Venezüellada ABD fiyaskosu...
Darbenin çatlağından bakınca Ergin Yıldızoğlu Venezüellada darbe girişimi günlük olayların sahte olağanlığında öyle bir çatlak açtı ki 48 saat gibi kısa bir sürede birçok gerçek birden ortaya döküldü. Bu gerçeklerin hiç olmazsa en önemlilerini saptamaya çalışmakta yarar olabilir. 1- Bush yönetimiyle ilgili... Bush yönetiminin, ABD dış politikasında bir değişiklik anlamına geldiğini, ABD liderliğini/hegemonyasını koruyabilmek için açık şiddete daha çok başvurmaya başladığını vurgulamıştık. Bush yönetimi, terörizme karşı savaş bağlamında, kendi ülkesinde vatandaşlık haklarının kısıtlanmasına, dış politikada da silahlanmaya, uluslararası yasaların denetiminden kurtulmaya, sorunlu gördüğü bölgelere doğrudan askeri müdahaleye dayalı bir çizgi benimsiyordu. Venezüella darbesi ABDnin bu yeni yaklaşımının askeri darbeler politikasına geri dönmeyi de içerdiğini gösterdi. ABDnin Chavez yönetimine olan düşmanlığı, darbeye doğru giden günlerde Bush hükümetinin ilginç sessizliği, 7-9 Kasımda Washingtonda yapılan üst düzey güvenlik toplantısı, hemen herkes darbeyi kınarken, ABDnin darbecilere arka çıkması, süreçte ABD parmağının varlığını düşündürüyordu. Darbe girişiminin iflas etmesiyle birlikte ortaya dökülmeye başlayan bilgiler bu düşünceleri doğruladı. ABD entelijans çevreleriyle yakın Stratfor, Venezüella ve Washingtondaki kendi özel kaynaklarına dayanarak, darbede ABD parmağı olduğunu, hatta darbe sırasında, CIA ve Venezüellanın en aşırı sağcı kesimlerinin (Stratfor, 15/04) (Stratfor bile bunları aşırı sağcı buluyorsa...) ikinci bir darbeyle iktidarı ele geçirip, Meclisi kapatıp, anayasayı askıya lıp kararnameyle yönetmeye kalktıklarını, bunun da darbe blokunu çatlattığını anlattı. Arkasından, The New York Times Bush yönetiminden üst düzey görevlilerin darbeden önce darbecilerle görüştüğünü, yeşil ışık yaktığını bildirdi (Christopher Marquis, 16/04). Darbeyi desteklemekteki hevesi, ABDnin demokratik olarak seçilmiş yönetimleri savunma konusundaki güvenilirliğini zedelemişti. Yazar üst düzey bir hükümet görevlisine, Chavez seçilmiş bir devlet başkanı olduğuna göre meşruluğunun kabul edilmesi gerekmez mi sorusuna Meşruiyet yalnızca seçmenin oy çokluğuyla gelen bir şey değildir cevabını almış. Şili darbesinden sonra da Henry Kissinger, Bir ülkenin halkı komünizmi seçecek kadar sorumsuzluk gösterdiyse biz buna seyirci mi kalacağız diyordu. Bushun başgüvenlik başdanışmanı, Condaleeze Rice da Chavez için, Umarım, Venezüella halkının kendisine verdiği mesajı anlamıştır ... Yoksa Venezüella yönetilemez olur ifadeleri, bugünkü yönetimin Kissinger döneminin siyasi araçlarıyla hareket ettiğini gösteriyor: Bizimle uyum halinde olmayan hükümetleri, bunlar seçilmiş bile olsa değiştiririz. 2- Kavramların inatçılığıyla ilgili... Yeni dünya düzeni, bilişim devrimi, küreselleşme ve nihayet III. Yol tezleri, yaklaşık 15 yıldır bize sınıf ayrımlarının, dolayısıyla da bunlara dayalı politikaların geride kaldığını anlatıyorlar. Ancak şimdi ortada ilginç bir durum var: Hem bu post-bilmem ne yaklaşımlarını benimseyenler ve hem de en muhafazakâr kesimler, Wall Street Journaldan Financial Timesa kadar olayların gelişmesini, sınıf mücadelesi kavramlarıyla açıklamaktan başka yol bulamadılar. Sivil toplum , demokrasi gibi sözde evrensel kavramların gerçeği gözler önüne serildi: Bu kavramları önlerine sıfat takmadan kullanmak olanaklı değildi! Stratfor yazarları, Chavez yönetiminin Venezüellada sınıf çelişkilerini keskinleştirmesinden, ülkeyi kapitalist demokrasinin sınırlarının ötesine götürmeye kalkmasından yakınırken, Financial Times ve Wall Street Jounal, darbe sürecinde güçlerin dizilmesini, dengelerin değişmesini, ancak sınıflar savaşımına, işçi sınıfı bölgeleri, orta ve üst sınıflar, işveren sınıfları gibi kavramlara dayanarak gerçekleştirebiliyordu. Postmodern bir sivil toplum kavramını benimsemiş birçok yazarın da, darbenin analizini yaparken, zenginlerin ve orta sınıfların sivil toplumuyla, yoksulların, gecekonduların sivil toplumu arsında bir ayrım yapmak zorunda kaldığını gördük. 3- Chavezin seçenekleri üzerine... Chavezin ekonomik politikaları, büyümeye, enflasyonun düşmesine, işsizlikte bir azalmaya, bu arada halkın büyük çoğunluğunun sağlık, eğitim koşullarında bir iyileşmeye yol açmasına karşın Venezüellayı bir iç savaşın eşiğine getirdi. Büyük toprak sahipleri, devlet işletmelerinden nemalanan bürokrasi, uluslararası sermayeyle bütünleşerek daha çok zenginleşmeyi uman özel kapitalist sınıfla birleşerek bir blok oluşturdu ve ABDnin politik müdahalesini kolaylaştıracak bir platform sundu. Chavezin verdiği sözleri tam olarak yerine getirememesi, bu blokun direnişinden dolayı yavaşlatması, sulandırması, işçi sınıfında, gecekondu yoksullarında bir düş kırıklığı yarattı (Ama yine de bu sınıf ve tabakalar, en kritik anda tam bir sınıf içgüdüsüyle Chavezi desteklediler). Bu etkenler birleşmeye başlayınca da darbe otamı oluştu. Bu noktada da solun asla unutmaması gereken bir gerçek gözler önüne serildi: Bugün karşımızda, küreselleşme sürecine ve IMF programına bağlı bir kapitalizm, ABD normlarına göre şekillenmeye zorlanan bir kapitalist demokrasi, sınıf özellikleri temelinde bölünmüş bir sivil toplum var. Kapitalizmin sınırları içinde kalarak halkın yaşam koşullarını iyileştirebileceklerine inananlar bu güçleri kabul etmek, bu sınırların ötesine geçilmesini olanaklı görenler ise bu güçlerle hesaplaşmayı göze almak zorundadırlar. Chaveze gelince, o bundan sonra, ya programından daha çok taviz verecek ve toplumsal tabanını yitirip bir aşamada devrilecek. Ya da programına sadık kalarak tabanını korumaya çalışacak, o zaman da ordu-oligarşi-ABD blokunun yeni sabotaj, darbe girişimleriyle karşı karşıya kalacak... (Cumhuriyet/17 Nisan 02)
Venezuelada ABD fiyaskosu... Bir yandan kan, bir yandan darbe... Fehmi Koru Sözüm ona düşünce üreten kuruluşun adı, kısaca Demokrasi Vakfı diye çevirebileceğimiz National Endowment for Democracy... İlgi alanına Amerika'nın arka bahçesi sayılan Venezuela da giriyor; bu ilgisini 'Cumhuriyetçi Enstitü' adını taşıyan yan kuruluşu eliyle gösteriyor... Geçen ay, enstitünün Venezuelalı misafir sayısında birdenbire bir artış yaşandı, yönetimle temaslar da sıklaştı... Hugo Chavez'i deviren askerî darbe sonrasında ise gerçek ortaya çıktı: 'Cumhuriyetçi Enstitü'nün Washington'a dâvet ettiği gruplar darbeye teşvik edilmiş... New York Times, dün, birinci sayfasından, Bush yönetimi darbeci Venezuelalılar ile görüştü haberini verdi. Habere göre, Venezuela'dan dâvet edilenler dışişleri ve savunma bakanlığı yetkilileriyle görüştürülmüşler. Dışişleri, Düşürün, ama anayasal yollarla demiş ve referandum yöntemini salık vermiş... Savunma bakanlığından bir yetkili ise, Gelenleri caydırmaya çalışmadık itirafında bulunuyor ve ekliyor: Dolaylı sinyallerle bu adamdan hoşlanmadığımızı anlattık. 'İşte size silâh, yapacağınızı yapın' demedik, fakat 'Sakın böyle bir işe kalkışmayın' uyarısında da bulunmadık... Chavez'in devrilmesinde Washington parmağını görmek için bu ifşaatlar gerekli değil; darbe haberi duyulur duyulmaz, Amerika, askerlerin devlet başkanlığı koltuğuna oturttuğu Pedro Carmona'ya arka çıkan mesajlar yayınladı. Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer, Chavez'in gitmesi Başkan Bush'u sevindirdi; Chavez'in istifasına yol açan halkın barışçı gösterilerine sert tepki veren hükümetin tavrıdır sözleriyle hislerini dışa vurdu. Chavez istifa etmemişken... Şu sıralarda meydana gelen her gelişme, dünyamızın almakta olduğu biçimle yakın ilişkili. Bizde pişen Venezuela'ya da düşüyor; Arjantin'de yaşanan bir süre sonra Türkiye'ye de yansıyabiliyor... Chavez'i Venezuela'nın meşru devlet başkanı kabul ediyor musunuz? sorusuna bir ABD yetkilisinin ağzından NYT'ın naklettiği şu sözleri okuyunuz: Demokratik yoldan seçildi, bu tamam; ama meşruiyet sadece çoğunluk oylarıyla oluşmuyor... Bildik bir görüş bu. Venezuela'da olanları Romanya'da Çavuşesku'nun düşüşüne benzetenler tamamen haksız sayılmaz... Halkı sokağa döken, elindeki medya gücüyle kalabalık ve ölü sayısını abartarak paniği büyütenin kim olduğu, Romanya'da, her şey olup bittikten sonra ortaya çıkmıştı. Venezuela'da darbeye yol açan karışıklıklarda yabancı parmağı olduğu kesin. Hafta içinde halkın üzerine ateş açanlar, hafta sonunda demokratik yoldan seçilmiş başkanı koltuğundan eden birliklerdi; Chavez gözetim altındaki iki günü o birliklerin garnizonunda geçirdi. Bir hafta boyunca ölenlerin sayısı 13'tü; ancak gazete ve televizyonlar sanki yüzlerce ölü, binlerce yaralı varmış gibi duyurdular gösterilerdeki vukuatı... Chavez gözaltına alındıktan sonra ölü sayısı 40'a çıktı, ölenler de Chavez'i destekleyenlerdi; medya iki gün bunu duurmadı bile... Amerika'nın dünyayı yanlış istikamete yönlendirdiğinin çarpıcı örneklerine her coğrafyada rastlanıyor. Afganistan'a temsil gücü bulunmayan bir yönetim getirdi ABD; Filistin'de halkın büyük çoğunluğunun desteklediği Yaser Arafat'ın bombalara hedef olmasına ses çıkartmıyor. Dokuz ay önce, hem de tam 11 Eylül 2001 tarihinde, Peru'nun başkenti Lima'da yapılan, ABD adına Colin Powell'ın katıldığı 'Organization of American States' (OAS, Amerika ülkeleri örgütü) toplantısında kabul edilen 'Pan American Charter'ını (Amerika ülkeleri arası sözleşme) çiğnemekten çekinmeyerek... Toplantıda kabul edilen sözleşmeyi onayan 34 ülke arasında ABD de bulunuyor. O sözleşmeye göre, örgüt üyesi ülkeler, üye ülkelerden herhangi birinde meydana gelecek askerî darbelere karşı çıkmak zorunda. Nitekim, Venezuela'da meydana gelen darbe girişimini, OAS üyesi bütün ülkeler şiddetle kınadı; tek istisna ABD'ydi... Kendi girişimiyle çerçevesi çizilen Lima'da altına imza koyduğu demokrasi sözleşmesini takmadığını dışa vurmakla, ABD, Ben dokuz ay önceki ben değilim mesajını vermiş oldu. Yâr-ı vefâkârı İngiltere'yi bile şaşırttı ABD... Aklı başına gelmezse, ABD, dünyayı, kendi çıkarları doğrultusunda, kana ve darbelere boğacak... Adına 'demokrasi' sözcüğünü yerleştirdiği itibarlı kuruluşları, NYT gibi 'liberal' bilinen gazeteleri rezil etme pahasına hem de... (Yeni Şafak, 17 Nisan 02) |
|||||