11 Mayıs'02
Sayı: 18 (58)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs sonrasında artan görev ve sorumluluklar
  Lastik sektöründe greve doğru...
  Safları sıklaştır, gücünü birleştir!
  SASA ile dayanışmayı yükselt!
  Sermayenin "esnek üretim" saldırısı
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği için birleşip örgütlenmeliyiz!
  Kapitalizmin kâr hırsı ve sendika ağalarının ihaneti
  Eski bohçalar yeniden açılıyor
  1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler
  Kadın sorunu ve feminst yanılgılar
  Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler-2
  Emperyalizmin kıskacında Ortadoğu
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm
   Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli olmak
   İsrail barışı üzerine
   Bir neo-liberal ırk ve kültür ayrımcısının ölümü
   Almanya: Metal işçilerinin grevi sürüyor
   Bir kararın anlattıkları
   Bilinçli, inançlı ve soluklu devrimci Hatice yoldaşı andık...
   Denizler'in devrimci geleneği yaşıyor!
   Sınıf çalışmasında yaratıcılık ve bir deneyim
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir kararın anlattıkları...

AB, sonunda İmralı çizgisi tarafından resmen feshedilen ve bundan böyle bu adla yürütülecek örgütsel ve siyasal faaliyetleri gayrı meşru ilan edilen PKK’yi "terör listesine" aldı.

Bu karar üzerinde derinlemesine düşünmek, bugün ve gelecek açısından dersler çıkarmak gerekir. KADEK adını alan İmralı Partisi, teslimiyet ve ihanette sınır tanımıyor, kendisini TC ve emperyalist sisteme kabul ettirmek için yapabileceği herşeyi yapıyor; ama buna rağmen bir türlü yaranamıyor, her defasında aşağılanıyor, etrafındaki çember daraltılıyor.

Neden?

Hani Türkiye AB’ne girince demokrasi gelecek, Kürtler de bir çok hakka kavuşmuş olacaktı? Son üç yıldır halkımızı bu masalla uyutmaya çalışanlar, şimdi utanmadan AB’ne celalleniyorlar! Halkımızın düzen, sistem, emperyalizm, kapitalizm, sömürgecilik, sınıf bilincini köreltmeye çalışanlar, şimdi bas bas bağırıyorlar: “Bunu yapamazsınız, demek ki siz savaştan yanasınız, barış istemiyorsunuz, çetelere güç veriyorsunuz. Sizden alınan bu cesaretle TC, yeni operasyonlara başladı...”

Kuşkusuz bu değerlendirme ve yaklaşımlarıyla halkımızı aldatmaya devam ediyorlar. Teslimiyet ve tasfiyeci ihanette sınır tanımamakla sanıyorlar ki bazı kırıntılar elde edecekler, itibar görecekler! Oysa son üç yılın gelişmelerini izleyenler, AB’nin aldığı son kararı şaşırtıcı bulmayacaklar, TC’nin Kürtlerin varlığına ve temel haklarına dönük inkarcı ve imhacı politikalarındaki ısrarın nedenini anlamakta zorluk çekmeyeceklerdir. Bütün mesele, İmralı çizgisinde, onun Kürt halkını her açıdan silahsızlandırmasında düğümlenmektedir. Türkiye, Ortadoğu ve dünya dengelerinde hiçbir politik ağırlığı, etkisi ve ciddiyeti olmayan bir hareketin ve böyle bir konuma mahkum edilen bir halkın her türlü baskıya, aşağılanmaya, politik oyuna konu edileceği açıktır.

Her Kürt bireyi şu soruları kendisine sormalıdır: 1993’te Almanya ve Fransa, PKK’yi ve bütün faaliyetlerini yasaklarken neden bu kararlarını AB politikası haline getirmediler? İsteseydiler bunu yapamazlar mıydı? Yapamadıysalar onları düşündürten, engelleyen temel etken neydi? Ya bugün, feshedildiği açıklanan, Öcalan ve İmralı Partisi tarafından adı ve faaliyetleri gayrı meşru ilan edilen PKK neden "terör listesine" alınıyor? Bu kadar rahat hareket etmelerini sağlayan nedir? Neden artık Kürtleri, onların en sıradan ulusal ve insani, demokratik istemlerini ve haklarını ciddiye almıyorlar? İmralı Partisi yönetenleri milyonların eylemlerinden söz etmelerine rağmen bunun hiçbir politik etkisi ve ağırlığı olmuyorsa orta yerde duran tersliği görmek için daha nelerin olması gerekiyor?

Avrupa devletlerinin Kürt sorunu karşısındaki tarihsel sorumluluğu ve güncel yaklaşımı hiçbirimiz için sır değildir. Lozan onların eseridir. TC’nin yürüttüğü son çeyrek asırlık özel savaşta Avrupa devletlerinin desteği tartışmasızdır. Bunlar genel doğrulardır. Bununla birlikte Türkiye ve Ortadoğu politikalarında Kürtleri bir kart olarak kullanma eğilimleri ve bu doğrultudaki çabaları da eksik olmamıştır. Gerçi bu eğilim ve çabaları güçlü ve etkili bir politikaya dönüşmese de her zaman süregelmiştir. Kürtler, PKK öncülüğünde verdikleri mücadele ile süreç içinde belli bir politik etki gücüne ulaştılar. Avrupa’ya göç eden milyonu aşan dinamik Kürt kitlesi bu politik ağırlıkta önemli bir etken haline geldi. Dolayısıyla Avrupa devleleri Kürtlere ilişkin bir politika oluşturduklarında bu etkiyi ve ağırlığı hesaba katmak durumunda kalıyorlardı. Örneğin 1993 yılında Almanya ve Fransa PKK’yi yasakladı, ama bunu bir Avrupa politikası haline getirmediler. Bir yandan bastırırken, bir yanda da bir boşluk bırakmayı ihmal etmediler; ikili bir tutum sergilemeyi yeğlediler...

Bunun birbirine bağlı iki nedeni vardı: Birinci neden şu: Kürtler tüm öncülük zaaflarına ve kusurlarına rağmen politik bir güç ve etkiye sahiptiler, bu, hesaba katılması gereken bir etkendi, Avrupa için önemli bir caydırıcı etkendi. İkincisi, Kürtlerin Türkiye ve bölge dengelerinde belli bir ağırlığı ve yeri vardı. Bu, Avrupa devletleri için kendi Türkiye ve bölge politikalarında yararlanması gereken bir unsur olarak düşünülüyordu.

Bu iki temel etkenden dolayı bir yandan Kürtler daha geniş bir hareket alanı yaratabiliyor ve öte yandan Kürtlerin istemleri, hakları emperyalist Avrupa merkezlerinde, parlamentolarında ve diğer kurumlarında dillendiriliyor, Kürt sorunu politik gündemin ve Türkiye ile ilişkilerin değişmez bir maddesi olabiliyordu.

Ama son üç yılda Kürt sorunu Avrupa gündeminden düştüğü gibi, Kürtlerin hareket alanı daraltıldıkça daraltıldı ve en son bütün Kürtlerin geleceğini ilgilendiren "PKK’nin terör listesine alınması" kararına kadar gelindi. Bu adımı daha geri ve gerici adımların izleyeceği bugünden bellidir...

Peki bu üç yılda neler yapıldı, neler oldu? Bir bellek silme operasyonu olan İmralı çizgisinin tahribatları nedeniyle kısa bir hatırlatma yapmakta yarar var: Öncelikle Kürtler ve ulusal kurtuluş mücadelesi ideolojik olarak silahsızlandırıldı, programsızlaştırıldı, amaçsızlaştırıldı. Bilinir ki, politik gücün temelini, mücadelenin fikri yapısı ve politik programı, hedef ve amaçları oluşturmaktadır. Hedef ve amaçlarından yoksun bırakılan bir halkın ne kadar ekonomik ve askeri gücü olursa olsun onun hiçbir politik değer ifade etmeyeceği, hiçbir yaptırım gücünün olmayacağı açıktır. İmralı çizgisi, uluslararası karşı-devrim çizgisidir, Kürt halkını her açıdan silahsızlandırma ve her türlü politik uygulamaya açık hale getirme çizgisidir. Bu anlamda TC ve emperyalist sistemin Kürt halkını ilk planda ideolojik silahsızlandırma v politik programdan yoksun bırakma çabalarında sonuç almak için yoğunlaşmaları anlaşılırdır. İdeolojik ve programatik silahsızlandırma adımlarını askeri ve ruhsal silahsızlandırma adımları izledi... Sonuçta atılan adımların sindirilmesine paralel olarak tasfiye planının final aşamasına geçildi. 8. Kongre bunun adıdır. 8. Kongre, PKK için bir cenaze törenidir. Orada tarihsel bir mücadeleyi, onun çizgisini ve programını mahkum etmekle kalmadıla, aynı zamanda bu devrimci ulusal kurtuluş çizgisinin geleceği üzerinde de ipotek kurma kararlarına ulaştılar. Bütün bunlar, TC’ye, ABD ve AB’ne yaranmanın, kendilerini onlara kabul ettirmenin çabalarıdır.

Fakat, sömürgeci ve emperyalist sistem, her şeyden önce tarih bilinciyle, sınıfsal çıkarları ve içgüdüleriyle yaklaşıyor. Söyledikleri ve dayattıkları açık: "Siz kendinizi, geçmişinizi reddedebilir, mahkum edebilir, her açıdan bizim çizgimize ve düzenimize gelebilirsiniz, ama çeyrek asırlık bir sürede yaptıklarınızı, geçmişinizi ve başımıza getirdiklerinizi, verdiğiniz zararları görmezlikten gelemeyiz. Devrimci çizginin, ulusal kurtuluş mücadelesinin bütünüyle hiçbir iz kalmamacasına silinmesi gerekir. Ve tüm pişmanlık çabalarınıza rağmen size düzenimizde yer yok!"

Bu aşağılama tavrını salt bir rövanş olarak düşünmemek gerekir. Bu var, ancak daha da önemlisi, bir mücadele bilincinin, birikimlerinin ve ruhunun tümden yok edilmesi, bastırılması, yeniden yeşerme olanağını bulmaması, bu aşağılama tavrının özünü oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, PKK şahsında yasaklanan, mahkum edilmek istenen, "terörizmle" damgalanan Kürt halkının sisteme sığmayan devrimci ulusal kurtuluş istemleri ve mücadelesidir. TC’nin bu yönlü çabalarının özünü de bu oluşturmaktadır. AB’nin son kararının altında yatan da özünde budur! Burada mahkum edilmek istenen, bastırılmak istenen salt bir halkın devrimci tarihi değil, aynı zamanda devrimci kurtuluş mücadelesi ve ruhudur; yani geleceğidir. Yoksa İmralı çizgisinin kendi çizgileri ve KADEK’in de kendi yaratmaları olduğunu çok iyi biliyorlar... Sorun ADEK ve temsil ettiği tasfiyeci ihanet değil, PKK adında temsilini bulan sisteme sığmayan ulusal kurtuluş mücadelesi ve talepleridir...

AB’nin son kararının kuşkusuz başka boyutları da var. Evet, İmralı çizgisi partimizi ve devrimimizi tasfiye etti, Kuzey Kürt halkını politik denge unsuru olmaktan çıkardı. Bu, aynı zamanda bir ABD-TC-İsrail operasyonudur. AB’nin de etkin desteğini almıştır. Öcalan üzerinden Kuzey Kürtleri, TC’nin ve ABD’nin Ortadoğu politikalarında bir ayak haline getirilmek isteniyor. İmralı Partisi’nin bildirileri okunduğunda ABD’nin Irak operasyonuna neden bu kadar tutkuyla alkış tuttuğu görülecektir. Bu yaklaşımın nedeni anılan politikaya ayak olma isteminden başka bir şey değildir.

Bu, aynı zamanda TC ve ABD yaklaşımlarına paralel olarak AB’yi dıştalamayı da içeriyor. Öcalan’ın sorgu ve mahkeme ifadeleri, son AİHM savunmaları AB’yi zorlama, TC’nin elini AB karşısında güçlendirme araçlarıdır. Bu noktada bir, yukarda esas olarak özetlediğimiz nedenlerden dolayı ve iki, TC ve ABD dayatmaları karşısında AB, başka bir tutum içine girmeyi gerekli görmemiştir. Ama Kürtler dinamik bir politik güç olsaydılar, güç dengelerinde bir ağırlıkları olsaydı AB’nin kendi politik çıkarları doğrultusunda başka türlü davranma olasılığı güçlüydü... Kısacası sorun politik güç ve ağırlık oluşturmakta düğümleniyor. Güçten düşenlerin "büyüklerin kavgalarında" ayak altında kalmaları bir bakıma kaçınılmaz olmaktadır. Yaşanan bir yönüyle budur.

Şimdi İmralı Partisi, KADEK, blöf değeri olmayan bağırışlarda bulunuyor: "Biz zaten PKK’yi feshettik, PKK adına bütün faaliyetleri yasakladık, gayrı meşru ilan ettik ve Kürtleri sistemin istediği nitelikte ve biçimde silahsızlandırdık. Bizden istenen her şeyi harfiyen, hatta fazlasıyla yaptık. Bizi geçmişimizle mahkum etmeyin. Bizim istediğimiz basit bir yaşam dilenciliği ve küçük kırıntılardır. Peki bizden daha ne istiyorsunuz?"

Kuşkusuz, bunları dinleyen, ciddiye alan yok. Tam tersine TC ve sistemin kendisi bundan bile memnun. Şu nedenle: Kürtlerin öfkesi boşa akıtılacak, hiçbir politik etki yaratmayacak bir enerji boşalması yaşanacaktır!

Açıkça görüldüğü gibi, bugün gelinen noktanın baş sorumlusu Öcalan ve İmralı partisidir!

Bütün sorun, yeniden politik güç olmakta düğümlenmektedir. Ya politik bir seçenek yaratılarak yeniden politik seçenek haline gelinir; ya da kapkaranlık bir geleceğe mahkum olunur!

Evet, herkes tercihini net, kesin ve açık yapmalı! Orta yol da yok!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
8 Mayıs 2002