26 Ekim '02
Sayı: 42 (82)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan askeri olmamak için Amerikancı düzen partilerine oy verme, hesap sor!..
  BDSP bağımsız sosyalist adaylarının seçim bildirileri...
  Hazırlanan faiz ve savaş bütçesidir!
  Yıkım programlarını uygulama sırası yeni hükümette
  Boş vaadler ve gerçekler
  Emperyalistler arası savaş pazarlığı
  Amerikalı ve Amerikancı generallerin savaş zirvesi
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Savaş planları çerçevesinde Kürt devleti meselesine yeni yaklaşımlar
  Sermaye için ak, emekçiler için kara!
  Emperyalist savaş, seçimler ve Parti
  Esenyurt BDSP çalışmalarından...
  BDSP'nin faaliyetlerinden...
   Ankara Hüseyingazi BDSP çalışmalarından...
   Dikmen BDSP çalışmalarından...
   Adana BDSP çalışmalarından...
   İzmir'de BDSP bildirgesi dağıtımından...
   Seçimler yaklaşırken...
   İtalya bir kez daha milyonlarca emekçinin genel greviyle sarsıldı
   Sınıfa, Partiye ve Devrim'e Destek Gecesi
   Şan olsun 20 Ekim direnişine!..
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sabırlı bir çalışma örgütlemeliyiz!

Geciken maaşları ve verilmeyen avans hakkımızı almak için işyerinde imza toplama kararı aldığımızda, patronun uşaklarının imza toplayacağımızı işverene haber vermeye çalıştıklarını öğrendik. Patrona uşaklık yapanlar bize “Arkadaşlar imza topluyor musunuz, bu sorun hepimizin sorunu, imzaları topladığımız zaman biz de imzalarımızı atalım” dediklerinde bazı işçi arkadaşlar bu laflara inanmıştı. Ama bazılarımız bu uşakların nasıl ikiyüzlü insanlar olduklarını biliyordu. İmza toplama nedenlerinden biri de bize okutulmadan imzalatılan sözleşmelerin iptaliydi. İmzalarımızı verdikten üç gün sonra personel müdürü beni çağırarak “Senin iş aktine son verdik” dedi. Ben “hangi maddeye göre” deyince “13. maddeye göre” diyerek beni susturmaya çalıştı. “Sizin yaptığınız yasal değil, bizim bu sözleşmelerin iptalini istediğimiz biliyorsunuz. Hani bize şirket avukatı tarafından açıklama yapılacaktı” dediğimde “avukat toplantı yapacak” dedi. Ben, “Tabii bilinçli insanları işten çıkarıyorsunuz. İşçiler yaptığınız bu zulmün hesabını soracak, avukatın karşısında konuşacak kimse kalmayacak. Ben sizin dayattığınız bu çıkış aktini imzalamıyorum. İstediğinizi yapın. Sizinle mahkemede görüşürüz. Bu yaptığınız yasal deği” diyerek odadan çıktım. Bana dayattıkları imzaya boyun eğmedim.

Benim çıkarılmama üzülen arkadaşlara, “Siz benim durumuma üzülmeyin. Onlar beni çıkararak sizleri sindirmek, korkutmak istiyorlar. Onların bu oyununa izin vermeyin. Eğer sözleşmeleri iptal ettirirseniz, işçi sınıfı için büyük bir kazanım olur” dedim. Toplantıda sözleşmedeki ağır şartların iki tanesinden geri adım atmak zorunda kalmışlar. Bu da bir kazanım.

Ama benim bu olaydaki hatalarım çok. İlki gizlilik kurallarına uygun davranmamak, ikincisi kendi sınıfından da olsa hainlere güvenmek, üçüncüsü asalak sermayedarların saldırılarına karşı daha geniş bir savunma mekanizması kuramamak, dördüncüsü bilincimi işçilere değil de patronlara göstermek.

Ama bu benim için anlamlı bir deneyim oldu. Bundan sonra o fabrikadaki arkadaşlarla diyaloğumu sürdüreceğim. Ve bundan sonraki çalışmalarımda bu deneyimi gözönünde bulunduracağım.

SY Kızıl Bayrak okuru bir işçi/İzmir



Bir eleştiri...

Bedrettinler günümüze ışık tutuyor!

Yoldaşlar, belki birçoğumuz için aşmış olduğumuz bir konu diye düşünüyorum. Ama yayınlarımızda dönem dönem yanılgı içinde olan yoldaşlarımız olduğunu görüyorum. Geçen hafta “Mücadele Postası” sayfasında “Bir okur/İzmir” imzasıyla yayınlanan “Ulusal ve mezhepsel ayrımlar emekçileri böler!” başlıklı yazıdaki bir nokta hakkında yazmak istiyorum.

Mezhep ve milliyet ayrımı tabii ki burjuvazinin işine yaramaktadır. Sizin yan yana gelmenizi istemez, yapay olarak bölmeye çalışır. O halde burjuva iktidarının olduğu her yerde bunun yaşanması normaldir.

Asıl yanılgı şudur. Osmanlı’ya karşı girişilen ilk ayaklanma olan Bedrettin ayaklanması bir Alevi ayaklanması değildir. İçinde Aleviler, Süryaniler, Rumlar ve birçok din ve mezhepten insanların olduğu bir halk ayaklanmasıdır. Bir mezhebe karşı yapılmış bir ayaklanma da değildir. Doğrudan egemen güçlere, yani padişahlığa karşı yapılmış ve yerine herşeyin eşit paylaşıldığı bir dünya kurmak hedefi olan bir ayaklanmadır. Osmanlı’daki ayaklanmalara bakarken bu ayırımı iyi koymak gerektiğine inanıyorum. Aleviler de Osmanlı’ya karşı birçok ayaklanma örgütlemişlerdir. Ama bunlar kendi dar çevrelerini aşmayan ayaklanmalardır.

Biz komünistler geçmişimizle ilgili iyi bir eğitim programı ortaya koymalıyız. Tüm yoldaşların ilk okuyacağı kitaplar içinde Şeyh Bedrettin de olmalı. Çünkü bugünkü devrimcilerin o dünyayı hayrete bırakan direngenliğinin arkasındaki güç, Bedrettin’den, Börklüce Mustafa’dan, Torlak Kemal’den, Pir Sultan’dan da gelmektedir. Tarihimizi öğrenmeden geleceği kurmak zordur. Bu yazıyı yazan yoldaşın gücenmeyeceğini biliyorum, amacım bu konuda uzun zamandır ifade etmek istediğim bir noktayı vurgulamaktı.

SY Kızıl Bayrak okuru/İstanbul



Kurtuluş yok tek başına,
ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Buğdaylar tarlalarda altın yüzlü sarı sakallı başaklar olunca başlardı benim öyküm. Koca dişli değirmenin içine girince dünyanın en değerli şeyi olarak çıkardım ben. Daha gün doğmamışken kalkardı analar, koca gözlü, koca elli analar. Sonra ben öyle bir birleşirdim ki onların elinde suyla, mayayla, tandırla, birdenbire rengim değişirdi; yusyuvarlak ve epesmer oluverirdim. Çocuklar üzerime bir parça tereyağı, bir parça kaymak verdikleri zaman dünyanın en varlıklı, en mutlu insanı oluverirlerdi.

Sonra değişiverdi herşey. Kirli oyunlar oynanıp, kirli pazarlıklar yapıldı adıma. Mutlu bir azınlık oluşturmak istenirken, arkada kalanlar kendi analarının, babalarının, oğullarının ve yarlarının kanları ve gözyaşlarını katık ettiler bana. Sonra uğruma Merivan bebekler öldü. Ve hergün açlıktan ölen bebenin kanı sürüldü üzerime. Katmerleştim daha çok hergün, biraz daha çok ve kanlı bir katmerim şimdi kursaklarda. Artık kirliyim ve güçlüyüm. İnsan pazarlarının, savaşların, ölümlerin ve zalimlerin kanlı sözleşmelerinin silahıyım ben. Yeryüzünü ben kirlettim.

Düşünün ki bir eylem olacak ve onbinlerce insan katılacak bu eyleme; patronun bütün çirkeflikleri bir bir fırlatılacak kirli suratına. Ama bir o kadar insan da siz şalterin önündeyken arkasında olacak o şalterin. Peki neden? Evlerine bir parça ekmek götürebilmek için. Gördünüz mü bu sömürü ve sefalet çarkının hiç bozulmadan devam etmesinin nedeni benim. Siz bugün evinize bir parça ekmek götürdünüz ve toksunuz. Ya aç kalanlar! Onların da sizin kadar yaşama hakkı yok mu?

Artık bir şeyleri kemirmeyi bırakın ve silkinin. Sizin bedenlerinizle dönen bu kanlı çarkın bir parçası olmaktan kurtulun. Daha güzel, daha mutlu, aydınlık ve insancıl, kimsenin aç kalmadığı bir dünya için savaşın. Sofranızdaki bir parça ekmekte dahi gözleri olan, hergün biraz daha kendi ellerimizle dişlerini bilediğimiz ve kanlı ellerini soframıza uzattığını gördüğümüz halde hala bir parça ekmek diye sömürttüğümüz hayatlarınızı geri almanın vakti geldi. Çocuklarımıza onurlu bir yaşam bırakmak için bu kanlı elleri kırarak ekmeği hayatımızdan çıkarmayın!

Bu kadar kana ve gözyaşına rağmen hala evinize bir parça ekmek götürmek için herşeyi görmezden gelenler, bilin ki kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Bir işçi/İzmir



Polisin 20 Ekim saldırısına suç duyurusu

20 Ekim 2002’de Taksim Galatasaray Lisesi önünde yapılmak istenen basın açıklamasına devletin biber gazıyla gerçekleştirdiği vahşi saldırısı üzerine Sultanahmet Adliyesi’nde suç duyurusunda bulunuldu. Suç duyurusu sonrasında TUYAB, TAYAD, SDP, Halkevleri 1. Bölge Temsilciliği’nin basın açıklaması metni dağıtıldı. Açıklamada, polisin Avrupa Birliği uyum yasaları ile demokrasi palavralarının atıldığı bugünlerde, 12 Eylül yasalarınca bile yasaklanmamış olan basın açıklaması yapma hakkının engellendiği söylendi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul