11 Mayıs'02
Sayı: 18 (58)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs sonrasında artan görev ve sorumluluklar
  Lastik sektöründe greve doğru...
  Safları sıklaştır, gücünü birleştir!
  SASA ile dayanışmayı yükselt!
  Sermayenin "esnek üretim" saldırısı
  İşçi sağlığı ve iş güvenliği için birleşip örgütlenmeliyiz!
  Kapitalizmin kâr hırsı ve sendika ağalarının ihaneti
  Eski bohçalar yeniden açılıyor
  1 Mayıs ve kamu emekçileri hareketi alanında devrimci görevler
  Kadın sorunu ve feminst yanılgılar
  Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler-2
  Emperyalizmin kıskacında Ortadoğu
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm
   Almanya'da Yahudi, İsrail'de Filistinli olmak
   İsrail barışı üzerine
   Bir neo-liberal ırk ve kültür ayrımcısının ölümü
   Almanya: Metal işçilerinin grevi sürüyor
   Bir kararın anlattıkları
   Bilinçli, inançlı ve soluklu devrimci Hatice yoldaşı andık...
   Denizler'in devrimci geleneği yaşıyor!
   Sınıf çalışmasında yaratıcılık ve bir deneyim
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yahudiler’in herkese yönelttiği anti-semitizm suçlaması aslında baskıyı mazur gösterme çabasından ibarettir...

Almanya’da Yahudi,
İsrail’de Filistinli olmak...

Seamus Milne

Fransız Devrimi’nden bu yana, Yahudiler’in ve solun kaderi, birbirleri ile hayli benzer bir seyir izlemiştir. Solun, sosyal adalet ve evrensel haklar konusundaki hassasiyeti, Avrupa’nın Hıristiyan egemen sınıfları tarafından dışlanmış Yahudiler ile belli bir bağ oluşmasına yolaçmıştır.

Karl Marx döneminden beri Yahudiler, solun değişik kesimleri üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Rusya Devrimi’nin liderleri arasında da ciddi biçimde temsil edilmişlerdir. Zaten bu yüzden de Hitler, komünizmi kınarken, “Yuda-Bolşevik bir komplo” (Yahudiler’in ve Bolşevikler’in ortak komplosu) ifadesini kullanmıştır. Sol, aynı zamanda Nazilere karşı yeraltı direnişini de örgütlemişti. Ausschwitz ölüm kamplarını ele geçirip özgürlüğe kavuşturan da Kızıl Ordu’ydu. İngiltere’de de, 1930’larda Londra’nın doğusundaki Yahudiler’i, faşist çetelere karşı koruyan da soldu. Arap dünyasında Yahudiler, sol partilerin kuruluşunda önemli rol oynadılar ve dünyadaki pek çok Yahudi toplumunda, değişen sınıfsal dengelere karşın, Yahudiler ilerici siyasi hareketlerde büyük ağırlığa sahiptirler. Buna, Filistinli dayanışma gruplrı da dahildir.

Ama şimdi sol, İsrail’in askeri işgaline ve Filistinliler’den kurtulma çabalarına karşı çıktığı için anti-semitizm ile suçlanıyor. Filistin İntifadası ve Yahudi işgali sürdükçe sağcı yorumcular ve dini liderler, solu “Yahudi Karşıtı” bir önyargılı ve çifte standartlı hareket etmekle suçluyorlar.

İngiltere Hahambaşı Jonathan Sacks da bu saldırılarını medyaya yöneltti ve İsrail’in yaptıklarının doğruluğunun sorgulanmasını, “Yahudi halkının varolma hakkını sorgulamak” ile eşit düzeye indirgedi. ABD’de de, Yahudiler’in sola yönelttikleri eleştiriler, tüm Avrupa’nın siyasi sistemini içerecek biçimde genişletildi.

Avrupa’da gizli anti-semitizmin yükseldiğinden kimsenin kuşkusu yok. Özellikle de on yıl önce Avrupa’da komünizmin çöküşünden sonra... Bu eğilim, İkinci İntifada’nın başlangıcı ve Ariel Şaron’un İsrail’de başbakan seçilmesi ile daha da hızlandı. İngiltere’nin çeşitli yerlerinde Yahudiler’e yönelik fiziksel saldırılar önemli oranda arttı. Londra’da, geçtiğimiz günlerde bir sinagoga yönelik saldırı gerçekleşti, ama yine de bu saldırılar siyah, Asyalı ve Müslümanlara yönelik saldırılardan, hatırı sayılır ölçüde daha azdır. Avrupa kıtasında aşırı sağın ilerleyişi ile birlikte, geçen yüzyılın en korkunç soykırımına uğramış bir toplumun kendini tehlikede hissetmesi, özellikle de geçen Salı günü İsrail’de meydana gelen bombalı saldırı benzeri saldırılardan çekinmesi do&crren;aldır.

Soldaki bazı unsurların, İngiltere’deki Yahudi toplumunun görece refah ve zenginlik içinde olmasından yola çıkarak, sosyal bir kanser olan anti-semitizmin, başka tür ırkçılıktan daha az tehlikeli olduğunu savunması, elbette yanlıştır. Avrupa’nın mezarlıklarına baktığımızda, bunu çok iyi anlarız. Sol da, toplumdaki ırkçı akımların saldırılarından nasibini almıştır. Bu yüzden de anti-siyonizm ile anti-semitizm arasındaki çizgiye ve Ortadoğu’da adalet isterken Yahudiler’in duyarlı olduğu konulara da dikkat etmelidir.

Ama bu konuların hiçbiri Filistinliler’in haklarını savunmanın, Yahudi karşıtı ırkçılık olarak algılanmasını mazur gösteremez. Bu saçma hakaret, İsrail’in işgal ettiği topraklarda gerçekleştirdiği zalimane uygulamaları mazur göstermek için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Tüm kanıtlar, Yahudi karşıtı zehirin kaynağının aslında aşırı sağ olduğu ve zaten Avrupa’da hem Yahudiler’e hem de Müslümanlara yönelik saldırıları da bunların gerçekleştirdiğini ortaya koymaktadır. İslamcı aşırı unsurlardan gelen saldırılar da mutlaka bir tehdit oluşturuyor, ama Yahudi cephesinden yöneltilen en çılgın iddiaların sahipleri bile, solun bu saldırılarla bir ilgisi olduğunu söyleyemez. Medyada da İsrail’e yönelik eleştiriler, İsrail Devleti’ne değil, bu devletin Nablus, Ramallah ve Beytüllahim’de gerçekleştirdiklerine yönelikti.

Gerçek şu ki, İsrail’in 35 yıllık işgalini savunanların iddia ettiğinin aksine, bu devletin varlığı hiç bir şekilde tehdit altında değildir. Bazılarının savunduğu gibi kesinlikle “yalnız” da değildir. Çünkü İsrail’in güvenliği, dünyanın en güçlü devleti tarafından garanti altına alınmıştır.

Öte yandan Filistinliler için, onların ulusal hakları ve bizzat varlıkları için, yakın ve gerçek bir tehdit mevcuttur. İsrail’in, Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal ettiği, yani savaş suçları işlediği yolundaki kanıtlar, son haftalarda Batı Şeria’da insan hakları örgütleri tarafından derlenmiştir. Ama buna karşılık İsrail, Birleşmiş Milletler direktifi ile Cenin’de araştırma yapmak isteyen heyete izin vermemiştir. Bu tavrından dolayı hiçbir zarar da görmemiştir. Bu zalimce güç kullanma olayını inkar etmekle İsrail’in kendisi anti-Arap bir ırkçılık ve ‘İslamofobi’ örneği göstermiştir. İşte bu iki tehlike de Avrupa’nın sokaklarında boy göstermekte, üstelik Avrupalılar tarafından kibarca anti-semitizmden daha çok kabul görmektedir. Solun bu tür bir baskıyı görmezden gelmesi düşünülemez. Zapatista lideri Marcos’un dedi&urren;i gibi; “Almanya’da bir Yahudi, İsrail’de bir Filistinli olmak...”

Geçen hafta, ABD Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçi Parti Grup Lideri ve Başkan Bush’un çok yakınındaki bir siyasetçi, Dick Armey, İsrail’in işgal altındaki toprakları ilhak etmesi ve bu toprakların Filistinli sakinlerinin de kovulması çağrısında bulundu. Başka bir deyişle Arap nüfusun etnik temizliğini istedi. Bu sözleri çok az yankılandı, ama herkes biliyor ki, bu sözler İsrail’de halkın yüzde 40’ının ve hükümet üyelerinin savunduğu bir “nakil” fikri ile paralellik gösteriyor.

Etnik temizlik, aslında İsrail’in ilk kez düşündüğü bir uygulama değil. 1948 ve 1967 yıllarında, iki kez Filistinliler’in toplu biçimde sürülmesini gerçekleştirdiler. Bu, zamanın İsrailli liderleri tarafından da belgelenmiştir, ama bu eylemin yarattığı göçmen nüfusun da, şu andaki çatışmaların odağında yeraldığını unutmayalım. Siyonist Projesi’nin en büyük hatası, Yahudiler’in kendi kaderlerini tayin hakkının, başkalarının hakkını çiğneyerek gerçekleştirilmesi olmuştur.

İki devletli bir çözüm, öngörülebilir bir gelecekte barışı güvence altına alabilmek için tek mümkün yoldur, ama bu çözümün kalıcı olabilmesi için, tarihi etnik temizlik yönteminin terkedilmesi gerekir. Bir devletin, Yahudi kökenli vatandaşlarına “ülkeye geri dönme hakkı” tanırken, zorla yurtdışına gönderilmiş Filistin kökenlilere bu hakkı tanımaması, ırkçılığa karşı alınmış değil, tam tersine ırkçılıktan yana bir tavırdır. Ve bu tavrın, İsrail’e de faydası dokunmaz.

Son intihar saldırıları, Şaron’un terörün altyapısını ortadan kaldırmak amacına yönelik stratejisinin işe yaramadığını gösterdi. Bunun yerine işgalin altyapısını ortadan kaldırmaya yönelik bir strateji lazımdır. Bu, sadece Ortadoğu’da barışın yolunu açmakla kalmayacak, aynı zamanda Müslümanlar ve Yahudiler’in ortak çıkarlarını daha iyi kavramalarını da sağlayacaktır. (The Guardian/9 Mayıs 2002)

(Çeviren: Zafer Arapkirli, NTV sitesinden alınmıştır...)



İsrail vicdanını susturuyor

İsrail’de yıllardır kahramanlık şarkılarının ünlü sesi 76 yaşındaki Yafa Yarkoni şimdilerde bir numaralı halk düşmanı muamelesi görüyor. Herşey Yarkoni’nin İsrail’in bağımsızlık günü nedeniyle ordu radyosundaki “Yoman” adlı programa katılmasıyla başladı. “Gönüllülük ve askerlerle dayanışma” başlıklı program Yarkoni’nin 53 yıldır çağrıldığı programlardan biriydi. Ama Yarkoni biraz keyifsizdi. Öyle ki genç radyo muhabiri “Askerlere mesajınız nedir?” diye sorunca, “Harikalar, tıpkı öncekiler gibi” gibi bir cevap vermek yerine açtı ağzını yumdu gözünü; ne İsrail’in etkili bir liderlikten yoksun olduğunu bıraktı, ne aşırı dinci partilerin ileri gittiğini...

Yarkoni işgal topraklarında görev yapmayı reddeden askerler için “Vicdanlarının sesini dinlemek hakları”; İsrail’den göçe dair “Kendimi değil, torunlarımı düşünüyorum. Durum kötüleşirse onları burada tutmam” dedi. Asıl kıyamet, “Biz soykırımı yaşamış halkız, Filistinlilere nasıl böyle şeyler yapabiliriz?” deyince koptu.

Yarkoni’yi “numaralar” çarpmış

Programın bitmesiyle öfkeli dinleyiciler yüzünden radyonun telefonları kilitlendi.

İki saat sonraki bir başka programda kendisine, “Sözlerinizden pişman mısınız?” diye sorulduğunda, “Hayır. O genç adamları elleri başlarında yürürken gördüğümde, soykırımda bize de, çocuklara da bunu yapmışlardı diye düşündüm” yanıtını verdi. Yarkoni’yi asıl çarpan ise bir İsrail subayının Filistinli şüphelilerin kollarına numaralar yapıştırdığını gösteren fotoğrafı görmesi olmuş. “Savaşın şarkıcısı”, İsrail ordusu ile soykırım arasında bağ kurarak bir tabuyu yıktı. Ama bedelini ödüyor. Şimdi davetli olduğu gösteriler iptal edildi. Sanat hayatında 50. yılı doldurmasının şerefine İsrail Sanatçılar Birliği’nin düzenlediği jübile gecesi de dahil. Yarkoni tehdit telefonları yüzünden 15 gündür evinden çıkamıyor. Sadece barış yanlılarının gönlünü fethetti.

“Ben bir politikacı değilim ama politik bir görüşüm var. Topraklar geri verilmelidir” diyen ünlü şarkıcı, bu süre içinde sadece bir kez ağlamış. Tel Aviv’deki bir programı da ertelendiğinde bir daha hiç sahneye çıkamayacağından emin olduğunu hissettiğinde.

Radikal/4 Mayıs ‘02