11 Mayıs'02
Sayı: 18 (58)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs sonrasında artan görev ve sorumluluklar
  Lastik sektöründe greve doğru...
  Safları sıklaştır, gücünü birleştir!
  SASA ile dayanışmayı yükselt!
  Sermayenin "esnek üretim" saldırısı
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği için birleşip örgütlenmeliyiz!
  Kapitalizmin kâr hırsı ve sendika ağalarının ihaneti
  Eski bohçalar yeniden açılıyor
  1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler
  Kadın sorunu ve feminst yanılgılar
  Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler-2
  Emperyalizmin kıskacında Ortadoğu
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm
   Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli olmak
   İsrail barışı üzerine
   Bir neo-liberal ırk ve kültür ayrımcısının ölümü
   Almanya: Metal işçilerinin grevi sürüyor
   Bir kararın anlattıkları
   Bilinçli, inançlı ve soluklu devrimci Hatice yoldaşı andık...
   Denizler'in devrimci geleneği yaşıyor!
   Sınıf çalışmasında yaratıcılık ve bir deneyim
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Siyonizm ve uluslararası emperyalizm

Abu Walid
(Filistinli öğrenci)

“Bence Araplar ile ortak ve barışık bir yaşam için çalışmak, Yahudi bir devlet kurmaktan daha iyi ve daha mantıklıdır. Çünkü algıladığım anlamıyla Yahudilik; ordusu, yönetimi ve sınırları olan Yahudi bir devlet düşüncesiyle çelişmektedir. Bu düşünce ne kadar basit olsa da, aramızdaki aşırı milliyetçi duygularımızın büyümesinin yaratacağı Yahudiliğin iç sorunlarından korkuyorum.”

Albert Einstein, 1938’de Siyonizm, Siyonizm’in geleceği ve Yahudilik’le olan çelişkisi hakkındaki düşüncelerini bu sözlerle ortaya koymuştu. Onlarca yıldan sonra Einstein’ın korkuları gerçekleşmiş ve İsrail devleti halklar olsun, yönetimler olsun, -Yahudilik başta olmak üzere- dinler olsun dünyanın dört bir yanından eleştirilerin adresi olmuştur. Ancak, Siyonizm’in kurucularının Yahudilik ile olan çelişkilerinin farkında olmadıklarını düşünmek oldukça güçtür. Özellikle de Siyonizm ile Yahudilik arasındaki ilişkileri kendileri değerlendirince... Siyonistler’in Yahudiliğe bağlılıkları konusunda Siyonizm’in önderi ve ilk Siyonist Konferansı’nın Başkanı Macar Theodor Hertzl (1860-1904), günlüğünde 23 Kasım 1895 tarihinde (İnglizce baskısında) şöyle demiş; “Paris Büyükhahamı (Yahudi din adamı) Zodak’a suml;ylediğim gibi Londra Büyükhahamı’na da söyledim ki, benim projemde (İsrail devletini kurmak) dinin herhangi bir talimatına uymayacağım.” (1. cilt sf. 270) Hertzl, aynı kitapta “Vaadedilen Topraklar” efsanesi ile Siyonizm’in ilişkisi konusunda da şunları yazar; “Vaadedilen Topraklar ile ilgili nerede olacağı dışında herşeyi anlatabilirim. Uluslararası ticaretimizin geleceği için tüm doğal koşulları göz önüne almalıyız. Denize yakın olmalı ve tarımda makinalaşma sağlayabilmek için genişletilebilecek topraklar olmalıdır. Buna meclisimiz karar verecek.”

Hertzl’in günlüğüne baktığımız zaman, 1. cildin büyük bir kısmını sadece Yahudiliğin ve din adamlarının Siyonizm’i ve İsrail devletini prensip olarak kabul etmemelerine ve suçlamalarına ayırması dikkat çekicidir. Bunların arasında Viyana Büyükhahamı Dr. Godman, Alman Hahamlar Birliği Başkanı Dr. Mayier Bum, Liberal Haham Birliği’nin kurucusu ve Başkanı Vogelestein, Londra Büyükhahamı Adlar ve Yahudi Liberal Hareket Başkanı Klod Montifiore yer almışlardır.

Yahudiler, Siyonizm’e karşı çalışmalarını daha etkili ve daha kapsamlı bir şekilde duyurmak için sadece bireysel boyutta çalışmamışlar, “Yahudilik için” gibi örgütler kurup “Siyonizm’e Bedil” dergisini çıkararak, kitaplar (Yahudiliğe karşı Siyonizm-Haham Levin / Yahudiliğin Çöküşü-Haham Mosheh Manohem) ve hatta güncel sorunlarla ilgili makaleler yazarak düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Bu makalelerden bir tanesi Haham Herch’in 30 Ekim 1978 tarihinde Washington Post gazetesinde yayımlanmıştır: “Siyonizm, Yahudilik’ten tamamen farklıdır. Siyonizm, Yahudileri milli bir oluşum olarak nitelendirmeye çalışıyor, ancak bu mantıklı bir şey değildir.” Tüm bunlara rağmen Siyonizm’in kurucuları, din duygusu ve anti-Samiciliği kullanmak amacıyla sürekli olarak dine bağlı görünmeye çalışırlardı.

O yıllardaki siyasi haritasına ve günün denklemine baktığımızda göreceğiz ki, Siyonizm, sömürgeci ülkeler karşısında kolay bir lokma olmuş ve güçsüz kalmış durumdadır. Dolayısıyla Siyonistler’in planı bu kez bu güçlü ülkeler ile ortak çıkarlar bulup kendilerini korumak değil, o ülkelerin de yardımını sağlayacak bir işbirliği yapmaktır.

Theodor Hertzl, “Yahudi Devlet” kitabında şunları yazmıştı: “Avrupa ile ilgili olarak da şunları söyleyebilirim: Orada (Filistin’de) Asya’ya karşı bir engel olacağız. Böylece medeniyetin barbarlığa karşı ilerleyen gücü olup, bizi garantiye alması gereken Avrupa’yla sabit ilişkilerimiz çerçevesinde bağımsız bir devlet olarak kalacağız.” (syf. 139)

İngiliz emperyalizmi ve Siyonizm

Hint yolunu korumak isteyen İngiltere, Mısır ordusunun önünü kesmek ve genişlemesini engellemek için Aden ve Arap yarımadasının güneydoğu sahillerini işgal etti. İngiliz çıkarlarının korunması için Kızıldeniz’in Asya kanadının Afrika kanadıyla birleşmemesi gerekiyordu. İngiliz Siyonistler, İngiliz yönetimini bunun ancak Filistin’de Yahudi bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebileceğine ikna etmeyi başardılar ve Siyonizm ile İngiliz sömürgeciliğinin anlaşmasının temelini oluşturdular. Haim Waizman Kasım 1914’de Manshter Guardian gazetesinde anlaşmayı şöyle açıklamıştı: “Filistin, İngiliz egemenliği altına girer ve daha sonra İngiltere’ye dayanan bir Yahudi toplumu kurulursa ve 20, 30 yıl içerisinde 1 milyon Yahudi Filistin’e sokulabilirse, bu Yahudiler’in bu bölgeyi ele geçirebileceklerini ve Süveyş Kanalı’nı koruyacak etkili bir bekçi olabeceklerini söyleyebiliriz. Sözümüz de bir temele dayandırılmış olur.” 

16 Mayıs 1916’da imzalanan Saiks-Pike Anlaşması’nda sömürgeci ülkeler kendi planlarına ve çıkarlarına göre bölgeyi paylaştılar ve Filistin’in İngiliz mandası altında olacağı konusunda anlaştılar. Ancak İngilizler’in Siyonizm’e ilk resmi desteği 21 Kasım 1917 tarihli Belvor Sözü oldu. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Belvor’un Lord Leonel Walter Richeld’e gönderdiği resmi mektubun içeriği şöyleydi; 

“Değerli Lord Richeld, Kral Hazretleri Hükümeti adına aşağıdaki açıklamayı göndermem beni çok sevindiriyor. Bakanlığa sunulup onaylanan ‘Yahudilere şefkat’ açıklaması şöyledir: Kral Hazretleri Hükümeti Yahudi halkının Filistin’de ulusal bir vatan kurmasına şefkatle bakmaktadır. Bu amaca ulaşmayı kolaylaştırmak için elinden gelen çabayı harcayacaktır. Açık bir biçimde anlaşılması gerekir ki, Filistin’de bulunan ve Yahudi olmayan grupların dini ve medeni haklarına ve aynı şekilde Yahudilerin bulunduğu diğer hiçbir ülkede de bulundukları politik merkeze ve haklarına karşı hiçbir şey yapılmayacaktır.” 

ABD, Fransa ve İtalya 1918’de, bunu desteklediklerini açıkladılar. Bu anlaşmaların uygulanması İngilizler Filistin’i ele geçirdikten sonra daha kolay ve daha etkili bir hale gelmiştir.

Filistin yönetiminin Siyonistleştirilmesi için harcanan çabaların tümü bu sonuca varmak için ilk adımdır. Yani çok sayıda Siyonist’i Filistin’e ulaştırarak ilk aşamada Siyonist çoğunluğun oluşturulup bundan sonra da dünyadaki tüm Siyonistler’in İsrail’e yerleştirilmesi, Siyonist hedeflere varmanın ön adımlarından başka bir şey değildi. Temmuz 1920’de tutucu Siyonistler’den biri olan Herbert Smoil’in Filistin’de Belvor Sözü’nün uygulanmasını denetlemek için Sami temsilcisi olarak atanmasına karar verildi.

Smoil ile birlikte Filistin’i Yahudileştirme çabaları da oldukça artmıştır. Öncelikle de yönetime önem verildi. Öyle ki, her dairenin başına Yahudi ya da coşkulu bir İngiliz kondu; yasama, kanunları hazırlama, ticaret ve göç daireleri belli başlı Siyonistler’e teslim edildi. Bu sistemin başında da İngiliz temsilcisi ve 3 sekreterden oluşan bir yürütme konseyi vardı. Bu sekreterler, Maliye, İçişleri ve Adalet Bakanları konumundaydılar.

Bu dönem içerisinde en büyük toprak satışı anlaşmaları imzalandı. Onlarca Filistinli köyünden geriye bir tek iz bile kalmadı. Aynı şekilde bu dönem içerisinde İbranice resmi dil olarak kabul edildi. Eğitim sorunlarında da Yahudiler’in bağımsızlığı ilan edildi. Göç yoğunlaştı. Başlangıçta zirai yerleşim bölgelerini korumak için silahlı örgütler kuruldu, ancak daha sonra Filistinli köylüler topraklarından kovuldu. Filistinliler arasındaki sorunlarını çözme yetkisi Siyonist ve İngiliz görevlilerin eline geçti. Mali ve örgütsel alanlarda da uluslararası Siyonizm’in değişik alanlarda bulundurduğu büyük gücünü kullanabildiler. İngiltere’nin Filistin’deki Sami temsilcisinin desteği de Siyonizm örgütlerinin gücüne güç kattı. 

Örneğin, Filistinler’in elinde olan toprakların ve 500 bin dönümden fazla toprağı olanların toprağının Siyonistler’e verilmesi, aynı şekilde yeni yasalarla Havla ve Merc ibni Amir’deki 22 köyün topraklarının devlete verilip daha sonra Siyonistler’e teslim edilmesi, işletenler ve sahiplerinin (25 bin kişi) toprağı işlemelerinin veya orada kalmalarının yasaklanması, toprak vergisinin yükseltilmesi, köylülerin vergilerini ve borçlarını ödemeleri için topraklarını satmaya zorlanmaları amacıyla hızlı bir biçimde verginin toplanması ve İngiltere’nin, elektrik enerjisini elinde tutmak için, Ürdün Irmağı ve kıyılarıyla Yarmuk ve Oca ırmaklarının işletilmesi hakkının bir Siyonist şirketi olan Rotenberg’e verilmesidir. Ayrıca Ölü Deniz’deki tuz ve madenlerin 75 yıl boyunca çıkartılması ve Tabriye Gölü’nün elektrik üretimi i&cceil;in gerekli olan su deposu için kullanılması imtiyazı da verildi.

Siyonistler’in göçlerinin kolaylaştırılıp örgütlenmesi ve Filistinliler’e ait toprakların mülk edinilip Filistinli köylülerin oradan kovulmasıyla ilgili olarak; İngiliz mandacılığı temsilcilerinin Siyonist örgüt ve Siyonist kurumlarla anlaşma içerisinde oldukları ve birlikte düzenleyerek uyguladıkları tedbirler sayısızdır. Objektif olarak, mandacı devletin yanında ayrı bir devlet olan Siyonist kurumun ana örgüt olmasının yanısıra, bu örgütün yanında birçok kurum daha vardı. Bunlar Siyonistler’in lehine ve onların hedeflerine uygun yasaların çıkartılmasından sorumludurlar. 

İngiliz mandacılığının politikası, hem Siyonizm’in amaçlarına ulaşmak için elinden geleni yaparak (toprak mülkiyeti için gereken kanunları çıkartarak veya sahte tapuları düzenleyerek, göçe izin vererek, Hagana, Argon ve Ştern çetelerine eğitim ve silah sağlayarak) hem de Filistinliler’in topraklarını kamulaştırarak, silahlarını toplayarak, tutuklayarak ve öldürerek ayaklanmaları durdurmaya ve Filistinliler’i güçsüzleştirmeye çalışıyordu. Filistin içerisinde kurulan Hagana, Argon ve Ştern çeteleri güçlerini Avrupa ve ABD’deki Siyonistler’den alıyorlardı. Askerlerinin güvenliği ve silahların dışarıdan getirilmesi işi de İngilizler’in yardımıyla yapılıyordu.

1947’de İngiltere manda rejiminin 15 Mayıs 1948 tarihinde biteceğini ilan etti. Siyonistler’in bölgeleri ele geçirmeleri için her kolaylığı sağladı. 15 Mayıs’ta mandacılığın sona ermesiyle birlikte İngiliz ordusu bölgeden çekildi ve 16 Mayıs’ta İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. 

Naziler ve Siyonizm

Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi, dünyada, özellikle de Avrupa’da bulunan Siyonistler’in bu kez Almanlar ile ortak çıkarlar aramalarına neden oldu. 22 Haziran 1933 tarihinde Alman Siyonistler, Hitler’e aşağıdaki cümleleri içeren bir mektup yazdılar:

“Siyonizme göre bir halkın yaşaması, kalkınması, millileşmesi, -ki Almanya’da Hıristiyan ve milli boyutları incelediğimizde yaşandığını görürüz- Yahudi halkının yaşaması gereken bir şeydir. Milli kökler, din, ortak kader ve özel bir kişiliği olma meseleleri, Yahudi halkı için önem ve öncelik kazanmalıdır. Bu da ancak liberal dönemin bireyciliği ve bencilliğinin yerine topluluğun duygusu ve sorumluğunun gelmesiyle gerçekleşebilir.”

“Almanlar, Siyonizm’e yardım etmeyi kabul ettiği taktirde, Siyonistler Yahudiler’in bölgeden çıkmalarını sağlayacak ve Almanlar’ın düşmanlarına karşı bir cephe oluşturmak için çağrıda bulunacaktır.”

1934’te, Hitler devriminin yıldönümünde Alman Siyonist Haham Guakin Brinz’in yazdığı kitapta şu cümleler yer almıştı: “Alman devriminin anlamı Alman halkı için açıktır veya onu yapanlar için daha da açık olacak. Bizim için ise hemen söylemeliyiz ki; liberalizmin son şansını kaybetmesi ve Yahudileri bulundukları yerde kapsamak isteyen son politikanın yok olması demektir. Biz istiyoruz ki, Yahudileri bulundukları yerde kapsamak yerine yeni bir kural gelsin. O da Yahudi bir vatan ve Yahudi bir millete ait olmaktır.”

Almanya’da Nazizm’in en önemli düşünürlerinden biri olan Alfred Rozemberg şu açıklamada bulunmuştu: “Siyonizm’i güçlü bir şekilde desteklemeliyiz ki, Yahudileri her sene grup grup Filistin’e gönderebilelim.” Hitler iktidara geldiğinde Yahudiler iki gruptan oluşurdu; birincisi Siyonist Yahudiler (%5) ve ikincisi Alman vatandaşlığı ve Yahudiliği savunan Alman Yahudi Birliği üyeleri (%95). 

Kısa süreli Siyonizm-Nazizm görüşmelerinin sonucunda, 23 Ağustos 1933 tarihli Haavara anlaşması imzalandı. Bu anlaşmada Siyonistler’den Ben Gorion (İsrail devletinin ilk başkanı), Golda Ma’er (60’larda İsrail Başbakanı), Moşeh Şarit ve Levy Eşkul hazır bulunmuşlardı. Bu anlaşmaya göre Almanlar Almanya’dan Filistin’e göç edecek Yahudiler’in işleri kolaylaştırılacak ve kendi mülkiyetinde olanları alabilmelerine veya satabilmelerine izin verilecekti. Aynı zamanda, her iki taraf da kendi güçlerini öbür tarafın çıkarlarına uygun biçimde kullanacaktı.

Kısa süre sonra Amerika’da Nazizm’e karşı yapılan eylemler konusunda Alman Siyonistler Birliği Başkanı Kort Blumentfild, Amerikalı Siyonistlere gönderdiği mektupta şunu yazmıştı; “Sizin hemen Almanlara karşı yaptığınız eleştirilere ve duyduğunuz düşmanlığa son vermenizi istiyoruz”. Diğer yandan Rynhard Hydrıkh (savaş sırasında Çekoslovakya’daki Alman ordusunun komutanı) şöyle demişti; “Yahudileri iki gruba ayırmalıyız: Siyonistler ve Almanya’da barınmak isteyenler. Siyonistler, radikal bir düşünce ilan ediyorlar ve kendi Yahudi devletini Filistin’e göç ederek kurmaya çalışıyorlar… Biz, onların başarılı olmalarını diler ve resmi olarak destekleriz.” 

1933’te Siyonistler’in düzenledikleri bir gezide Baron Leobold Mildinstein, eşi ve Alman Siyonist Kort Tushler Filistin’e geldiler. Geziden sonra bir tarafında Nazizm işareti öbür tarafında Davud yıldızı olan bir madalya yapılmıştı ve Baron Leobold, “Filistin’i bir Nazi ziyaret edince” başlığı altında yazdığı makalelerde Siyonizm’le ilgili olumlu şeyler sergilemeye çalıştı.

İsrail için yük görülen Yahudiler

Almanya’daki Yahudiler’in nasıl muamale görecekleri hakkında 28 Ocak 1938 tarihinde Bavyera Bölgesi’nde polislere dağıtılan bir bildiride şöyle yazıyordu: “Alman Yahudi Örgütü’ne (Siyonistler’in örgütü) diğer Yahudi örgütlere davrandığımız sertlikte davranmamız gerekmemektedir. Çünkü onların çalışmaları Filistin’e göç etmek yönündedir.” (Kort Grosman, 6. cilt syf. 310) Yahudiler’in Almanya’da oluşturdukları Godenrat (Avrupa’nın farklı ülkelerinde kurulan Yahudi meclisleri), zengin ve etkili Yahudiler’i seçebilmeleri konusunda büyük fayda sağlamıştı. Böylece bunların Filistin’e göç etmeleri sağlanıyordu. İsrail’de kriz yaratan Hana Arendit, “Kudüs’te Ayhaman” kitabında Godenrat çalışmalarını incelemişti: “Ayhaman, Kudüs’te yargınırken yargıç Hallevy anlamış ki, Naziler, Yahudiler’in Nazizm’e yardımını Siyonist politikanın temelinde olan bir şey olarak değerlendirirlerdi. Yahudiler’in bulunduğu her yerde belirli Yahudi sorumlular vardı. Bunlar da -birkaç istisna dışında- Nazizm’le yardımlaşmışlar. Froidger’in araştırmasına göre Yahudiler, “Godenrat”ların talimatlarını dinlemeselerdi en az %50’si ölümden kurtulabilirdi.” (syf. 205)

Buliyakov “Nefret Namazları” kitabında bu yardımlaşmanın farklı yollarla farklı yerlerde örneklerini anlatır. Filistin’e gönderilmek üzere seçilecek Yahudiler İsrail Devleti’nin kurulmasına bir katkıda bulunmalı ve önemli bir özelliğe sahip olmalıdır. Aksi taktirde hasta, yaşlı veya bir yetenek veya olanağa sahip olmayanlar İsrail’e alınmazlardı.

29 Aralık 1933 tarihli Alman Göçmenler Birliği açıklaması ise şöyleydi: “Almanya’dan gönderilen insanların durumları gittikçe kötüleşiyor. Çalışmak için ne güce ne de isteğe sahipler ve sosyal yardıma ihtiyaçları var.” Sonraki sene de Berlin’den gelen isim listeleri kabul edilmemişti. Aynı zamanda sosyal çalışmalar bölümü başkanı Henreta Gold, getirilenlerden iyi durumda olmayanların geri gönderilmelerini isteyip onları Filistin’deki Yahudi toplumuna bir yük olarak nitelendirmişti. Bugün de Yahudiler’in arasında oluşan Safardim (Doğulu Yahudi) ve Eşkinaz (Batılı Yahudi) ayrımı hâlâ yaşamaktadır. Bugüne kadar hiçbir Safardim başkanlık veya başbakanlık yapamadı.

Siyonizmin liderleri bunu yerine getirilmesi gereken bir görev veya Siyonizm’i ilgilendirmeyen bir sorun olarak açıkladılar. İsrail’in ilk başkanı Ben Gorion da bu konuyu şöyle ifade etti: “Siyonizm’in görevi Avrupa’da kalmış Yahudileri kurtarmak değil, Yahudi halkı için İsrail topraklarını kurtarmaktır”. “Avrupalı Yahudiler’in yaşadıkları felaket beni hiç ilgilendirmez.” Ancak Siyonizm’in tüm bu çalışmalarına rağmen Avrupa’daki Yahudiler’in sadece %16’sını Filistin’e göndermeyi başarabildiler. “Bugün Yahudi olmak İsrail’e bağlı olmak demektir.” (Şlomo Evniri, “Yeni Yahudiliğin Kurulması”, syf. 219)

Kahraman ilan edilen katiller

1948’de İsrail devletinin kuruluşu ilan edildikten sonra devletin yapısı tamamen Yahudiliğe göre düzenlenmişti: Dini okullar, dine dayalı kanunlar... Böylece dünyanın her yerinde güçlü medyasının da yardımıyla Yahudiler’in merkezi ve Yahudiliğin simgesi İsrail oldu. Farklı ülkelerde yaşayan ve Yahudi olarak bilinen Siyonistler, kendi aralarında kendi topluluklarını kurma çabaları ve farklı isimlerle oluşturdukları kurumlarla (özellikle ekonomi ve haberleşme alanlarında) bulundukları ülkelerde İsrail’e hizmet edecek ve o ülkenin poltikasını etkileyecek bir güç kaynağı olmuşlardır. (ABD’deki lobi gibi).

Uluslararası Siyonist örgütünün 23. Kongresi’nin 17 Ağustos 1952 tarihli raporunda, İsrail dışında bulunan Yahudiler’in görevi şöyle belirtilmişti; “Farklı ülkelerdeki Siyonist örgütlerin görevi, hangi koşullar altında olursa olsun, yaşadıkları ülkenin politikasına aykırı olsa bile İsrail’e hizmet etmektir.” (Ben Gorion, “Yeni Siyonist’in Kişiliği ve Görevi”) 

Bu görevin gerçekleşmesine engel olacak veya engel olmaya çalışacak herkesi durdurmak için de işte bu güçler kullanılmıştı. 6 Kasım 1944’te öldürülen İngiliz Devlet Başkanı Lord Moren, İsrail eski Başbakanı İsaak Şamir’in örgütü Ştern tarafından öldürülmüştü. Birleşmiş Milletler’in Filistin temsilcisi Kont Bernadot, BM’ye verdiği 648A sayılı 16 Eylül 1948 tarihli raporunda Filistinli mültecilerin kendi topraklarına geri dönmelerini savunup İsrailliler’in toprak hırsızlığından bahsettiği için 17 Eylül 1948 tarihinde öldürüldü. “Filistinli çocukların kemiklerini kırın” diyen ve 1967 savaşında orduda önemli bir görev alan İsaak Rabin de barış sürecinde Siyonizm’e aykırı kararlar verdiği için aşırı dinciler tarafından öldürüldü.

Tabii ki bunları gerçekleştirenlerin isimleri Siyonizm’in tarihine altın harflerle yazıldı. Ne kadar öldürürlerse o kadar yüksek mertebelerde oldular. Lord Morin’i öldüren katil de Kahramanlar Anıtı’nın yanına gömülmüştü. El-Halil katliamını gerçekleştiren Barokh Goldestein’ın da katliamdan sonra deli olduğunu söyleyen Siyonistler, mezar taşına kahraman Barokh yazdılar. Kont Bernadot’u öldüren Nathan Fredman yakalanıp beş yıl hapis cezası almış, fakat iki yıl sonra serbest bırakılmıştı. Birkaç sene sonra da milletvekili seçildi.

Bunlar sadece birkaç örnek. Tüm bunların dışında, tarihteki en vahşi katliamları gerçekleştirenler arasında İsrail devletine başkanlık, başbakanlık veya bakanlık yapanlar çoktur. Siyonizm’in en büyük önderlerinden biri olan Golda Meir 15 Haziran 1969 tarihinde şu sözleri bile söyleyebilmiştir: “Filistinli bir halk yoktur. Biz onları evlerinden kovup vatanlarını almak için gelmedik. Onlar zaten yoklardı.”

(Devam edecek...)
(Bu metin daha önce İleri dergisinin Eylül-Ekim 2001 tarihli 6. sayısında yayınlanmıştır...)