11 Mayıs'02
Sayı: 18 (58)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs sonrasında artan görev ve sorumluluklar
  Lastik sektöründe greve doğru...
  Safları sıklaştır, gücünü birleştir!
  SASA ile dayanışmayı yükselt!
  Sermayenin "esnek üretim" saldırısı
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği için birleşip örgütlenmeliyiz!
  Kapitalizmin kâr hırsı ve sendika ağalarının ihaneti
  Eski bohçalar yeniden açılıyor
  1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler
  Kadın sorunu ve feminst yanılgılar
  Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler-2
  Emperyalizmin kıskacında Ortadoğu
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm
   Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli olmak
   İsrail barışı üzerine
   Bir neo-liberal ırk ve kültür ayrımcısının ölümü
   Almanya: Metal işçilerinin grevi sürüyor
   Bir kararın anlattıkları
   Bilinçli, inançlı ve soluklu devrimci Hatice yoldaşı andık...
   Denizler'in devrimci geleneği yaşıyor!
   Sınıf çalışmasında yaratıcılık ve bir deneyim
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler

T. Can Özge

Kamu emekçileri 2002 1 Mayıs’ına belli bir mücadele birikimi ve deneyimi üzerinden katıldılar. 2002 1 Mayıs’ını değerlendirmeden önce bu birikim ve deneyime kısaca gözatmak gerekiyor.

Kamu emekçileri kendilerini işçi sınıfının bir bileşini olarak görmeye ve mücadeleye aktif olarak katılmaya başladıktan sonra “devlet memuru” kimliğini reddettiler. Hiçbir yasal dayanağı olmadan sendikalarını fiilen kurdular. Bugün kitleler nezdinde kamu emekçilerinin mücadelesini meşrulaştıran da bu fiili mücadele oldu. Bu mücadelede birçok deneyim kazandılar. En başta hizmet ettikleri devletin terörüne ve saldırısına maruz kalarak gerçek yüzünü gördüler. Bu da sendikal mücadele ile yola çıkan kamu emekçilerinin giderek politikleşmesini sağladı.

İlk dönemlerde devrimci, demokrat kamu emekçilerinin hareket içindeki ağırlığı, devletin kamu emekçileri mücadelesini sindirmek için uyguladığı baskı ve saldırılara karşı militan bir karşı duruş sergilenmesinde önemli bir etken oldu. Taban dinamikleri üzerinden yükselen bu militan mücadele hattı reformist sol akımlara yakınlık duyan üye ve yöneticileri de fiili-meşru mücadeleye zorladı.

Baskı ve zor yoluyla hareketi geriletemeyen devlet ince politikalarla dizginleme ve denetim altına alma yoluna gitti. Bu ‘94 yılında gündeme getirilen, en çok üyeye sahip konfederasyonun yetkiyi alacağı ve devletle görüşeceğini içeren sahte sendika yasa tasarısıydı. Sermayenin bu saldırısı hareket içindeki reformistlerde devletin beklediği etkiyi yaratmakta gecikmedi. Bu aşamadan sonra konfederasyonlaşma sürecine girildi. Bunun gerekçesi, sendikalar arası birliği sağlamak ve mücadeleyi daha da güçlendirmek olarak sunuldu.

Az sayıda devrimci, demokrat kamu emekçisinin militan mücadelesi ile kurulan sendikalar, reformistlerin yönetimlere gelmek için her türlü ayak oyunlarına ve kirli ittifaklara giriştiği bir platform haline geldi. Devletin “uslu çocuk” olma karşılığında düzen içinde açtığı alana kolayca sığan reformistler, yetkiyi alabilmek için tabandaki dinamik, devrimci, ilerici unsurları ayıklamak zorundaydılar. Fiili-meşru-militan mücadele geleneğine sahip kamu emekçilerini bir anda pasif ve uzlaşmacı çizgiye razı etmek kolay olmadığı için, fiili mücadele ile birlikte meclis koridorlarını aşındırmak, devlet yetkilileri ile görüşerek hak dilenmek, AB’ye girerek demokratikleşmek vb. bakışlar süreç içinde harekete dayatıldı. Bu bakış mücadeleyi sendikal zeminde ve sendikal haklar için mücadele ile sınırladı. Bu geri ve uzlaşmacıbakışa rağmen iktisadi, sosyal haklarla sınırlı mücadelede anlamlı bir kazanım elde edilememesi, sürgün, soruşturma vb. baskılara karşı mücadele yürütülememesi, sonuç alana kadar değil tabandaki öfke boşalana kadar eylem mantığı giderek hareketi yordu, kendi gücüne olan güveni zedeledi.

Bugün reformist önderlik eliyle teslimiyetçi ve pasif bir mücadele hattı ileri söylemler eşliğinde harekete dayatılmakta, sayısal anlamda güç olmak için kitlelerin geri bilincine yönelik politikalar programlaştırılmaktadır. Reformizm bu geri bilinç üzerinden kendini varetmektedir. Taban dinamiği üzerinden yükselen kamu emekçilerinin mücadele azmi, bilinci ve isteği bugün reformist önderlik tarafından dumura uğratılmakta, reformist bürokratlar eliyle sermayenin denetimine sokulmaktadır.

Kamu emekçileri 2002 1 Mayıs’ına bu birikim ve deneyim üzerinden katıldılar. Buna 1 Mayıs’a birkaç gün kala afiş asma, bildiri çıkarma vb. göstermelik çalışmalar dışında hiçbir ön hazırlık yapılmaması eklendiğinde, kamu emekçileri cephesinden katılım bu sene oldukça düşük oldu. Reformist bürokratlar tarafından iş bırakmanın marjinal bir eylem biçimi olarak algılandığı koşullarda katılımın daha fazla olması da beklenemezdi. İşi gücü örgütlenme kampanyası yürütmek olan KESK yönetimi, 1 Mayıs’a katılım için ne doğru dürüst işyeri ne de üye toplantıları yaptı.

Bu sene KESK’in katılımı en kitlesel olan illerde 1500-2000 kişiyi aşamadı. Sayısal azlığa rağmen dikkat çeken nokta, 1 Mayıs’a en diri ve politik unsurların katılmış olmasıydı. Bugüne kadar toplumun diğer ezilen kesimlerinin sorunlarını da sahiplenen kamu emekçileri için tabii ki bu şaşırtıcı bir durum değil. Gençliğin, Kürt halkının sorunlarını, talep ve şiarlarını sahiplenmeleri, yıllardır devlete karşı yürüttükleri dişe diş mücadele ile öne çıkan faşizme karşı tepkileri, devrime ve devrimcilere olan sempatileri vb. bu 1 Mayıs’ta da öne çıkan şiarlar arasındaydı. Alana belli oranda coşkularını ve politik şiarlarını yansıttılar.

Sahte sendika yasasına karşı mücadele alana çok fazla yansımasa da bugün reformist bürokratlar “yasanın geçmesi son değil bir başlangıç” söylemini kullanarak tabanı oyalamaktadır. Yasaya karşı mücadele ise bu ihanetçi takımın işi ve görevi olamaz. Bugüne kadar sermaye devletinin sendikal örgütlenme yasağı da dahil pek çok anti-demokratik yasak ve uygulamayı fiilen delerek, önüne çekilen barikatları aşarak mücadele içinde güç ve deneyim birikimi elde eden kamu emekçileri hareketini ileri taşıyacak olan devrimci kamu emekçileridir. Bugün yasanın geçmiş olması bunun önünde bir engel değildir.

Bugün için önemli olan, insanca yaşam koşullarına ulaşmak için önüne koyduğu iktisadi-sendikal talepleri elde etme mücadelesiyle politikleşen kamu emekçileri hareketini, reformist yönetimin ekonomizm, sendikalizm, demokratizm, yasalcılık vb.’den beslenen küçük-burjuva sınıf politikasının etki alanından çıkarmayı başarabilmektir.

Bu doğal olarak devrimci kamu emekçilerine güncel ve ertelenemez görevler yüklemektedir. Reformist barikatı aşmak için düzeni ve devleti hedef alan ideolojik-politik ve örgütsel-pratik mücadelenin tabandan doğru yükseltilmesi kamu emekçileri hareketini ileri taşıyacaktır. Reformist önderliğin yarattığı güvensizlik ancak sürekli, etkin ve ısrarlı devrimci bir pratik ve devrimci önderlikle aşılabilir. Devrimci kamu emekçileri bugün hareket içindeki niceliğinden bağımsız olarak ihtiyaca uygun temel ve taktik politikaları alana taşıyarak, taban inisiyatifine dayanan bir güçle reformizmi etkisizleştirebilir, KESK’i fiili-meşru ve militan mücadele hattına çekebilir.



1 Mayıs sabahını makinaların başında karşıladık...

Yaşasın dünya işçi sınıfının birlik,
dayanışma ve mücadelesi!

Bu yıl 1 Mayıs’a, dışarda emperyalist savaş ve saldırganlığının boyutlandığı, Ortadoğu'da İsrail siyonizminin ABD desteğiyle Filistin halkını soykırımdan geçirdiği ve buna karşı dünya işçi ve emekçilerinde gelişen eylemli dayanışmanın yarattığı atmosferle girdik. İçerde ise, krizin işçi ve emekçilere ödettirilmeye çalışılan faturasının kitlelerde biriktirdiği öfkeyle. Bunun yanına uzun bir süredir estirilen terör, en küçük bir hak arama eylemine karşı gösterilen tahammülsüzlük ve sömürüyü perçinleyen uygulamalara karşı emekçilerde biriken öfkeyide eklemek gerekiyor. Böyle bir dönemde 1 Mayıs’ın anlamı ve önemi her zamankinden daha büyüktü.

İşçiler, emekçiler ve gençlik, 1 Mayıs’ın iş gününe denk geliyor olmasına rağmen, önceki senelere göre daha kitlesel bir katılım gösterdiler. Peki 1 Mayıslar’a daha az katılan, her an işten atılma tehdidiyle yüzyüze olan örgütsüz işçiler nasıl karşıladı 1 Mayıs’ı.

Vardiyalı olarak üretim yapan örgütsüz bir metal fabrikasında çalışıyorum. Biz işçiler 1 Mayıs’ı nasıl karşıladık, bu yazıda buna değineceğim.

1 Mayıs’ı günler öncesinden aramızda sınırlı da olsa konuşuyorduk. Geçen seneye göre bu sene 1 Mayıs’a gideceğini söyleyen arkadaşların sayısı artmıştı. Son dönemlerde üzerimizdeki baskılar da artmıştı. İşten atılmakla tehdit edilip, zorunlu olarak mesailere bırakılıyorduk.

Çalışma koşullarımız şöyle. En yorucu olanı, iki vardiya olarak çalışılan bölümde sabahlamaların olması. Akşam 04:00-12:00 vardiyası sabah 08:00’e kadar da çalışıyor. 16 saat çalışılan sürede toplam birbuçuk saat yemek ve çay molası veriliyor. İş fazla dikkat gerektirdiğinden en çok göz yorgunluğu oluyor. Sabahlamalarda verilen yemekler az ve doyurucu değil. Fazla mesailere ilk başlarda işçiler kendi istekleriyle kalıyorlardı. Yemekten zehirlenme yaşanması ve bir arkadaşımızın sabahlamaya kaldığı günün akşamı bayılması üzerine bu sayı bayağı azaldı. Bunlar yaşandığında hiçbir şey yapılmaması (hastaneye bile götürülmemesi) işçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Bayılan arkadaşımızın etrafına toplandığımızda, hemen bizi makinaların başına geri gönderdiler. Bayılan arkadaş kendine geldiğinde onu evine göndermişler, oys bize hastaneye götürüleceği söylenmişti. Bu olaydan sonra her iki vardiyada da işten atma tehdidiyle zorla mesai dayatıldı.

1 Mayıs sabahını yine zorunlu olarak makinaların başında karşıladık. Mitinge gidecek arkadaşlar mesaiye kalmışlardı. İlk başta dört kişi geleceğini söyledi. Sabaha karşı ise uykusuz kaldıkları için üzülerek gelemeyeceklerini söylediler. Ben verdiğim sözü tuttum, günlerdir beklediğimiz dünya işçi sınıfının mücadele, birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta Çağlayan Meydanı’na gittim. Sonuna kadar kalamasam da, alandaki havayı soludum.

Fabrikaya gittiğimde arkadaşlar nasıl geçtiğini sormaya başladılar. O akşam çoğunlukla sohbetimiz 1 Mayıs üzerine oldu. Paydosa kadar arkadaşlar yanıma gelerek durumumu sordular, benimle ilgilendiler. Gelmekten vazgeçen arkadaşlardan biri, “bana bak kendini kötü hissedersen, bir şey olursa hemen haber ver” derken, yaşça büyük eski işçilerden biri yanıma gelip, “bu kablolar iyi oturmuyor” dedikten sonra gülerek “herhalde daha uykun açılmadı senin” diye takılıyordu. Tüm yorgunluğuma rağmen 1 Mayıs’a gitme iradesini nasıl gösterdiğimi soran arkadaşa “1 Mayıs ruhu insanı ayakta tutuyor” cevabını veriyordum. Başka bir arkadaş ise çalıştığım makinanın etrafını silip süpürdü.

Sonuç olarak, işçileri alana taşıyamasam da, en azından 1 Mayıs’ı tartışabilmiş, gündemlerine sokabilmiştim. Biz öncü işçiler için önemli olan da öncelikle meseleleri işçilerin gündemlerine sokabilmektir. Bu yapıldıktan sonra gerisi daha kolay gelecektir. O günden sonra işçiler bana daha sıcak ve samimi davranıyorlar. Ben de onları daha yakından tanımaya, değişik yönlerini daha iyi anlamaya başladım.

Komünist bir metal işçisi