22 Mart '03
Sayı: 11 (101)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist işgal saldırısına karşı mazlum Irak halkıyla dayanışmaya!
  Direnişi örmek için harekete geçelim!
  Türkiye ABD emperyalizminin bedava askeri oldu
  Emperyalistler arası ilişkilerde ve emekçi kitle hareketinde yeni bir dönem
  Azor Zirvesinin gösterdikleri...
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Geçtiğimiz hafta dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  Emperyalist savaşa karşı mücadeleyi ve bahar dönemini kazanmak için!..
  Kölelik yasası meclise takıldı...
  Emperyalist savaşa ve iş yasa tasarısına karşı birleşik mücadeleye!
  Gençlikten..
  Eylem ve etkinliklerden...
  İstanbul Eczacılar Odası üyesi ile savaş üzerine konuştuk...
  Filistin emperyalist savaşın hedefidir
  Dünya, Ortadoğu ve Türkiye
  Sanat ve sanatçı üzerine...
  Fabrika deneyimlerinden...
  Dünyada sınıftan haberler...
  Cejna Newroz piroz be!
  Doğru politikalarla anlamlı bir faaliyet
  Kim yahu bu "piyasalar?"...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Savaşa ve sömürüye karşı

Direnişi örmek için harekete geçelim!

Devlet ve hükümet cephesinden atılan bütün adımlar, alınan kararlar savaşa endekslenmiş durumda. Tüm iç ve dış ilişkiler, çıkarılan yahut ertelenen yasalar, açılan/kapatılan davalarda yaklaşım aynı. Kararı çoktan verilmiş bulunan savaşın gerekleri yerine getiriliyor. Devletin bütçesi buna göre hazırlanmayı bekliyor. Yeni hükümet, çoktan açıklaması gereken bütçeyi bir türlü oluşturamadı, hala geçici bütçe ile idare ediyor. Çünkü bir savaş bütçesi çıkarmayı planlıyor halkın karşısına.

Savaş vergileri ve savaş zamlarıyla halktan gaspedileceklerle savaş bütçesinin bir ayağını oluşturmayı hesaplıyorlar. Nitekim, bu yönlü saldırıyı tezkere reddini bahane ederek ve barış faturası adı altında başlatmış bulunuyorlar. İkinci ayağını ise kan pazarlığı üzerinden ABD’den koparmayı umdukları bir miktar dolarla kurmayı ummuşlardı. Ancak gelinen noktada bunu başaramadıkları görülüyor. Savaş tezkeresini pürtelaş onaylamaları bir işe yaramıyor. Efendileri, kredi vaadinin tam desteğe karşı verildiğini, üstelik süresinin de geçtiğini açıklıyor.

3 ay gibi kısa bir sürede hükümet değişikliğine gidilmesi, ve bunun için bulunan yol bile, Türk devletinin nasıl savaşa endekslendiğini göstermeye yeter. Kasım’da seçimlere sokulmayan Erdoğan için özel bir seçim ayarlandı, gerçekleştirildi ve ekibinin başına başbakan olarak oturtuldu. Seçime katılmasına engel olan adli sicili nasıl oldu da birden temize çıktı demeye kalmadan, bir başka partiye ilişkin bir başka siyasal karar çıktı ortaya. HADEP davası hızla sonuca bağlanıp kapatılırken, aynı hızla DEHAP için kapatma davası açıldı.

Savaşa hazırlanan sermaye devletinin, dakik çalıştırabilmek için savaş hükümetinin başında kendilerinin belirlediği liderin bulunmasına ihtiyacı vardı. Ayrıca terbiye operasyonu da amaçlanan sonucu yaratmış bulunuyordu. HADEP ve DEHAP’a ilişkin kararlar da, yine savaş halinin gereği olarak, yani Kürtlere mesaj anlamında gündeme taşınıyor. Bir yandan, sözde ABD ile pazarlık kapsamında öne çıkarılıyor Kürt sorunu, diğer yandan iç dengeler çerçevesinde. İçerdeki yaptırımlarla, Kürtlere hiçbir hakkın, seçme ve seçilme hakkının bile tanınmayacağı gösteriliyor. Devlet kurma girişimini savaş sebebi sayma türünden dışa yönelik söylemlerle de bu tehdit pekiştirilmeye çalışılıyor. Bir başka ifadeyle devlet, Kürtlere ilişkin geleneksel “ez ve çöz” formülünde herhangi bir değişiklik bulunmadı¤ını ortaya koymuş oluyor bununla.

Hükümet cephesinde apar-topar gerçekleştirilen değişikliğin savaş kararıyla bağlantısını göstermeye, Erdoğan’ın seçimleri Amerikan büyükelçisi ile birlikte izlemesi bile yeterlidir. Ancak bu açıklık devam eden olaylarla daha da netleşmiştir. Seçimi kazanan Erdoğan’ın yeni kabineyi hemen açıklamamasını tezkere için zaman kazanma niyetine yoranlar, Bush’un mektubuyla ortaya çıkan telaşı yorumlamakta zorlandılar. Gizleme çabasıyla söylemekten kaçındıkları durumu kör gözlerin bile göreceği açıklıkta ortaya koyuyordu çünkü bu telaş.

Bush’un mektubuyla başlayan, acil “mini MGK” toplantısıyla süren, Bakanlar Kurulu ve güven oylamasının önüne geçirilen tezkere kararıyla zirveye çıkan telaşın tek açıklaması vardı; savaşa girme kararı ve bu doğrultuda emperyalist efendiye verilen sözler, girilen taahhütler ayaklarına dolanmaya başlıyordu. ABD, dünya kamuoyu önünde sıkışıp tecrit oldukça, uşaklarını daha fazla sıkıştırmaya başlamıştı.

Nitekim emperyalist savaş blokunun Azor Zirvesi ardından, ABD Irak’a 48 saat, Türkiye’ye 72 saat tanıdığını açıkladı. Her iki ülkenin de, verilen süre içinde topraklarını kendi rızaları ve kendi elleriyle ABD’ye teslim etmeleri istendi. Irak’tan fazladan istenen devlet başkanlarını da teslim etmesidir.

Devlet yönetimindeki Amerikan uşakları, bugünkü savaş kararıyla birlikte, ülkeyi ve halkı Amerika’nın peşinden ve salt Amerikan çıkarları uğruna korkunç bir bataklığa sürüklemeye çalışıyor. Kitlelerin karşı çıkışı onları zerre kadar ilgilendirmiyor. İş buraya gelip dayandığında, bu aşağılık uşak takımını sınıf ve kitlelerin açlığı-tokluğu, hakkı-hukuku ile ilgilenmeyeceği de açık. Nitekim, Erdoğan hükümeti daha kurulur kurulmaz, üstelik bunca telaş arasında, patronların isteği doğrultusunda iş güvenliği yasasının yürürlük tarihini ileri atmış bulunuyor. Yürürlükteki iş yasasının sözde güvencelediği tüm haklar ise ayaklar altında. Toplu tensikatlar almış başını gidiyor. Ücretler komik denecek düzeylere çekilmiş durumda. Yeni zamlar, yeni vergiler birbirini izliyor.

Hükümetin, kapitalistlerin her emrine böyle boyun eğmesi ile emperyalistlerin her emrine boyun eğmesi arasında ise son derece kritik bir bağ var. Bunu, içerdeki efendi-dışardaki efendi olarak açıklamak da mümkün. Kapitalist sınıf iktidarın asıl sahibi olduğuna göre, onun dünya emperyalist sermayesi ve güçleriyle ilişkileri de bu görevli yöneticilerin tutumlarını belirliyor. Patronlar kulübünden defalarca yapılan açıklamalar göstermiştir ki, kapitalistler Amerika’nın savaşından faydalanmak arzusundadır. Bu nedenle de savaşa girilmesinden yana tutumlarını (ve direktiflerini) açığa vurmaktan kaçınmamışlardır. Tıpkı devlet katında olduğu gibi kapitalist sınıf katında da tüm icraat savaşa endekslenmiş, tüm hesaplar savaşa bağlanmıştır.

Bu kan emiciler, büyük biraderlerinin yakıp-yıktığı bir ülkenin, hiç olmazsa enkaz kaldırma işlerinde taşeronluk koparmayı umuyorlar. Gönüllerinden daha fazlası (Musul-Kerkük petrolleri) geçmesine rağmen, savaş ganimetinden bu kadarını koparabilmeyi bile kâr sayıyorlar. Gerçekleştirilmek istenen kitlesel katliamlar umurlarında bile değil. Onlar, geriye kalanların acılarını, ihtiyaçlarını, sağlık problemlerini nasıl paraya tahvil edebileceklerinin hesabındalar. Elbette onlar da Amerika’nın ganimet paylaşmaktan yana olmadığını iyi biliyorlar. Bu nedenle, hükümetin giriştiği utanç verici kan pazarlığına fazla ses çıkarmıyorlar. Müdahale ettikleri yerde kendi pazar problemlerinin de gündeme getirilmesini dayatıyorlar sadece. Hükümet “savaş zararlarının karşılanması” dedikçe, patronlar tekstil kotasının kaldırılması, ticari ilişkilerin geiştirilmesi gibi maddeleri sürüyorlar ortaya.

Amerika’dan pek fazla umut bağlamamalarına karşın bu talepleri öne sürerken, asıl hesabı içerde vuracakları vurgunlar üzerine yapıyorlar. Savaş hep, ölüm ve yıkımların yanı sıra, işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki sömürünün artırılması, kölelik zincirlerinin pekiştirilmesini de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin savaşa girme kararının altında, giderek artan krizin faturasını sınıfa ve emekçi kitlelere çıkarma hesapları da yatıyor. Savaşa girmeseler de yaptıkları bu denebilir. Ancak, savaş ortamında bunu daha kolay ve çok daha hızlı gerçekleştirme imkanlarına kavuşacakları açıktır. Savaş hali yasalarıyla ve askeri-polisiye tedbirlerle cendereye alınan, eli-kolu bağlanan, tüm demokratik hakları ortadan kaldırılan, hak arama yolları tıkanan işçi ve emekçilerin ağızlarındaki son lokmaları çekip almak daha kolay olacaktır.

Sermaye sınıfı ve devletinin savaş ve ganimetleri konusunda içe ve dışa yönelik tüm bu hesapları, hiç kuşku yok ki, Amerika’nın galibiyeti üzerine kurulmuş durumdadır. Tersi bir durumda, yani saldırdığı pek çok ülkede olduğu gibi Irak’ta da hezimete uğraması durumunda, kendisinin ve Türk devleti gibi bendelerinin hesapları buz üstüne yazılmışçasına eriyip gidecek, hatta işlemlerin tersine dönmesi bile söz konusu olabilecektir.

Tekelci medyanın olanca reklamına rağmen, emperyalistlerin ve uşaklarının kanlı hesaplarını boşa çıkarmak zor değildir. Biraz onur, biraz özgüven ve biraz direniş iradesi buna yeter. Çünkü, haklılık gibi, meşruiyet gibi, dünya desteği gibi imkanlar zaten mevcuttur. Emperyalistler ne derece güçlü silahlara sahip olurlarsa olsunlar, bunlar halkların kendi kaderini tayin etme meşru hakkı karşısında küflenmeye mahkumdur. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden de durum farklı değildir. Kapitalistler hangi yasal gerekçelere yaslanırlarsa yaslansınlar, işçi sınıfı ve emekçi kitleler, düzenli bir işe sahip olmak ve sağlıklı bir yaşam sürdürmek gibi temel insani istemlerinin haklılığıyla tüm yasal ve fiili engelleri aşma imkanına potansiyel olarak sahip durumdadırlar. Bu potansiyeli güce dönüştürecek ve saldırıları püskürtecek kouma ise örgütlenerek kavuşabileceklerdir.

Savaşa ve saldırıya endeksli bugünkü devlet politikalarına karşı mücadelenin tek ihtiyacı, bunlara karşı savaşmak üzere örgütlenmektir. Aksi durumda komşu bir halkın katline göz yummak gibi bir suça iştirak etme onursuzluğu yaşanmakla kalınmayacak, Irak’taki savaş yıkımını aratmayacak bir sosyal yıkımın da mağduru haline gelinecektir.