26 Ekim '02
Sayı: 42 (82)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan askeri olmamak için Amerikancı düzen partilerine oy verme, hesap sor!..
  BDSP bağımsız sosyalist adaylarının seçim bildirileri...
  Hazırlanan faiz ve savaş bütçesidir!
  Yıkım programlarını uygulama sırası yeni hükümette
  Boş vaadler ve gerçekler
  Emperyalistler arası savaş pazarlığı
  Amerikalı ve Amerikancı generallerin savaş zirvesi
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Savaş planları çerçevesinde Kürt devleti meselesine yeni yaklaşımlar
  Sermaye için ak, emekçiler için kara!
  Emperyalist savaş, seçimler ve Parti
  Esenyurt BDSP çalışmalarından...
  BDSP'nin faaliyetlerinden...
   Ankara Hüseyingazi BDSP çalışmalarından...
   Dikmen BDSP çalışmalarından...
   Adana BDSP çalışmalarından...
   İzmir'de BDSP bildirgesi dağıtımından...
   Seçimler yaklaşırken...
   İtalya bir kez daha milyonlarca emekçinin genel greviyle sarsıldı
   Sınıfa, Partiye ve Devrim'e Destek Gecesi
   Şan olsun 20 Ekim direnişine!..
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
AKP’nin maskesi düşüyor...

Sermaye için ak, emekçiler için kara!

Saadet Partisi’nden ayrılıp “yeni” ve “ak” olma iddiasıyla seçim sürecine giren AKP’nin çok geçmeden tüm makyajı döküldü. Şimdiden seçimlerin birincisi ilan edilen, ABD, AB ve işbirlikçi sermaye tarafından 3 Kasım sonrası için hazırlatılan AKP’nin kim için ak kim için kara olduğu ortaya çıktı.

Gerek İstanbul Belediye Başkanlığı yaptığı dönem içerisinde bir çok yolsuzluk ve hakkında ihaleye fesat karıştırmaktan haksız kazanç elde etmeye kadar açılmış onlarca davası bulunan Erdoğan’ın, gerekse İsrail-ABD ve İMF’yle bir çok anlaşmaya imza atan Refah Yol hükümeti döneminde görev almış olan AKP kadrolarının diğer düzen partilerinden bir farklılığı ve “yeniliği” yoktur.

Saadet Partisi’nden ayrılıp “değiştik” iddialarıyla ortaya çıkma manevralarının kitleleri aldatmaya dönük çabalar olduğu çok geçmeden açığa çıktı. 28 Şubat terbiye operasyonunun ardından düzene olan sadakatlerini türban konusunda susarak, ABD haydutunun Irak’a yönelik savaşına destek vererek, İMF programına uyacaklarını taahhüt ederek vb. vesilelerle gösterme çabaları ve bu konuda düne göre daha fazla gayret sarfetmeleri sözü edilebilir “yenilikler”dir. Kendilerini siyasi kirlenmişliğin dışında göstermek için AK Parti ismiyle siyasal sahneye çıkan ve bu kirlenmişliği AK’layacaklarını iddia edenler gerçekte düzen siyasetindeki çürüme ve kokuşmanın en iyi örneği durumundalar. CHP ile girdiği polemikte Erdoğan’ın “farklı cephelere işi kaydırmasınlar, dah fazla ileri gidilirse bir medya grubuyla CHP’nin işbirliğini açıklarız” sözleri, kendi pisliklerinin, çirkef ilişkilerinin deşilmemesi karşılığında başkasının pisliklerini hasıraltı etme teklifidir.

Ya sermayenin safındasın ya emeğin...

Radikal gazetesindeki bir röportajında Erdoğan, hem işçi, emekçi ve yoksul köylüleri, hem de işadamlarını temsil ettiğini söylüyor. Oysaki işçi sınıfının ve patronların çıkarlarının taban tabana zıt olduğunu Erdoğan’ın kendisi de çok iyi biliyor. Bugün Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olan Halis Toprak memleketi olan Lice’de AKP için oy istiyor. Peki Halis Toprak ile fabrikasında asgari ücretle çalışan bir işçi arasında nasıl bir ortak çıkar olabilir? AKP neye dayanarak her ikisini de temsil edebilir? Toprak’ın çıkarı daha çok kâr etmesini gerektirmektedir. Bunun için de işçiyi daha çok çalıştırıp daha az ücret vermesi, sosyal haklarını gaspetmesi, istediği zaman hiçbir hakkını vermeden kapının önüne koyabilmesi gerekmektedir. Toprak’ın fabrikasında çalışan bir işçinin &ccdil;ıkarları ise, insan gibi yaşamaya yeten bir ücret, sendika hakkı, sosyal haklar, sağlıklı çalışma koşulları vb. gerektirmektedir. Kısacası birinin yararına olan diğerinin zararınadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın hem işçi sınıfını hem de burjuvaziyi temsil ediyoruz sözlerinin pratikte hiçbir geçerliliği yoktur.

Peki AKP işçi sınıfını mı yoksa sermaye sınıfını mı temsil ediyor? AKP’nin bir mitinginde “okumak istiyorum, bana da burs verin” diye pankart açan bir öğrenci gözaltına alınırken, Erdoğan’ın çocukları bir işadamının verdiği bursla Amerika’da okuyor. Halkın karşısına çıktığı mitinglere Halis Toprak’ın özel helikopterleriyle gitmesi, batık banka patronlarından Kentbank’ın eski sahibi Mustafa Süzer, Pamukbank’ın eski sahibi Mehmet Emin Karamehmet ve Toprak Bank’ın eski sahibi Halis Toprak ile görüşmeleri Erdoğan’ın gerçekte kimi temsil ettiğini gösteriyor. Aynı işadamları Erdoğan’a destek sözü veriyor. Bu destek herhalde kendi verecekleri 3-4 tane oydan ibaret değil.
Erdoğan hakkında Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın iddianamesinde; İstanbul Belediye Başkanlığı görevinden ayrıldığı 1998 yılı sonunda verdiği mal beyanıyla AKP Genel Başkanı seçildikten sonra verdiği mal beyanı arasındaki 256 milyar fark olduğu belirtiliyor. Bu da batık banka sahiplerinin ne şekilde destek verecekleri konusunda yeterince fikir veriyor. Tabii bu desteğin bir de karşılığı olması gerekiyor. Bunun karşılığı ise AKP’nin iktidar olması durumunda kendilerini kollamasıdır.

Miting meydanlarında toplam maliyeti 37.5 katrilyon olan 15 bin km. yol vaadinde bulunan Erdoğan yalnızca batık bankalara aktarılan toplam 52 katrilyonluk kaynağı bu yönde kullandığında bunu yapabilir. Ancak batık banka patronlarının bugün canla başla kendisi için çalışmaya başlaması Erdoğan’ın tercihinin batık bankalardan mı yoksa 15 bin km. yoldan yana mı olacağını şimdiden gösteriyor. Yine AKP’yi kurmasıyla birlikte Erdoğan’ın ABD ile Türkiye arasında mekik dokuması, AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül’ün ABD’yle olan yakın ilişkileri, Türkiye’yle ilgilenen yabancı yatırımcıların Londra ve New York’taki toplantılarına katılan iki partiden birinin CHP diğerinin ise AKP oluşu ve toplantıların ardından yabancı yatırımcıların Türkiye borsasından yaptığı yüklü alımlar, AKP’nin dışta emperyalist efendilerin içte ise onların işbirlikçisisermaye sınıfının temsilcisi olduğuna birer örnektir.

AKP düzenin has evladıdır

Sermaye medyasında sözde AKP’ye karşı alınan tutum, kitleler nezdinde AKP düzen karşıtıymış gibi bir yanılsama yaratmaktadır. Buna en belirgin örnek basında Erdoğan ve AKP aleyhinde çıkan her habere karşılık AKP’nin oylarının artmasıdır. Bu aynı zamanda düzene karşı duyulan tepkinin de ifadesidir. Oysa gerçekte AKP düzene karşı olmadığı gibi, medyanın ve diğer düzen partilerinin bu yönlü söylemleri de başka bir ihtiyacın ürünüdür. Seçim gündeme geldiği andan itibaren sermaye iktidarı düzen siyasetine ve partilerine bir çeki düzen vermek, gerekli balans ayarlarını yapmak için kolları sıvadı. AKP’ye yaklaşım da bunun bir yönüdür.

Yeni bir 28 Şubat süreciyle karşılaşmak istemeyen sermaye iktidarı bu çerçevede AKP’yi 28 Şubat çizgisiyle sınava tabi tutmaktadır. Bununla birlikte AKP ve CHP karşı karşıya getirilerek, yeniden laik-anti laik kutuplaşmasıyla düzene güvenini yitiren ve solda duran kitleleri şeriat kokusuyla CHP üzerinden düzene yedeklenmek istemektedirler. Ve tabii Bayram Meral’in de içinde olduğu CHP meclise sokularak, başlıca görevi İMF yıkım programlarını daha bir kararlıkla uygulamak ve Irak savaşına katılmak olan hükümete karşı oluşacak tepki düzen sınırlarında tutulmak istenmektedir. Bunun için de AKP,-CHP kutuplaşmasıyla CHP’ye uygun zemin döşenmektedir. Gözden düşen Yılmaz da, “Biri öcü diğeri kurtarıcı rolüne sokuluyor ” sözleriyle bunu bir biçimde itiraf ediyor.

AKP, bırakın düzen karşısında bir konumda olmayı, düzen partilerinin kitlelerin güvenini en fazla yitirdiği bir dönemde tam da düzenin ihtiyaç duyduğu bir göreve soyunmuş ve bu açıdan düzenin has evladı olduğunu kanıtlıyor. Dinden, müslümanlıktan bahsederken Filistin’deki katliamlara, Irak’a dönük ABD saldırganlığına tek bir ses çıkarmıyor. Bir yanda işçi ve emekçilere bol keseden vaat dağıtırken, diğer yanda İMF programlarını kararlıkla uygulayacağını söylüyor. Batık banka patronlarıyla pazarlıklar yapıyor, mitinglere onların özel helikopterleriyle gidiyor. Hatta patronlar AKP adına oy isteyerek seçim kampanyasını bizzat katılıyorlar.

Beyaz Saray’a yakınlığıyla bilinen Washington Post gazetesinde “Müslümanlar kazansın” başlığıyla yayınlanan makalede; “AKP İMF’nin acı reçetesini kabul edeceğini söylüyor ve -gönülsüzce de olsa- Irak’ta çıkacak savaşta ABD’yle işbirliği yapacağı mesajını veriyor” deniliyor. Ordu içindeki kimi çevrelerin hala Erdoğan’ın partisini “Truva atı” olarak gördüğünü belirten makalede bir de Bush yönetimine şu çağrıda bulunuluyor: “Yanılıyorlar Erdoğan’ın hükümeti sadece kampanyasında söz verdiği şeyi yapacaktır: Demokrasinin geliştirilmesi. Bu Bush yönetiminin arka çıkması gereken bir attır.” ABD’nin demokrasiden ne anladığı zaten ortada olduğundan Erdoğan’ın demokrasiyi ne yönde geliştireceği de açıktır. ABDnin ve İMF’nin desteklediği, patronların kazanması için her türlü olanağı hizmetine verip açıktan desteklediği AKP, işçi ve emekçilere, gençliğe, yoksul köylülüğe ve mazlum halklara yıkımdan başka ne verebilir!