Son gelişmelerle birlikte uşak takımının acizliğine bir kez daha tanık oluyoruz. Ulusal çıkarlar, güvenlik sorunu, Irakı yeniden yapılandırmak ve masada olmak hesaplarıyla tezkere kararını gerekçelendiren hükümet, ABD yetkililerinin isteksiz açıklamaları üzerine bu iddialarını bir kenara bırakarak topu ABDye attılar.
Emperyalistlerin belirlediği kırmızı çizgileri aşmaya niyetlenince çuvallanan uşak takımı, binlerce gencin canını ABD ile paslaşma konusu yapabilecek kadar arsızlığa vardırdı işi. Üstünlük sağlamak için karşı tarafı psikolojik baskı altına almayı amaçlayan eşit iki güç arasında paslaşma söz konusu olacağına göre, uşak ruhlu bu düzenbazlar yaşadıkları hezimeti gizlemeye çalışıyorlar. Üzerine düşen görevi yerine getiren ve binlerce emekçi çocuğunu Irak batağına sürmek için efendisinin bir parmak işaretini bekleyen Tayyip Erdoğan, küskün bir uşağın serzenişini dile getiriyor, İlla asker gönderelim diye bir derdimiz yok. Stratejik ortağımız olarak ABD istedi, biz de o talebi değerlendirdik.
Tezkerenin geçmesiyle Güney Kürdistan konusunda ellerini güçlendirmeyi hesap edenler Türkiyenin çıkarları neyi gerektiriyorsa türünden efelenmelerini yerlerde sürünen onurlarına paspas yapmak durumunda kaldılar. Büyük Türkiye hayalleri söndürülünce ABD istemiyorsa elden ne gelir deyiverdiler. Sanki baştan beri ABDden başkası istiyormuş gibi, akıllarına Irak halkının kimseyi istemedikleri geliverdi.
Gerici niyetlerle büyük hesaplar yapanlar böylece efendilerinden ağızlarının payını almış oldular. Aylardır savaş istemiyoruz! diye alanlara çıkan halkın sesini azgın bir devlet terörüyle bastırmaya çalışanlar, ulusal çıkarlarını da, Irak halkına insani yardım için gidiyoruz yalanlarını da bir çırpıda unutuverdiler. Bir çuvala sığan ulusal onur ve bağımsızlıklarını ABDnin kırmızı çizgilerine teslim olan ulusal çıkarları izledi. Irak masasından pay kapma hevesleri ise ABDnin Türk sermayesine ticaret sınırı koymasıyla kursaklarında kaldı.
Kardeş bir halka savaş ilanı anlamına gelen tezkereyi uluslararası ilişkilerde saygınlık ve itibar kazandık, Bağdattaki Türk Büyükelçiliğine düzenlenen intihar saldırısını bu bizi istemediklerine gösterge değil şeklinde yorumlayacak kadar ileri giden hükümet yetkililerinin bu denli birbirine zıt ve aykırı açıklamalar yapması tek başına kişiliksizlikle açıklanamaz.
Sermaye hükümetinin düştüğü bu utanç verici durum Türk sermayesinin işbirlikçi sınıf kimliğinden bağımsız değildir. Tüm varlığıyla emperyalizme göbekten bağımlı Türk sermaye sınıfının ABDnin talep ve emirleri dışında hareket etmekten başka seçeneği bulunmuyor. Onların kırmızı çizgileri gibi ulusal çıkar ve bağımsızlıklarının sınırı da ABD emperyalizmi tarafından çizilmektedir. O çok böbürlendikleri ABD ile stratejik ortaklık ilişkisi emperyalizme koşulsuz itaat karşılığında, efendilerinin her hizaya çekme operasyonu sonrası sırtlarını sıvazlarken kullandıkları boş bir argümandan öte bir anlam ifade etmiyor.
Tezkere sonrası uluslararası ilişkilerde saygınlık ve itibar kazanmakla övünenler, ABD karşısında düştükleri bu onur kırıcı durumu görmezden geliyorlar. Olmayan onur ve itibarlarını göstermelik de olsa kurtarmak yerine, hala ABDnin kapısında verilecek emri sadakatla yerine getirmek için çaresizce bekliyorlar.
İşgal ortaklığına meşruluk kazandırmak için hükümetin ileri sürdüğü her türlü yalan ve aldatmacaya rağmen bir türlü emekçi halk kitlelerinde istedikleri etkiyi ve inandırıcılığı yaratamadılar. Açlık, yoksulluk, işsizlik, sağlıksızlık, eğitimsizlik, barınma vb. sorunları her geçen daha fazla yaşayan, haklarını her aradıklarında tepelerine binen kolluk güçlerinin baskı ve şiddetine maruz kalan işçi sınıfı ve emekçi kitleleri TCnin Iraka barış, huzur, istikrar ve insani yardım için gideceğine kim inandırabilir? Üzeri örtülemeyen çıplak gerçekleri hangi yalan aygıtı kapatabilir?
Türkiye emekçi halkları politik bilinçleriyle olmasa da sınıfsal sezgileriyle baştan beri İşgale değil direnişe destek! şiarı ile alanları doldurarak işbirlikçi ve uşak takımının suçuna değil Ortadoğu halklarının direnişine destek olduklarını ilan etmiş bulunuyorlar.
Dünya halklarının düşmanı ve katili ABD emperyalizmine karşı derin bir öfke ve tepki duyan savaş karşıtı kitleler anti-emperyalist mücadele konusunda yeterli bir bilinç açıklığına sahipler. Ancak bu tepki ve öfke henüz işbirlikçi Türk sermaye sınıfına yönelmiş, onun iktidarını hedef almış değil. Son gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, direnişe destek olmak şiarının gerçek anlamı ve karşılığı emperyalizmle birlikte içerdeki dayanakları olan işbirlikçilerini ve iktidarını da hedef almaktan geçiyor.
Demokratikleşen sermaye iktidarının son icraatları...
İşbirlikçi iktidar insani yardım için Iraka gidiyoruz yalanıyla halkı kandıramadı. Kitlesel olarak eylemli bir tutuma dönüşemese de, Iraktaki halkların meşru direnişi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye halklarının da sempati ve desteğini kazandı.
Tezkerenin geçmesiyle Türkiye halkı işgale bir yanıyla taraf hale getirilmiş bulunuyor. Türkiye halklarına, kardeş bir halkın haklı ve meşru direnişini bastırma onursuzluğuna ortak olmak gibi utanç verici bir iş dayatılıyor. Elbette bunun bir bedeli olacak. Nitekim bu bedeli hemen her gün işgal güçleri ödüyorlar. Tezkerenin geçmesiyle şimdi işçi ve emekçi kitleler, onların çocukları ödeyecek bu bedeli. Bunun için ilk adımlar atıldı bile. Geçici vergilerin kalıcı hale getirilmesi, vergi oranlarının artırılması göze ilk çarpanlar. Bu yönüyle sermaye iktidarı tam bir hazırlık içinde.
İşgale ortaklık kararına işçi ve emekçilere yönelik azgın bir devlet terörü eşlik ediyor. Tezkere geçmeden önce işgal karşıtı eylemlere tahammül gösterilebiliyordu. Fakat tezkerenin geçmesi, hem Irakta direnen halklara hem de Türkiyedeki işçi ve emekçilere bir savaş ilanı anlamına geliyor. Bu nedenle tezkere çıktıktan sonra yapılan hemen tüm eylemlere daha sert müdahale edilmeye başlandı. Çünkü bu eylemler daha geniş işçi ve emekçi kitlesinin sokağa çıkmasına neden olabilir. Bu yönüyle bakıldığında, sermaye iktidarının zor aygıtlarını devreye sokması bilinçli bir tutumun ürünü. Mevcut eylemlere saldırılarak geride kalanlar üzerinde terör estirilmek isteniyor.
Sermaye iktidarı terör sopasını hemen her gün tekrarlanan demokratikleşiyoruz, ülkede hak ve özgürlükler genişliyor vaazlarıyla birlikte kullanıyor. Kitlelere azgınca saldıran, gaz bombası atan polis güçlerinin görüntülerine fon oluşturan uyum paketlerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu bir kez daha görüyoruz. En temel hakların kullanımına izin verilmiyor. Basın açıklamalarına müdahale ediliyor, birçok eylemci dövülerek gözaltına alınıyor, işkenceden geçiriliyor, tutuklanıyor.
Son eylemlere dönük saldırılara birkaç örnek: 12 Ekimde Harbiye Orduevi önünde eylem yapanlar dövülerek gözaltına alındılar. Yine Iraka asker gönderilmesini protesto eden SDPlileri polis döverek gözaltına aldı. Eylemcilerden birinin kolunu kırdı, birçoğu ise hastanelik oldu. Galata Kulesini işgal eden öğrenciler dövülerek gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Savaşa Hayır Koordinasyonunun İstanbuldaki basın açıklamasına polis vahşice saldırdı. Müdahale sırasında biber gazı ve gaz bombası kullandı, vb...
İşte demokratikleşen sermaye iktidarının son icraatları. Kardeş bir halkın kanının dökülmesine karşı çıkanlar sokaklarda dövülüyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor... Böylelikle işçi ve emekçilere, eylem yapabilirsiniz ama gözaltına alınmayı, işkence görmeyi ve tutuklanmayı da göze almanız gerekiyor deniliyor.
Burjuva medya da kendi üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor. Bir yandan ülkenin demokratikleştiği, işkencenin ortadan kalktığı, artık rutin olmadığı propaganda edilirken, sergilenen devlet terörü kanıksatılmaya çalışılıyor. Eylemciler suçlu bulunarak, saldırı dolaylı olarak sahipleniliyor.