11 Mayıs'02
Sayı: 18 (58)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs sonrasında artan görev ve sorumluluklar
  Lastik sektöründe greve doğru...
  Safları sıklaştır, gücünü birleştir!
  SASA ile dayanışmayı yükselt!
  Sermayenin "esnek üretim" saldırısı
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği için birleşip örgütlenmeliyiz!
  Kapitalizmin kâr hırsı ve sendika ağalarının ihaneti
  Eski bohçalar yeniden açılıyor
  1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler
  Kadın sorunu ve feminst yanılgılar
  Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler-2
  Emperyalizmin kıskacında Ortadoğu
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm
   Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli olmak
   İsrail barışı üzerine
   Bir neo-liberal ırk ve kültür ayrımcısının ölümü
   Almanya: Metal işçilerinin grevi sürüyor
   Bir kararın anlattıkları
   Bilinçli, inançlı ve soluklu devrimci Hatice yoldaşı andık...
   Denizler'in devrimci geleneği yaşıyor!
   Sınıf çalışmasında yaratıcılık ve bir deneyim
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kapitalizm ve satış elemanları gerçeği

Biz işçi ve emekçiler, devrim mücadelesindeki en önemli araçlarımızdan biri olan SY Kızıl Bayrak'ı sürekli yükseltme çabası içerisinde olmalıyız. Yaşamlarımız, deneyimlerimiz ve birikimimizle gazeteyi zenginleştirmek en temel bir görevimiz. Bu sebeple mücadele postası sayfasını bir tartışma kürsüsüne çevirebilmeli, hayatlarımızı ve sorunlarımızı bu sayfalardan diğer emekçilere taşıyabilmeliyiz. Böyle bakıldığında bir önceki hafta yayınlanan "Türkiye'de satış elamanları ve sorunları" başlıklı mektup son derece olumludur. Ancak içeriğinin gözden geçirilmesi gerekiyor.

DİE'nin 3 yıl önceki verilerine göre Türkiye'de kayıtlı 270 bin pazarlamacı bulunuyor. Bu rakam satışların düştüğü ve işsizliğin arttığı dönemlerde daha da yükseliyor. Bu insanlar tüm sosyal haklardan yoksun olarak berbat çalışma koşulları altında sömürülüyorlar. Ancak pazarlamacılık gibi sektörlerin kapitalizmin aşırı gelişiminin sonucu olarak ortaya çıktığını ve ülkemizdeki yaygınlığının kapitalist gelişmenin Türkiye'deki yapısal zaaflarından beslendiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Büyük tekellerin pazarda bıraktığı boşluğun hevesiyle işe girişen bir takım uyanık şahıslar, fason malları fahiş fiyatlarla satarak, alıcıları ve bu alanda çalışanları sözkonusu mektubun sahibi okurun ayrıntılı biçimde yazdığı şartlarda çalıştırarak dolandırıyorlar. Böylelikle sağlanan gelir ya sermaye birikimi yoluylaya da bankalar aracılığıyla kapitalist çarkı çevirmekte kullanılıyor.

Dikkat edilmesi gereken nokta, bu alanda çalışanların sınıf kimliğidir. Bu sektör üretime dayalı bir alan değildir. Genelde işsizler ordusu saflarında çıkan bu insanlar büyük bölümüyle bireysel kurtuluş umuduna kapılmış deklase unsurlardır. Bunların "ülkenin diğer emekçilerinden soyutlamadan kazanmak" pek mümkün değildir; çünkü prim usulü kazanç bu insanları hergün emekçilerle karşı karşıya getirmekte ve üç gün sonra kullanılmaz hale gelecek bir tencereyi fahiş fiyatla satmaları çıkarlarını ayrıştırmaktadır. Ayrıca bu satış yöntemi kandırmaya dayandığı için, bu olgu pazarlamacıların yaşadığı ahlaki çürümenin temel nedenidir. Yine bir işçinin düzenli yaşamından çok uzağında duran bu insanların işçi gibi ele alınması ve örgütlenmesi zor olmasının dışında yr yer zararlıdır da.

"Satış elemanlarının tüm emekçiler gibi sınıf sendikacılığını kavramaları" kulağa hoş gelmekle birlikte anlamsız ve dayanaksız bir sözdür. Bu alanda bir sınıf sendikacılığı mümkün değildir. Ancak ilerici bir takım dernekler vb. oluşturulabilir. Arkadaşımızın, "Bu konuda devrimcilere düşen görev, bu kitlenin sorunlarına eğilmek, siyasal bilinç kazandırmak ve satış elemanlarını ülkenin diğer emekçilerinden soyutlamadan kazanmaktır." cümlesinin tersten kurulmasının daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda sınıf devrimcilerine düşen görev, bu kitlenin işin özünde bir tür lümpen proletaryayı teşkil ettiğini unutmaksızın, önceliğin işçi sınıfının geniş kesimini oluşturan fabrika işçilerinde oduğunu gözden kaçırmadan, olanaklı olduğu ölçüde satış elemanlarına d siyasal bilinç taşımak ve onları işçileştirerek sınıfa yedeklemektir.

Elbetteki bu rezil işin kendisi gibi, burdaki çalışma koşullarının berbatlığı da, ahlaki yozlaşma ve kaypaklık da kapitalizmden kaynaklıdır. Bu yüzden "satış elemanlarının da kurtuluşu sosyalizmden geçmektedir." Ancak sınıfa karşı sınıf perspektifini hiç yitirmeksizin bu mümkün olacaktır.

Tüm SY Kızıl Bayrak çalışanlarına harcadıkları emek için teşekkürlerimi ve başarı dileklerimi sunuyorum.

Komünist bir işçi/Ankara



“Kaçarsa vurun!..”

Bu yazıyla yaklaşık bir yıl önce askerlikte yaşadığım bir olayı anlatacağım. Bir avuç burjuva çocuğu en lüks arabalarla gezip, barlarda, kafelerde, diskolarda gününü gün ederken, biz işçi ve emekçi çocukları ise silah altında, marşlar ve yalanlarla, gençliğimizin en güzel 1.5 yılını en ağır, en kötü koşullarda, kimi zaman canımızın bile hiçe sayıldığı şekilde geçiriyoruz.

Bir sorundan dolayı izne gitmek için yetkili komutanla görüştüm. Verilen cevap “3.5 ay sonra belki” oldu. İstese hemen gönderebilirdi. Psikolojik bunalıma girdim, defalarca izin girişimim sonuç vermeyince firar ettim. İstanbul’dan İzmir’e geldim. Çevremdeki insanlar tarafından çok soğuk karşılandım.Yakalanma korkusuyla 6 gün evime gidemedim.

Eve gittiğimde babamla karşılaştım. Babam yalvarır bir tarzda askeri inzibatın aradığını ve inzibat karakol komutanının “Eğer oğlunla gelirsen sizi beraber gönderirim birliğine. Korkmayın hiçbir şey olmaz” dediğini söyledi. Babamla beraber ben de çaresiz inanmıştım. Babamla karakol kapısına gittiğimde içeri yalnızca beni aldılar, “bundan sonrası bizim işimiz” dediler.

İki gün sonra İzmir İl Jandarma’ya götürüldüm. Komutan, “Üzerinde ne varsa çıkar, masanın üstüne koy ve soyun” dedi. Üzerimde yalnızca iç çamaşırım kalmıştı. Bağırarak onu da çıkarmamı söyledi. Cüzdanımda Yılmaz Güney’in resmi vardı. “Güney’i seviyorsun ha!” dedi. “Evet” dedim. “Üstünü giyin aşağıya in, birazdan seninle özel olarak ilgilenirim” dedi.

Beni nezarethaneye götürdüler. 9 kişi daha vardı. İçerdekiler korku dolu ve kısık bir sesle buranın şartlarını anlatmaya başladılar. Komutanın emriymiş, her gelene anlatılması. Yemek yersen cebinden, yatak yok, banyo yok. Beton üzerinde yalnızca giysileriyle yatıyorlardı.

Ve kapı açıldı, komutan beni çağırdı. Elindeki copla vücudumun her yerine vurmaya ve tekmelemeye başladı. Hızını alamadı yanımdakilere girişti. Vurmaktan yorulunca küfürler savurmaya başladı. Dışarı çıktı ve bir erle geri geldi. Erin elinde makas vardı. Saçlarımı bir koyunu kırpar gibi kestirtti. Yerdeki saçlarımı bana toplattı ve benden berber parası istedi. Bir de hiç yapılmayan temizlik giderleri için para istedi. Bir miktar para aldıktan sonra çıkıp gitti.

Betonda yatamıyorduk. Sabah günaydını dayak, küfür ve zorbalıktı. Daha önce burada biri tam 83 gün kalmış, bitlenmiş ve delirmiş bir şekilde Muş’a sevkedilmiş.

4 gün sonra sevkimin çıktığı söylendi, inanamadım. Bu 4 gün bana 4 asır gibi gelmişti. Kapıya iki jandarma geldi, ellerimi zincirle sıkıca bağladı. Yola çıkmadan önce bir uzman çavuşun jandarma erlerine verdiği emir hiç kulaklarımdan gitmiyor: “Kaçmaya çalışırsa çekinmeyin vurun, bir şey olmaz. Ben gerekeni yaparım. Bu şerefsizlerin aslında yaşaması suç.”

Yaşadıklarım çok zoruma gitmiş, beni psikolojik olarak yıkmıştı. Elime ilk silah aldığımda kendimi öldürmeyi düşündüm. Ama arkadaşlarım beni hiç yalnız bırakmadılar.

İşte sermaye devletinin ordusunun şefkati. Bu yalnızca benimle sınırlı değil, herkese yapılıyor. İşçi ve emekçi çocuklarının teslim edildiği ve anne-babaların çok güvendiği ordu gerçeği. Biz suskun ve örgütsüz bir toplum olduğumuz sürece bize reva görülen daha beteri olacaktır. Savaşlara yollanan, vergilere bağlanan, sömürülen, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, zulüme ve ölümlere terkedilen hep bizler olacağız. Kurtuluşumuz kendi ellerimizdedir. Yeter ki biz mücadele etmesini bilelim.

SY Kızıl Bayrak okuru/İzmir



Emekli-Sen’in 1 Mayıs’a çağrı etkinliği

Adana DİSK Emekli-Sen Şubesi 29 Nisan’da 1 Mayıs’a dönük dostluk ve dayanışma etkinliği düzenledi. Etkinlik şube başkanının okuduğu basın açıklaması ile başladı. Açıklamada 1 Mayıs’a kitlesel bir katılım sağlanması gerektiği vurgulandı. Etkinliğe 1 Mayıs’ı anlatan konuşma ile devam edildi. İMF ve hücre saldırılarına karşı tüm ezilenler alanlara çağrıldı. Ardından Filistin ile ilgili bir şiir okundu. Müzik dinletisinin ardından etkinlik sona erdi.

Adana'da bir ilk olması nedeniyle böyle bir etkinlik son derece anlamlı. Bu tür etkinliklerin daha kitlesel gerçekleşmesi önümüze koymamız gereken bir görev. Birlik ve dayanışmanın acil bir ihtiyaç olduğu şu dönemde bu ayrı bir önem taşıyor.

Bir okur/Adana