Lastik sektörünün üç büyük fabrikasında grev kararları asıldı. Yasal süre içinde sendikayla işverenler arasında anlaşma sağlanamazsa, Temmuzun ilk günlerinde greve çıkılması gerekiyor.
Grev kararının asıldığı işyerlerinden Brisada sendika yüzde 50 zam istiyor. Sabancı ise yüzde 22den fazla zam yapmaya yanaşmıyor. Diğer işyerlerinde de durum aşağı yukarı aynı.
Fabrikaya grev kararı asılırken bir konuşma yapan Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan şunları söylüyor: Geçen sözleşme döneminde yüzde 38lik bir kaybımız oldu. İşveren bu kaybımızı telafi etmedi. Şimdi de öngörülen enflasyon oranına göre zam vermek istiyorlar. Oysa biz, Sabancı Grubuna 2001 yılında 26 trilyon liralık kâr sağladık. Hissedarlarına yüzde 270 oranında temettü dağıttılar. Öte yandan aynı gruba bağlı Akbankta yüzde 43 zam verdiler, grev erteleme tehdidi ile bizim zammı düşük tutuyorlar.
Lastik sektöründe geçen sözleşme döneminde anlaşma sağlanamadığı için greve çıkılmış, fakat hükümet 8 gün sonra milli güvenlik bahanesiyle grevi yasaklamıştı. İmzalanan toplusözleşme ise işçi aleyhine hükümlerle doldurulmuştu.
Fakat işverenlerin bu sözleşme döneminde de düşük ücret zammında ısrar etmesinin gerisinde sadece hükümetin grev ertelemesine duyulan güvenin bulunduğunu düşünmek saflık olur. Kesinlikle söyleyebiliriz ki, işverenler düşük ücret zammıyla bu toplusözleşme dönemini de atlatma konusunda hükümetten daha çok Lastik-İşin başındaki faşist sendika bürokratlarına güvenmektedirler.
İşverenlerin bu güveni boşuna değildir. Lastik-İş yöneticileri ne becerikli sınıf işbirlikçileri olduklarını daha 6-7 ay önce yaşanan tensikat saldırısı sırasında en açık şekilde göstermişlerdir. Pirelliden 112, Brisadan ise 90 işçinin bir anda kapının önüne konulduğu tensikatlar sırasında işçilerin patrona karşı direnişe geçmesini engelleyenler Lastik-İş yöneticilerinden başkası değildir. O gün Pirellide, Brisada lastik işçisini satan, kapalı kapılar ardında atılacak işçilerin listesini işverenle birlikte hazırlayan faşist bürokratlar, daha sonra yapılan genel kurulda sendika merkez yönetimini tümüyle ele geçirdiler.
İşte lastik işverenleriyle toplusözleşme görüşmelerini bunlar yürütmektedir. Ve iktidardaki faşist partiyle organik ilişkileri bir yana, sırf tensikat saldırısı karşısında sergiledikleri rezil tavır bile bu toplusözleşme ve grev döneminde onlara güvenmemek için fazlasıyla yeterlidir.
Lastik-İşin grev kararı almasında iki temel etken vardır. Birincisi işverenlerin düşük ücret zammı konusunda gerçekten de fazlasıyla katı davranmaları ve sendikanın bunu tabandaki işçilere hiçbir şekilde izah edecek durumda olmaması birinci nedendir. İkinci neden ise, Lastik-İş yönetimini Ocak ayında ele geçiren faşist bürokratların ilk kez sözleşmeye oturuyor olmalarıdır. DİSK içerisinde daha ileri mevziler kazanma hesapları yapmaktadırlar ve bu onları sınıf işbirlikçisi yüzlerini bir parça gizlemeye, işveren karşısında işçilerin temsilcisi rolünü oynamaya itmektedir.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur. Lastik işçisinin bu faşist bürokratların peşinden giderek varabileceği hiçbir yer yoktur. İşverenin düşük ücret zammına karşı mücadelenin başına bunların geçmesine göz yummak demek, şimdiden ihanete uğramayı kabul etmek demektir. İşçilerin gerçekten sahip çıkmayacağı bir grev kararının da herhangi bir değeri yoktur. Bugün grev kararı asan bürokratlar, yarın onu büyük bir pişkinlikle indirmesini de bileceklerdir.
O halde lastik işçisinin önünde tek bir yol kalmaktadır. Toplusözleşme hakkına ve greve sahip çıkmak. Lastik-İş yöneticilerinin tek sözüne dahi takılmadan işyerlerinde greve dönük olarak örgütlenmek ve bu faşistler üzerinde çok güçlü bir basınç oluşturmak.
Lastik işçisi ekonomik ve sosyal haklarını korumanın yanında sendikasını faşist bürokratların denetiminden kurtarmak gibi bir görevle de karşı karşıyadır. Bu toplusözleşme ve grev dönemi faşist bürokratların gerçek yüzünü açığa çıkarmak ve denetimlerini kırmak için en iyi şekilde kullanılmalıdır. Lastik işçisi onurlu bir mücadelenin mirasçısıdır. Bugünkü sorumluluklarını yerine getirebilmesinin yolu bu mirasa sahip çıkmaktan ve mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Hücrelerde direniş devam ediyor...
Devrimci tutsaklar faşist rejimin F tipi zindanlarında tam 1.5 yıldır bir direniş destanı yazıyorlar. Devletin tüm manevralarına, baskılarına, karalama kampanyalarına karşı devrimci tutsakların iradesi kırılamıyor, hücrelerde direniş bitirilemiyor.
Devrimci tutsaklar, direniş kararlılığının bir ifadesi olarak, 8. Ekip Ölüm Orucu savaşçılarının da 1 Mayıstan itibaren direnişe katıldıklarını açıkladılar. DHKP/C Tutsaklar Örgütlenmesinin 3 Mayısta yaptığı açıklamaya göre, Edirne F Tipinden bir, Tekirdağ F Tipinden bir, Kandıra F Tipinden iki, Sincan F Tipinden iki, Kırıklar F Tipinden bir, Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevinden bir olmak üzere DHKP/C davasından cezaevinde bulunan toplam sekiz tutsak, şehitlerin bıraktığı direniş bayrağını daha da yükseltmek üzere direnişe katılmış bulunuyor. Cezaevlerindeki tüm DHKP/C tutsakları da 1 Mayıstan 15 Mayısa kadar sürdürecekleri açlık greviyle Ölüm Orucu direnişine destek verecekler.
Açıklamalarında; 1 Mayıs alanlarında F tiplerinde uygulanmakta olan tecrite karşı halkımızın öfke dolu haykırışları, hücrelerimize kadar ulaştı. Yaşasın ölüm orucu direnişimiz diye haykıran onbinlerin sesi doldu hücrelerimize. Bu ses, uğrunda direndiğimiz sestir. Bu ses her koşulda güvendiğimiz sestir. Bu ses, bize güvenin sesidir. Bize güvenenleri, bize inananları hayal kırıklığına uğratmadık bugüne kadar, asla da uğratmayacağız. Alanlardaki ve hücrelerdeki kavgamız ortaktır diyen devrimci tutsaklar, bir kez daha gösterdiler direnme savaşının bitirilemeyeceğini... Sömürüye ve zulme mahkum edilen milyonlarca emekçinin gelecek umudunun tüketilemeyeceğini...
Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!