Savaş planları çerçevesinde Kürt devleti meselesine yeni yaklaşımlar A. Azin Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün 16 Ekim tarihli açıklamasından sonra düzen çevreleri, Kuzey Iraktaki gelişmelerle ilgili olarak farklı argümanlar kullanmaya başladılar. Ertuğrul Özkök, Cengiz Çandar gibi belli başlı sermaye kalemşörleri, Irakta oluşacak bir Kürt devletinin Türkiyenin çıkarlarına aykırı olmayacağını, oradaki Kürtlerden Türkiyenin de koz olarak yararlanması gerektiğini yazıyorlar. Bilindiği gibi çeşitli emperyalist güçlerin, en başta da ABDnin, Ortadoğu politikalarında Güney Kürdistan Kürtlerini bir koz olarak kullanmak önemli bir yer tutuyor. Bunun bir karşılığı da var. Emperyalistler YNK ve KDP güçleri üzerinden Iraka her zaman bir müdahale zemini yaratabiliyorlar. 91 Körfez Savaşında ABDnin izlediği politika bu açıdan oldukça çarpıcıdır. ABD, Irakı yerle bir ettikten, Saddam rejimine geri adım attırdıktan hemen sonra bölgedeki hegemonyasını pekiştirmek için kirli bir oyuna başvurmuştu. 36. paralelle Türkiye sınırı arasındaki Kürt bölgesini Irak uçaklarının uçuşuna yasak bölge ilan etmek için, önce KDP ve YNK güçleri ile Şii grupları ayaklandırmış, daha sonra onları Saddam güçlerinin karşısında yalnız bırakmıştı. Ardından Saddamın uyguladı&curen;ı şiddeti bahane ederek bölgeye yerleşmişti. Böylece bölgeye yönelik politikasının önemli bir adımını atmıştı. Talabani ve Barzani güçleri, PKKye karşı (ulusal kurtuluş mücadelesini devrimci çizgide sürdürdüğü dönemlerde) sıkça kullanıldılar. Türkiye bu iki burjuva-feodal gücü kullanarak PKKyi zayıflatmaya çalıştı. Dahası onları zaman zaman, yürüttüğü kirli savaşın bizzat içine çekti. Kürt Parlamentosunun ilk adımı da gene Türkiyenin bu yönlü politikasına uygun olarak atıldı. Türkiyenin amacı sınıfsal konumları itibarıyla ulusal kurtuluş gibi bir davaları olmayan bu iki gücü biraraya getirip, Kuzey Kürdistanda olduğu kadar Güney Kürdistanda da giderek güç olan PKKye karşı savaştırmaktı. Ama kendi çıkarlarını herşeyin önüne koydukları için, zamanın bu iki işbirlikçi gücü birbiriyle tekrar çatışmaya tutuştu. Kürt Parlamentosu da u yılın Ekim ayına kadar bir daha toplanamadı. Kürt Parlamentosunun yeniden toplanması, seçim propagandasında İMF programı ve Amerikan uşaklığını vaadetmek dışında kullanabilecek bir malzemeleri olmayan düzen partilerine rahat bir soluk aldırdı. Herbiri bu meselenin üzerine atladı, şovenizmi tırmandırma yarışına girdi. Hepsinin ortaklaştığı nokta Kuzey Irakta bir Kürt devletinin kurulmasına izin verilmemesi oldu. Düne kadar Türkiyenin ABD piyonu olarak savaşa girmesi konusuna değinmeyi pek tercih etmeyenler, savaş yanlısı saldırgan yüzlerini ortaya koydular. Yaslandıkları seçmen kitlesinin duyarlılıklarını hesaba katan, bu çerçevede sık sık biz savaş istemiyoruz diyenler ise, bir yandan ABDnin Kürt devleti planlarından, bir yandan da buna izin vermemek için gene savaşa dahil olmak gerektiğinden bahsettiler. Tabii bunlar seçim meydanlarında olunca savaş olgusu daha fazla oranda kitlelerin gündemine giriyor. Hatırlanacağı gibi Dışişleri Bakanlığı tarafından, gerek Irakın bütünü, gerekse Kuzey Irak bağlamında Türkiye ile ABDnin çıkarlarının örtüştüğünü vurgulamış, Kürt parlamentosunun toplanmasından sonra açıklama yapan düzen partilerini azarlamıştı. Azarlananların başında Türkiye istemediği halde savaşa sürükleniyor, çok gencimiz ölecek sözlerini sarfeden Başbakan Ecevit geliyor. Yani kendisine bağlı bir bakanlığın bürokratı kalkıp sert bir tarzda Başbakanı haşlayabiliyor. Burjuva siyaset sahnesinde cereyan eden bu orta oyunu, sermaye iktidarının kurumsal yapısına ve işleyişine bir kez daha ışık tutuyor. Rejimin yaşamsal ve temel sorunlarında söz ve karar yetkisi tümüyle derin devlete; başında ordu ve Genelkurmayın bulunduğu bu karanlık aygıta aittir. Ayrıca perde arkasında bütün işlerde derin devlete bağlı bürokratların tartışmasız bir inisiyatifi mevcuttur. Daha da önemlisi, yaşanan olaylar egemenlerin temel bir yönetme politikasını da gözler önüne seriyor. Egemenler, özellikle medya aracılığıyla 24 saat alttan alta kirli ve haksız savaşın kanıksattırıldığı yığınlar savaşla ilgili gerçekleri görmesinler istiyor. Gelişmeler öyle bir aktarılsın, gerçekler öyle bir çarpıtılsın ki, kimse savaş karşıtlığı yapacak neden görmesin. Genel yayın yönetmeninin derin devletin yeni dönem yetiştirmelerinden olduğu su götürmez olan Radikal gazetesinde aynen şu satırlar yer alıyor: Edinilen bilgilere göre, Dışişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı, seçim meydanlarında Irak operasyonlarının konu edilmesi ve liderlerin Türkiyenin politikalarıyla bağdaşmayan açıklamalar yapmasından rahatsızlık duyuyor. Devamında yazılanlara göre, Dışişlerinin bu konuda adımlar atması, Kürt liderlerin devlet kurma imajı veren açıklamalarına son vermesi istenecek ve Türk siyasetçilerinin bu konuda olur olmaz açıklamalar yapması engellenecek... Dışişlerinin yukardaki açıklaması bir gün sonra evrilip çevrilse de gerekli mesaj verilmiş oldu. Sermaye kalemşörleri mesaja uygun olarak oynattılar kalemlerini. İsmini ilk andıklarımız işin bir ucundan, İsmet Berkan gibiler ise içeriye çeki düzen verme ucundan tuttular. Özkök ve Çandar taktikçiliğe soyunurken, İsmet Berkan Başbakana yönelik azarın dozunu ayarlamaya, kitleleri uyutmaya çalışıyor. 17 Ekimde yayınlanan yazısında, hayatın Eceviti yalanladığını, bu nedenle gençlerimiz ölecek sözünü ciddiye almamak gerektiğini belirttikten sonra, muhtemel savaş planını izah ediyor. Sonra da halkı Dışişleri açıklaması doğrultusunda ikna etme amacıyla şöyle yazıyor: Biz Türkiyenin büyük devlet olduğunu iddia ediyoruz ama Başbakanımız, seçime üç hafta kala kıytırık bir federsyon oluşumunu, bunu Türkiyenin resmen desteklediğini de unutarak, Gençlerimizin kanı dökülecek gibi yalan cümlelerle seçim malzemesi yapmaya kalkışıyor... Artık Türkiyenin kıytırık bir federasyon oluşumunu sanki öteden beri resmen desteklediği izlenimi yaratılıyor. Aynı şey Dışişleri Bakanlığının açıklamalarında da ima ediliyor. Oradaki cemaatlere gereken güvenliği Türkiyenin sağladığı, gelişmelerin Türkiyenin kontrolünde olduğu sık sık vurgulanıyor. Ayrıca bölgeye yönelik planlara uygun herşey de açıklamalara yediriliyor. Bir yandan Kürt gruplarına gözdağı veriliyor, bir yandan havuç gösteriliyor. Bir yandan ordunun Kuzey Iraka asker yığdığı yalanlanıyor, bir yandan K. Iraktaki varlığımız devam edecektir deniliyor. En çok da Türkiyenin bölgedeki gelişmelerle ilgili gerekli her türlü önlemi alacağına vurgu yapılıyor. Yazılıp çizilenlere, güdük açıklamalara ve diplomasi trafiklerine bakılırsa, Türk ordusuna Bağdattan sürülecek Irak ordusu kalıntısına Kuzeyden set çekme görevi verilmiş. Bunun karşılığında ise Türk ordusu, Irakta işler rayına oturana kadar, Musul ve Kerkükü de kapsayan Kürt bölgesinin denetimini elinde tutacak. Ama Irak ordusuyla karşı karşıya geldiğinde Türk ordusunun orada zorluk çekmemesi için de Talabani ve Barzaninin ağızlarına bir parça federasyona bulanmış bal çalınacak. Kürtlere muhtemelen verilmiş olan federal yapı sözünün hiçbir güvencesinin olmadığı ise biliniyor. Dizginleri elde tutulan ve emperyalist güçler gibi bölge politikalarında bir koz olarak yararlanılabilecek bir Kürt devleti oluşumunun Türkiyenin çıkarlarına aykırı olmayacağı söylemi, burjuva yazarların açıkladıkları savaş zamanı ve savaş sonrası politikalara uygun bilinçli bir söylemdir. Düne kadar Kürt ve devleti kelimelerinin yan yana gelmesinden kırmızı görmüş boğaya dönenler, ABDnin savaşta Türkiyeye biçtiği misyona ve Güney Kürdistanda kalıcılık hayallerine uygun olarak, şimdiden federe Kürt devletinden bahsedebiliyorlar. Elbette düşünülen devlet, Barzani ve Talabani gibilerin güya iktidar oldukları ama dizginleri Türkiyenin tutaması ümit edilen bir oluşum. Başta da belirtildiği gibi, Kürtleri bir koz olarak kullanmak, herbir emperyalist gücün Ortadoğu politikasının temel bir bileşeni durumunda. Dolayısıyla İmralıdan sürekli güvence alan ve ulusal mücadeleyi ezdiğine giderek daha fazla inanan Türk devletinin de buna uygun bir çizgi dillendirmesi fazla şaşırtıcı değil. Egemenler Kürt sorunundan çıkar sağlamak, yeri gelince Kürt halkını harcamaktan asla geri durmayacaklardır. |
|||||