır.

Ama, Pentagon’un hesapları tutmaz, sermaye dünyasının umudu boşa çıkar ve Irak halkı direnirse, o zaman ortaya bambaşka bir tablo çıkacaktır. Saldırının başlaması ile birlikte Pentagon böyle bir ihtimali üstü kapalı bir biçimde ciddiye alır oldu. Savaşın çetin geçeceğini ve muhtemelen ABD birliklerinin kayıp vereceklerini kabul etmeye başladı.

Bu ihtiyatlılık sadece ABD kamuoyunu yeni bir Körfez sendromuna hazırlamak ihtiyacından kaynaklanmıyor. ABD’nin hesaplarının bozulmasının ve Irak’ın yeni bir Vietnam’a dönüşmesinin yaratacağı sonuçlar tüm dünya açısından çok daha farklı bir anlam ve boyut kazanacaktır. Çünkü kapitalist ekonominin kalbi Körfez bölgesinde bulunan petrol kuyuları ile birlikte atıyor. Bu bölgede çığrından çıkacak bir savaş, yani Irak halkının direnişi, yalnızca ABD ordusunun Basra bataklıklarında ya da Irak çöllerinde perişan olmasına yol açmayacak, aynı zamanda dünya ekonomisinin boğazını da sıkacaktır.

Yeni bir kitle hareketi filizleniyor

Bu iki temel ihtimalden hangisinin baskın çıkacağı çok kısa sürede görülecektir. Sonuç ne olursa olsun, yaşanan gelişmelerin ardından gündeme bir başka güç daha ağırlığını koymaya başladı. Önceleri, ABD emperyalizminin periyodik aralıklarla başvurduğu militarist gövde gösterileri ya da giriştiği saldırılar herhangi bir ciddi kitle tepkisiyle karşılaşmıyordu. Kitleler bir çok nedenden ötürü gelişmeleri ilgisizlik içinde izliyorlardı. Son dönem kıstas alınırsa, ilk Körfez Savaşı’ndan beri bu durum hüküm sürdü. 1991’de Irak halkı bomba yağmuruna tutulduğunda katliamı protesto etmek, tepki göstermek için sokağa dökülen insan sayısı son derece mütevazi kaldı.

Ama oniki yıl sonra aynı senaryo icra edilmek istenince, dünyanın her yanında aynı anda insanlar akın akın sokaklara, meydanlar döküldüler. 15 Şubat günü milyonlar savaş hazırlıklarını bozguna uğratmak için seferber oldu. Tarihte bir emsal oluşturan bu cereyan ileri bir sıçrama kaydetmese de, 20 Mart tarihine kadar kendisini değişik ölçeklerde ifade etmeye devam etti, bir süreklilik kazanabileceğini gösterdi.

ABD güçleri Körfez’de ilk füzeleri ateşler ateşlemez aynı kitleler dünyanın dört bir yanında yine kendiliğinden sokaklara döküldüler. Savaş karşıtı gösterilerin önümüzdeki günlerde kendilerini çok daha kitlesel eylemlerle ifade edeceği açıktır. Bugün dünyanın genelinde barbarlığa karşı yükselen ses, akan insan seli emekçi kitle hareketinde yeni bir dönemi başlatıyor, yeni bir çığır açıyor. Dünyanın ve insanlığın kaderini Pentagon’un kurmayları belirlemeyecek. Tarihi bu hareketin bağrından fışkıracak olan direniş dinamikleri yazacak.