İMF eski hükümetle son görüşmesini yaptı...
Yıkım programlarını uygulama sırası Hükümet İMF ile son görüşmesini de yaptı. Ancak bu kez uşaklığının gereğini yerine getiremedi. Ne de olsa o artık bir uşak eskisidir. Yeni yıkım programını imzalatmak için yeni hükümeti beklemek üzere, İMF memurları, denetimlerini yapıp, çekip gittiler. Öylece ortada kala kalan hükümet de, ne yapacağını şaşırmış vaziyette görüşme ve sonuçlarıyla ilgili yalanlara başvurmaya başladı. İMF memurları giderken, hükümetle herhangi bir anlaşma yapılmadığını söylemelerine rağmen, Devlet Bakanı Masum Türker anlaşma imzaladıklarını söylüyordu. Burjuva basında tartışmalara yol açan bu ikili tutum, nihayet Türkerin imza atmadığını kabul etmesiyle geçtiğimiz hafta başında açıklığa kavuşmuş oldu. Aslında bu ve benzeri gelişmelere rağmen İMF programı tıkır tıkır işletilmeye devam ediyor. Öyle ki, seçim yatırımı çerçevesinde ortaya atılmış ve programdan sapma anlamına gelecek vaadler bile ortada bırakılıyor. Hükümet cephesinden (esasta DSPden) çıkan böyle vaadlerden biri, geçici işçilerin kadroya alınmasına ilişkindi. Hemen yapılacakmış gibi öne sürülen bu vaadin de çok geçmeden ne kadar boş olduğu görüldü. Yakın zamanda tek bir işçi için bile kadro açılmayacaktı. Tersine, kendinden sonraki hükümeti de bağlayacak biçimde, 2003 yılı için KİTlerden yeni tasfiyelerin taahhüdü verilmişti. İMFnin yeni anlaşma için yeni hükümeti beklediğini belirttik. Ancak bu öyle meraklı bir bekleyiş değil. Dikkat edilirse, İMFnin teftiş memurları son derece rahat görünüyor ve konuşuyorlar. Yeni hükümetin de bu soygun programını eksiksiz ve tereddütsüz uygulayacağından son derece eminler. Bu tutumlarında haksız da değiller elbet. Öncelikle, seçim sonuçları konusunda bir kaygı duymuyorlar. Çünkü seçime de, nasıl sonuçlanması gerektiğine de karar veren onlar. Daha doğrusu karar mekanizmasına dahiller. İkinci olarak; diyelim ki hesaba katmadıkları bir parti hükümete ortak oldu. Yine bir şeyin değişmeyeceğini, çünkü düzen partileri içinde İMF programı dışında bir programa sahip tek bir parti bulunmadığını onlar da çok iyi biliyorlar. Düzen partileri derken düzen solunu da katıyoruz. DSP 57. hükümetteki varlığı ve icraatıyla kanıtladı bunu. Yeni hükümet için seçilmiş CHP ise DSPden daha beter bir saldırganlık için şimdiden hazır vaziyette. Dervişi mal bulmuş Mağribi gibi kaparak kanıtladı nasıl bir İMFci olduğunu. Düzen sağı ise zaten vatan hainliği tescilini çoktan almıştır. Bütün bunlar saldırıların ana hedefi konumundaki işçi ve emekçi kitlelerce artık iyi biliniyor. Bu nedenledir ki, yıllardır hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek bir oy alamıyor. Ancak üçü-beşi bir araya gelip bir hükümet kurabiliyorlar. Fakat daha önemlisi, sol ve sosyalizm adını ağzından düşürmeyen reformist partilerin de ortaya İMF programlarına alternatif görülebilecek bir programla çıkamamalarıdır. Ancak bunda da garipsenecek bir durum yok. Çünkü sistemdeki çürüme, kokuşma ve çeteleşme o düzeye gelmiştir ki, ancak bir devrimle temizlenebilir. İMF-TÜSİAD yıkım programlarının tek bir alternatifi kalmıştır, işçi sınıfının devrim programı. Bunun dışında hiçbir müdahale, hiçbir reform soruna çözüm olmayacaktır. İMF programları dıştan bir dayatmayla, gönülsüzce uygulanmıyor. 57. hükümetin yineleyip durduğu gibi, bu programlar egemen sınıfın ve devletin isteğiyle, gönüllü olarak uygulanmaktadır. Onlar buna Türkiyenin ihtiyacı diyorlar. Çünkü Türkiyeyi kendileriyle özdeşleştiriyorlar. Ücretlerin düşürülmesi, sömürünün yoğunlaştırılması, işçi ve emekçinin iliğinin kurutulması, öncelikle TÜSİAD oligarklarının ihtiyacıdır. İMF bu süreçten emperyalist tekellere düşen payı tahsil ediyor sadece. Bu böyle olunca da, bu programları reddedecek olanın, emperyalizmi olduğu kadar TÜSİADı, dolayısıyla devleti karşısına alması gerekiyor. Ben İMF-TÜSİAD programını uygulamayacağım demek, sıradan ve basit bir tutumun ifadesi olamaz. Bunun içindir ki sınıfın devrimci partisi dışında bunu doğru bir şekilde gerekçelendiren yok. İşçi sınıfının devrimci partisi bunu nasıl başaracağını programına yazmıştır. Emperyalizmle tüm kölelik ilişkilerine son verilecek, tüm anlaşmalar iptal edilecek, üs ve tesislere el konulacaktır. Ancak, bunları yapabilmek için, öncelikle içerdeki ortaklarının egemenliklerine son vermek gerekiyor. Bu da, meclise 3-5 milletvekili sokmakla, hatta seçimlerden ezici bir çoğunluk oyuyla galip çıkıp hükümet kurmakla olmuyor. Kapitalist sınıf ve devleti ayakta kaldığı sürece, hükümete kim geçerse geçsin, hakimiyet millete geçmiyor. Sınıflı toplumda yaşadığımız sürece, iki sınıftan birinin diktatörlüğü zorunlu. Eğer içi sınıfının diktatörlüğü altında, emeğin ve emekçinin korunduğu, geliştirildiği, İMFnin defedildiği, yoksulluğun altedildiği adil bir düzen için uğraşmıyorsanız; kapitalist sınıfın diktatörlüğü altında işsiz ve aç kalmayı, emperyalist savaşlarda telef edilmeyi, İMF yıkım programlarıyla sefalet bataklığında yüzmeyi kabul etmek zorundasınız. Seçimlerde, İMFci düzen partilerine verilecek her oy, kendi sefaletinin onaylanması, kendi geleceğinin kendi ellerinle ipotek altına alınması olacaktır. Düzen partilerinden hesap sormanın tek yolu, işçi sınıfının devrimci partisinde örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmektir. |
|||||