25 Ekim'03
Sayı: 2003 (05)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye devletinin ipleri tümüyle emperyalistlerin elindedir!
  80. yılında burjuva cumhuriyetinin kararan portresi
  Biz sömürüldükçe semiriyor, öldükçe sevinç çığlıkları atıyorlar...
  KADEK'in tasfiyesi ve Irak'ta istenmeyen gelişmelerin engellenmesi
  İşbirlikçi uşak takımının acizliği
  CHP'nin sahte savaş karşıtlığı...
  Irak halkının emperyalist işgale karşı haklı direnişi büyüyor
  Savaş karşıtı eylemlerden...
  Onursuz uşak takımının maskesi düştü
  İşçi hareketliliğinin sorunları ve sınıf devrimcilerinin sorumlulukları
  Bıçak kemiğe dayandı..
  Sınıf hareketinden...
  Ekim Gençliği'nden...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/2
  Gençlik taze bir solukla yüklenecek, oyunları bozacak!
  Gençlik eylem ve etkinliklerinden...
  Yıkım ve vahşete onay verildi!
  Dizginlerinden boşanan siyanist vahşet Filistin direnişini ezemeyecek!
  Azerbaycan: Kapitalist restorasyonun vardığı nokta...
  Bolivya'da emekçi direnişinin gücü...
  Dünyada sınıf hareketi...
  Tekstil işçisi olmak!
  Büyük ünlü uyumu!
  Hızlanarak sürüklenirken
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
CHP’nin sahte savaş karşıtlığı...

“Kırmızı çizgiler”e dayalı yayılmacı-şoven burjuva muhalefeti!

ABD’nin Irak işgaline ve işgalin suç ortaklığına karşı tavır alan siyasal güçler, geniş ve renkli bir yelpaze oluşturuyorlar. Bu siyasal yelpazede İslamcısından sosyal demokratına ve düzen solcusuna kadar değişik çevrelerden unsurlar var. Bu öyle bir görüntü ki, toplumdaki siyasal-sınıfsal farklılaşmaların anti-ABD’ci bir düzlemde kaybolduğu sanısı uyandırıyor.

Yüzeysel bir bakışla böyle görünse de, gerçekte her siyasal çizgi kendi sınıfsal-siyasal konumuna uygun bir biçimde ayrışıyor. Sadece düzenin halihazırdaki iç çatlakları, nispeten bulanık suda balık avlamaya uygun bir siyasal ortam yaratıyor. Siyasal arenada yaşanan bu kargaşa ve toplumsal kaynaşma bu ortamdan besleniyor. Yine de bu siyasal ortamın içten içe gerilim biriktirdiği, sınıfsal çatışma ve patlama dinamiklerinin açığa çıkma olanaklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu, siyasal arenadaki karmaşanın geçiciliğini anlatıyor.

Elbette bu durum, sınıfsal kutuplaşmaya uygun bir siyasal konumlanmanın olmamasından ileri geliyor. İşçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak toplumda ağırlığını ortaya koyamaması bunun temel nedeni. Bu ise burjuva ve küçük-burjuva reformizminin hareket alanını genişletiyor.

CHP tarafından temsil edilen burjuva reformizmi halihazırda en etkili olanlardan biri. Bu partinin yaşadığı darlık ve iç sıkıntı ne olursa olsun, önemli olan onun mevcut muhalefet çizgisinin toplumsal bilinç seviyesine karşılık düşmesi ve değişik tonlarda burjuva muhalefetinin temelini oluşturmasıdır. Öte yandan, bu partinin siyaseti, demagojiyi ve derin devletin “kırmızı çizgileri”ne tam bir sadakati içerdiğinden, belirsizliği besliyor ve belirsizlikten besleniyor. Çünkü emperyalizmle kurulan ilişkilerin düzeyi ve düzenin üzerine oturduğu dengeler daha fazlasına izin vermiyor. Bundan dolayı CHP’nin işgal ve işgal ortaklığına ilişkin tutumu bir ip cambazının hassasiyetini gerektiriyor.

CHP’nin tutumunu ve gerçek konumunu ortaya koyabilmek için, önce bu partinin resmi çizgisi ile bu çizgiden bir ölçüde kopuk halka dönük çizgisi arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak gerekir. Bu partinin de diğer tüm burjuva partileri gibi, burjuvazinin ihtiyaçları ve “kırmızı çizgileri” tarafından belirlenen bir resmi çizgisi ile halkın aldatılmasına dayalı demagoji ve pragmatizmden ibaret resmi olmayan ikinci bir çizgisi bulunuyor. Bu çizgi de elbette düzenin dengeleri ve “kırmızı çizgileri”yle belirleniyor. Bu sınırları aşmamak kaydıyla her türlü demagojiye izin veriliyor.

3 Kasım seçimlerinden sonra CHP’nin derin devletin temsilciliğine soyunarak AKP’ye karşı bir sübap rolü oynadığı biliniyor. Eğer 3 Kasım seçimleri sonucunda CHP hükümet olsaydı, bugün AKP’nin ABD uşağı çizgisinden farklı bir tutumu olmayacaktı. Bir DB memurunu saflarına alan CHP, ülkeyi doğrudan ABD hesabına savaşa sokmaya ve İMF programlarını uygulamaya hazırlanıyordu. Ancak 3 Kasım seçimlerinin sonuçları nedeniyle, CHP’ye AKP’yi denetleme ve derin devletin çizgisini temsil etme rolü verildi.

CHP’nin resmi çizgisini ortaya koyabilmek için bu çizgiyi doğrudan temsil edenlerin söylediklerini esas almak gerekiyor. Çünkü parti içinde belli bir işbölümü gereği, halkın duyarlılıklarını kucaklayıp düzen sınırlarında tutacak biçimde çalışan görevli kadroları bulunuyor. Bu kadrolar, toplumsal muhalefetle daha doğrudan ilişkilere giriyor, demagojiye dayalı olarak daha esnek hareket ediyorlar. Dolayısıyla bu tür görevli kadroların değil, doğrudan CHP’nin gerçek politik tutumunu temsil eden yönetici ve kadrolarının açıklamalarına bakmak gerekiyor.

Bu bakımdan Milliyet gazetesinde yayınlanan, CHP milletvekili ve TBMM Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Onur Öymen’le yapılmış röportajı veri olarak alacağız. Bu zat, eski bir müsteşar olarak gerek CHP’deki konumu, gerekse de demagojiye daha az yatkın olması nedeniyle, CHP’nin tutumunu daha açık ortaya koymaktadır.

“Amerika’yı dost ve müttefik
olarak görüyoruz”!

Onur Öymen’in bu sözleri CHP’nin ABD’ye karşı yaklaşımını ortaya koyuyor. CHP, ABD’yi “dost ve müttefik” olarak görüyor.

ABD ile “müttefik” olmanın gerekleri ve karşılığı biliniyor. Bu “müttefiklik” güncel ifadesini, Ortadoğu halklarına karşı İsrail’i de kapsamak üzere kurulmuş bir mihverde buluyor. Ortadoğu halklarının haklı öfkesine yolaçan bu kirli ittifak, ABD’nin Ortadoğu hakimiyeti ve İsrail’in siyonist politikalarını esas alıyor. Bu nedenle Irak’ın işgali bu “müttefik”liğin doğasına ve ruhuna uygun bulunuyor. Dolayısıyla ABD’yi dost ve müttefik olarak görenler, gerçekte Irak’ın işgalini ve işgal ortaklığını da kabul etmiş oluyorlar.

Onur Öymen röportajı boyunca, ABD’nin Irak ve Ortadoğu’ya yönelik saldırganlığına ve bu saldırganlığın gerisindekti gerici çıkarlara değinmekten kaçınıyor. İşgal kadar asker göndermek için de BM meşruiyetinin gerekliliğinden bahsediyor. Yani işgale değil, yalnızca onun biçimine ilişkin bir karşıtlık ortaya koyuyor.

Ancak CHP’nin tutumu salt işgalin ve asker göndermenin BM şemsiyesi altında yapılmasıyla sınırlı değil. CHP, çuval meselesinden ABD’nin kurduğu kıskaca kadar herşeyi AKP politikalarının yanlışlığına bağlıyor. Eğer AKP ABD’ye umut vermeseymiş, asker göndermeyi talep etmeseymiş bütün bunlar olmayacakmış. Görülüyor ki, CHP’nin işgal karşıtı bir politik tutumu yoktur. CHP’nin karşıtlığı tümüyle AKP’nin uşaklıkta ölçüyü kaçırmış olmasıyla ilgilidir. Bu kadarı da onun bir burjuva muhalefet partisi olarak prim yapmaya endeksli politik tarzın gereklerine uygun davrandığını göstermektedir. CHP, ABD ile kurulan efendi-uşak ilişkisine temelde karşı değildir, sadece bunun ölçülü biçimde sürdürülmesini istemektedir.

Söz konusu röportajda spot olarak verilen şu sözler ise oldukça ilginç: “Erdoğan, Meriç’e kadar Kasımpaşalı”. Bu sözler bu kadarıyla uşaklığı hedefliyor görünüyor. Ancak röportajın içeriği ve CHP’nin özellikle Kuzey Irak’a ilişkin söylemi (ki bu söylem CHP’nin Irak konusunda temel eleştirilerinden biridir) bir arada alındığında, bunun dışarıda nasıl saldırgan ve yayılmacı bir öz taşıdığı görülüyor. Onur Öymen, röportajı yapan Derya Sazak’ın, 1 Mart öncesinde ABD ile imzalanan ve Türkiye’nin 20-30 km kadar Kuzey Irak’a girmesinin önünü açan “Mutabakat zaptı”na ilişkin sorusunu yanıtlarken şunları söylüyor: “Irak’a girseydik bile sınıra çok yakın bölgede konuşlanmamıza izin verilecekti. 20-30 kilometreyi geçmeyecekti. O bakımdan Türkiye ir şey kaybetmemiştir.”

Yani 20-30 km bir şey değil, kazanım denildiğinde Musul ve Kerkük’e kadar gitmek gerekir sonucu çıkıyor bu sözlerden. Aralarında, bu sözlerin anlamını çok daha açık ve net ortaya koyan şu diyalog geçiyor:

“- Türkiye, Irak’ta daha avantajlı konumda olmayacak mıydı? Musul-Kerkük iddiası rafa kalktı, Kürtlere federasyon yolu açıldı.

- Milliyet’te çıktığı şekliyle bu metin yürürlüğe girseydi, Türkiye Irak’ın yönetiminde eşit haklara sahip olurdu gibi bir sonuç çıkartmıyorum. ABD’nin Türkiye’ye bazı tavizler verdiği anlaşılıyor. Fakat bunların hiçbiri Irak’a Türkiye’nin yön verebileceği anlamına gelmiyor.”

Bu sözlerle, CHP’nin asker gönderilmesine ilişkin yaklaşımı özlü olarak ifade edilmiş oluyor: “Irak’a yön verebilmek”! ABD, Irak’ta eşit düzeyde söz hakkı, Irak’ın paylaşılmasında pay vermiş olsaydı elbette asker gönderilebilirdi denilmek isteniyor.

Bu fikirlerin bireysel olmadığı açık. Çünkü burada ifade edilen sözler tümüyle CHP’nin resmi sözcülerince (başta Deniz Baykal olmak üzere) uzun süredir tekrarlanmaktadır. Özünde şoven, yayılmacı ve devletin “kırmızı çizgileri”ni temel alan bir yaklaşımdır söz konusu olan.

Hiç kuşku yok ki, tarz ve üslup bir yana bırakılırsa, CHP’nin hükümet olması halinde Irak konusunda politikası AKP’den farklı olmayacaktı. Çünkü bu düzenin gerçek iktidar odakları ABD ile kader birliği etmişlerdir. Hükümetlerin yaptıkları sadece bunun gereklerini yerine getirmek ve çok çok perde olmaktır. CHP bugün bir ölçüde işgale karşı tavır almakta ve tezkereye muhalefet etmekteyse, bu tümüyle meclis aritmetiğinin CHP’ye alınacak kararlar üzerinde belirleyici olma imkanı vermemiş olmasındandır. Böyle olduğu ölçüde, demagojik biçimde muhalefet yapmakta, fakat bu muhalefet bile düzenin “kırmızı çizgiler”ini aşamamaktadır.