Bush yönetiminin karar tasarısının BM Güvenlik Konseyinde oybirliğiyle benimsenmesini büyük diplomatik zafer olarak sunanlara bakmayın. ABD açısından işler ne Ortadoğuda ne de Irakta iyi gidiyor. Stratejik analiz sitesi Stratforun bir yorumuna göre (17/10), ABD Iraktaki sıkışmayı aşabilmek için cepheyi genişletmeye karar vermiş. Bu ileriye doğru kaçış da ABDnin sorunlarını çözemeyecek.
ABDnin, bu ileriye doğru kaçış hamlesiyle daha da artmasını bekleyebileceğimiz sorunlarını, üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, İsrail-ABD ilişkisinde, ABDnin inisiyatifi zayıfladı, Şaron, Bush yönetimini peşinden sürüklüyor. İkincisi, ABD Irakta denetimini hala kuramadı, aksine prokonsül Bremmerın otoritesi zayıflıyor. Üçüncüsü, uluslararası ilişkiler alanında ABDnin etkinliği aşınmaya devam ediyor.
İsrail ABDyi sürüklüyor
ABD-İsrail ilişkilerinin tarihsel denklemine göre, ABD, İsraili ne pahasına olursa olsun koruyacak, İsrail de ABDnin bölgedeki hegemonyasına uygun politikalar izleyecekti. Bir süredir, Şaron hükümetinin, ABDnin küresel imparatorluk projesinin daha küçük çaplı bir modelini Ortadoğuda uygulamaya koyarak, bu denklemle çelişen bir yönde inisiyatifi ele almaya başladığı görülüyor. Hamasın yaşlı lideri Şeyh Yasine yönelik suikast girişimi, Arafatın tasfiyesinin gündeme getirilmesi, Filistin topraklarında inşa edilen duvar, Suriyeye yönelik önleyici vuruş, İsrailin denizaltılarına nükleer füzeler yüklediğine (Los Angeles Times, The Observer), Şaronun Mossaddan İran hedeflerini vurabilmek için plan yapmasını istemesine (Spiegel) ilişkin haberler, ABD uzmanlarının destekleyici demeçleri, İsrai-Filistin çelişkisinin tümüyle bölgesel bir sorun haline getirilmeye başlandığını gösteriyordu. Üstelik böylece İsrail nükleer silahlarını ortaya çıkararak belirsizlik politikasından da vazgeçiyordu. Stratfor da, Bush yönetiminin artık tarafsız görünme çabasından vazgeçerek açıkça İsrailin yanında, Türkiyeyi de kapsayan bir üçlü ittifak biçiminde, yer almaya kara verdiğini ileri sürüyor. Gazzede ABD personelinin ölümüne yol açan bombalı saldırının, bu eğilimleri güçlendireceği, Şaron hükümetinin ABD üzerindeki etkisini daha da arttıracağı söylenebilir. Şimdi ABD, Suriye ve İrana yönelik girişimlerini yoğunlaştırırken Türkiyeyi de sürecin içine sürüklemeye çalışıyor.
Irakta direniş cephesi genişliyor
ABD nin Irakta denetim kurma çabaları, geçen hafta iki darbe daha yedi. ABDnin kendi atadığı Geçici Yönetim üzerindeki denetiminin görünenden daha zayıf olduğu ortaya çıktı. ABDnin verdiği kayıpları azaltmak, biraz da başkalarının ölmesini sağlamak için Türkiyeye büyük gereksinimi var. Ancak Geçici Irak Yönetimi içinde bu konuda ciddi bir direniş olduğu ortaya çıktı, hatta Kürtlerin temsilcisi, ABDyi istifa etmekle tehdit etti. Şimdi ABDnin Türkiyeden asker getirme konusunda kararsızlığa düştüğü, yeni bir formül bulmakta da zorlandığı görülüyor.
İkincisi, ABDnin Irakta başarılı olabilmesi, direnişin Sünni bölgeleriyle sınırlı kalmasına bağlıydı. Geçen hafta, Irakta nüfusun yüzde 60ını oluşturan Şiilerin içinde önemli etkinliğe sahip bir kesim direnişe katılmaya başladı. Şii liderlerinden Mukata el Sadr Irak Geçici Yönetimine karşı bir rakip hükümet kurduğunu açıkladı. ABD işgaline karşı sesini yükseltmeye başladı. The Economist, ABDnin Sadrdan rahatsız olduğunu ve müdahale etmeye hazırlandığını yazıyor.
Geçen hafta Kerbelada ABD güçleriyle Şii militanlar arasında, üç ABD askerinin, iki Iraklı güvenlik görevlisinin ölmesine, 7 ABD askerinin yaralanmasına (The New York Times 18/10) neden olan çatışma, Sadra müdahale etmeye kalkmanın kolay olmadığını, kanlı bir Şii-ABD çatışmasının gündeme gelmeye başladığını düşündürüyor. ABD işgalinin geleceğine ilişkin bir diğer ipucunu da askerler arasında yapılan anket verdi: Moral bozukluğu had safhaya varmış (BBC, 17/10).
United Press Internationalın cumartesi günü geçtiği ayrıntılı bir haber, yüzlerce yaralı ve hasta ABD askerinin çok kötü koşullarda, haftalarca doktor göremeden beton barakalarda bekletildiğini ortaya koyarak, bu moral bozukluğunun, salt Iraktaki direnişten değil, Amerikan Devletinin yetersizliğinden de kaynaklandığını gösteriyordu. Şiilerin de katılmasıyla genişleyecek bir direniş bu askerlerle bastırılabilir mi?
BM kararı: Pyrhos zaferi
Geçen hafta BMden geçen karar, aslında ABD açısından büyük bir diplomatik başarının değil, iki yenilginin altını çizdi. Birincisi, Richard Perle geçen mart ayında, The Spectatorda yeni dünya düzeninin BMye dayanacağına ilişkin fantezi, Irakta ölecek demişti. Geçen hafta Bush yönetiminin BMden karar çıkarmadan, ne mali ne de askeri açıdan ilerleyemeyeceği belli oldu. İkincisi, geçen karara rağmen, ABDnin verdiği tavizleri yeterli bulmayan Almanya, Fransa ve Rusya, Iraka asker ve para yardımı yapmayacaklarını açıkladılar. Böylece BM kararı Wall Street Journalın deyimiyle küçük bir incir yaprağı olmaktan öteye geçemedi. Üstelik, Bush yönetimi, BM kararı sayesinde, bu hafta sonu yapılacak Madrid toplantısında, Irak için daha çok bağış toplyabileceğini hesaplarken, ABD Kongresinden ikinci bir darbe yedi. Kongre, Bush yönetiminin Iraka verilmek üzere önerdiği 20 milyar dolarlık hibenin yarısını borca dönüştürdü. Bu karar, hem diğer ülkelerin, ABD vermiyorsa biz neden verelim yaklaşımını, hem de Bushun Kongredeki desteğinin zayıflamakta olduğuna ilişkin algıyı güçlendirecek.
ABDnin etkisinin zayıflamaya devam ettiğini düşündüren başka göstergeler de var. Örneğin, geçen perşembe Fransa, Almanya, İngiltere arasında yapılan, Belçikanın da katıldığı (Berlusconinin çağrılmadığı) toplantı, ABD tarafında büyük kaygı yarattı. Toplantının konusu Avrupa ülkelerinin, gerektiğinde NATOdan bağımsız davranabilme kapasitesini arttırmaya yönelik, bir Ortak Savunma Politikasıydı. ABDnin NATO temsilcisi Burns, girişimi Atlantik ittifakına büyük tehdit olarak niteledi. Avrupada NATOnun önceliğine büyük önem veren Washington, şimdi, Le Mondeun yorumuna göre, Blairin AB ye çok fazla yakınlaştığını düşünüyordu. Ancak ABD, İngiltereye baskı yapmaya başlayınca, Blair kendisini Avrupadan kopartmak isteyen basınçlar direneceğini açıklarken Financial Times, Bush yönetimini, sorunu abartarak elini zayıflatmakla eleştirdi. Bunlar ABDnin İngiltere üzerindeki baskılarının da bir sınırı olduğunu gösteriyordu.
ABDnin uluslararası gücünün temel taşlarından biri olan doların geleceğine ilişkin tartışmalar da devam ediyor. The Spectatorda yayımlanan bir yoruma göre, geçen sene Suudi Arabistanın ABD elçisi bir Kongre komitesine petrolün dolara bağlı tutulmasında ısrar ederek ABDye bugüne kadar verdikleri desteğe değinmiş ve daha ne kadar sürdürebiliriz bilmiyorum demiş. Rusyanın petrol satışlarında, dolardan Euroya geçme tasarımının arkasında da, aslında Almanya varmış (17/10). Hegemon gerilemeye devam ediyor, peşine takılmamakta fayda var!