ABDnin Irak işgaline ve işgalin suç ortaklığına karşı tavır alan siyasal güçler, geniş ve renkli bir yelpaze oluşturuyorlar. Bu siyasal yelpazede İslamcısından sosyal demokratına ve düzen solcusuna kadar değişik çevrelerden unsurlar var. Bu öyle bir görüntü ki, toplumdaki siyasal-sınıfsal farklılaşmaların anti-ABDci bir düzlemde kaybolduğu sanısı uyandırıyor.
Yüzeysel bir bakışla böyle görünse de, gerçekte her siyasal çizgi kendi sınıfsal-siyasal konumuna uygun bir biçimde ayrışıyor. Sadece düzenin halihazırdaki iç çatlakları, nispeten bulanık suda balık avlamaya uygun bir siyasal ortam yaratıyor. Siyasal arenada yaşanan bu kargaşa ve toplumsal kaynaşma bu ortamdan besleniyor. Yine de bu siyasal ortamın içten içe gerilim biriktirdiği, sınıfsal çatışma ve patlama dinamiklerinin açığa çıkma olanaklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu, siyasal arenadaki karmaşanın geçiciliğini anlatıyor.
Elbette bu durum, sınıfsal kutuplaşmaya uygun bir siyasal konumlanmanın olmamasından ileri geliyor. İşçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak toplumda ağırlığını ortaya koyamaması bunun temel nedeni. Bu ise burjuva ve küçük-burjuva reformizminin hareket alanını genişletiyor.
CHP tarafından temsil edilen burjuva reformizmi halihazırda en etkili olanlardan biri. Bu partinin yaşadığı darlık ve iç sıkıntı ne olursa olsun, önemli olan onun mevcut muhalefet çizgisinin toplumsal bilinç seviyesine karşılık düşmesi ve değişik tonlarda burjuva muhalefetinin temelini oluşturmasıdır. Öte yandan, bu partinin siyaseti, demagojiyi ve derin devletin kırmızı çizgilerine tam bir sadakati içerdiğinden, belirsizliği besliyor ve belirsizlikten besleniyor. Çünkü emperyalizmle kurulan ilişkilerin düzeyi ve düzenin üzerine oturduğu dengeler daha fazlasına izin vermiyor. Bundan dolayı CHPnin işgal ve işgal ortaklığına ilişkin tutumu bir ip cambazının hassasiyetini gerektiriyor.
CHPnin tutumunu ve gerçek konumunu ortaya koyabilmek için, önce bu partinin resmi çizgisi ile bu çizgiden bir ölçüde kopuk halka dönük çizgisi arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak gerekir. Bu partinin de diğer tüm burjuva partileri gibi, burjuvazinin ihtiyaçları ve kırmızı çizgileri tarafından belirlenen bir resmi çizgisi ile halkın aldatılmasına dayalı demagoji ve pragmatizmden ibaret resmi olmayan ikinci bir çizgisi bulunuyor. Bu çizgi de elbette düzenin dengeleri ve kırmızı çizgileriyle belirleniyor. Bu sınırları aşmamak kaydıyla her türlü demagojiye izin veriliyor.
3 Kasım seçimlerinden sonra CHPnin derin devletin temsilciliğine soyunarak AKPye karşı bir sübap rolü oynadığı biliniyor. Eğer 3 Kasım seçimleri sonucunda CHP hükümet olsaydı, bugün AKPnin ABD uşağı çizgisinden farklı bir tutumu olmayacaktı. Bir DB memurunu saflarına alan CHP, ülkeyi doğrudan ABD hesabına savaşa sokmaya ve İMF programlarını uygulamaya hazırlanıyordu. Ancak 3 Kasım seçimlerinin sonuçları nedeniyle, CHPye AKPyi denetleme ve derin devletin çizgisini temsil etme rolü verildi.
CHPnin resmi çizgisini ortaya koyabilmek için bu çizgiyi doğrudan temsil edenlerin söylediklerini esas almak gerekiyor. Çünkü parti içinde belli bir işbölümü gereği, halkın duyarlılıklarını kucaklayıp düzen sınırlarında tutacak biçimde çalışan görevli kadroları bulunuyor. Bu kadrolar, toplumsal muhalefetle daha doğrudan ilişkilere giriyor, demagojiye dayalı olarak daha esnek hareket ediyorlar. Dolayısıyla bu tür görevli kadroların değil, doğrudan CHPnin gerçek politik tutumunu temsil eden yönetici ve kadrolarının açıklamalarına bakmak gerekiyor.
Bu bakımdan Milliyet gazetesinde yayınlanan, CHP milletvekili ve TBMM Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Onur Öymenle yapılmış röportajı veri olarak alacağız. Bu zat, eski bir müsteşar olarak gerek CHPdeki konumu, gerekse de demagojiye daha az yatkın olması nedeniyle, CHPnin tutumunu daha açık ortaya koymaktadır.
Onur Öymenin bu sözleri CHPnin ABDye karşı yaklaşımını ortaya koyuyor. CHP, ABDyi dost ve müttefik olarak görüyor.
ABD ile müttefik olmanın gerekleri ve karşılığı biliniyor. Bu müttefiklik güncel ifadesini, Ortadoğu halklarına karşı İsraili de kapsamak üzere kurulmuş bir mihverde buluyor. Ortadoğu halklarının haklı öfkesine yolaçan bu kirli ittifak, ABDnin Ortadoğu hakimiyeti ve İsrailin siyonist politikalarını esas alıyor. Bu nedenle Irakın işgali bu müttefikliğin doğasına ve ruhuna uygun bulunuyor. Dolayısıyla ABDyi dost ve müttefik olarak görenler, gerçekte Irakın işgalini ve işgal ortaklığını da kabul etmiş oluyorlar.
Onur Öymen röportajı boyunca, ABDnin Irak ve Ortadoğuya yönelik saldırganlığına ve bu saldırganlığın gerisindekti gerici çıkarlara değinmekten kaçınıyor. İşgal kadar asker göndermek için de BM meşruiyetinin gerekliliğinden bahsediyor. Yani işgale değil, yalnızca onun biçimine ilişkin bir karşıtlık ortaya koyuyor.
Ancak CHPnin tutumu salt işgalin ve asker göndermenin BM şemsiyesi altında yapılmasıyla sınırlı değil. CHP, çuval meselesinden ABDnin kurduğu kıskaca kadar herşeyi AKP politikalarının yanlışlığına bağlıyor. Eğer AKP ABDye umut vermeseymiş, asker göndermeyi talep etmeseymiş bütün bunlar olmayacakmış. Görülüyor ki, CHPnin işgal karşıtı bir politik tutumu yoktur. CHPnin karşıtlığı tümüyle AKPnin uşaklıkta ölçüyü kaçırmış olmasıyla ilgilidir. Bu kadarı da onun bir burjuva muhalefet partisi olarak prim yapmaya endeksli politik tarzın gereklerine uygun davrandığını göstermektedir. CHP, ABD ile kurulan efendi-uşak ilişkisine temelde karşı değildir, sadece bunun ölçülü biçimde sürdürülmesini istemektedir.
Söz konusu röportajda spot olarak verilen şu sözler ise oldukça ilginç: Erdoğan, Meriçe kadar Kasımpaşalı. Bu sözler bu kadarıyla uşaklığı hedefliyor görünüyor. Ancak röportajın içeriği ve CHPnin özellikle Kuzey Iraka ilişkin söylemi (ki bu söylem CHPnin Irak konusunda temel eleştirilerinden biridir) bir arada alındığında, bunun dışarıda nasıl saldırgan ve yayılmacı bir öz taşıdığı görülüyor. Onur Öymen, röportajı yapan Derya Sazakın, 1 Mart öncesinde ABD ile imzalanan ve Türkiyenin 20-30 km kadar Kuzey Iraka girmesinin önünü açan Mutabakat zaptına ilişkin sorusunu yanıtlarken şunları söylüyor: Iraka girseydik bile sınıra çok yakın bölgede konuşlanmamıza izin verilecekti. 20-30 kilometreyi geçmeyecekti. O bakımdan Türkiye ir şey kaybetmemiştir.
Yani 20-30 km bir şey değil, kazanım denildiğinde Musul ve Kerküke kadar gitmek gerekir sonucu çıkıyor bu sözlerden. Aralarında, bu sözlerin anlamını çok daha açık ve net ortaya koyan şu diyalog geçiyor:
- Türkiye, Irakta daha avantajlı konumda olmayacak mıydı? Musul-Kerkük iddiası rafa kalktı, Kürtlere federasyon yolu açıldı.
- Milliyette çıktığı şekliyle bu metin yürürlüğe girseydi, Türkiye Irakın yönetiminde eşit haklara sahip olurdu gibi bir sonuç çıkartmıyorum. ABDnin Türkiyeye bazı tavizler verdiği anlaşılıyor. Fakat bunların hiçbiri Iraka Türkiyenin yön verebileceği anlamına gelmiyor.
Bu sözlerle, CHPnin asker gönderilmesine ilişkin yaklaşımı özlü olarak ifade edilmiş oluyor: Iraka yön verebilmek! ABD, Irakta eşit düzeyde söz hakkı, Irakın paylaşılmasında pay vermiş olsaydı elbette asker gönderilebilirdi denilmek isteniyor.
Bu fikirlerin bireysel olmadığı açık. Çünkü burada ifade edilen sözler tümüyle CHPnin resmi sözcülerince (başta Deniz Baykal olmak üzere) uzun süredir tekrarlanmaktadır. Özünde şoven, yayılmacı ve devletin kırmızı çizgilerini temel alan bir yaklaşımdır söz konusu olan.
Hiç kuşku yok ki, tarz ve üslup bir yana bırakılırsa, CHPnin hükümet olması halinde Irak konusunda politikası AKPden farklı olmayacaktı. Çünkü bu düzenin gerçek iktidar odakları ABD ile kader birliği etmişlerdir. Hükümetlerin yaptıkları sadece bunun gereklerini yerine getirmek ve çok çok perde olmaktır. CHP bugün bir ölçüde işgale karşı tavır almakta ve tezkereye muhalefet etmekteyse, bu tümüyle meclis aritmetiğinin CHPye alınacak kararlar üzerinde belirleyici olma imkanı vermemiş olmasındandır. Böyle olduğu ölçüde, demagojik biçimde muhalefet yapmakta, fakat bu muhalefet bile düzenin kırmızı çizgilerini aşamamaktadır.