Uri Avnery* 1897 yılında, İsviçrenin Basel kentinde yapılan Dünya 1. Siyonist Kongresi toplantısının ertesi günü Theodor Herzl, günlüğüne şu notu düştü : Baselda, Yahudi Devletini kurdum.. Ariel Şaron ise, günlüğüne bu hafta için şöyle bir not yazmalı : Ceninde Filistinlilerin Devletini kurdum.. Tabii, böyle bir şeyi isteyerek yapmadı. Asıl amacı Filistin ulusunu yoketmek, kurumlarını ve liderliğini tamamen ortadan kaldırmak, sadece birkaç parça ve herhangi bir yere atılabilecek insan parçası bırakmaktı. Pratikte ise, bambaşka birşey oldu. Bölgedeki en büyük ve en modern teçhizatlı askeri gücün saldırısı ile karşı karşıya olan Filistinliler, cesetlerle dolu bir acı denizinin yüzeyine çıktıklarında, bellerini hiçbir zaman olmadığı kadar doğrultarak başlarını dikmiş oldular. Cenin yakınlarındaki küçük mülteci kampında, Filistinli değişik gruplar, bütün Arap uluslarının kalplerine kazınacak büyük bir savunma muharebesi verdiler. Bir İsrailli subayın deyimi ile bu bir Filistin Massadasıydı. Milattan Sonra 71 yılında Yahudilerin Roma İmparatorluğuna karşı gösterdiği direnişi kastediyordu. Cenin yeni Stalingrad olacak Uluslararası medya, Ceninden daha fazla uzak tutulamayıp korkunç resimler ortaya çıkmaya başladığında iki muhtemel şey belirebilir: Ya Cenin yeni bir Sabra ve Şatilla olacaktır, ya da Cenin yeni bir Stalingrad haline gelecek, yani kahramanlığın ölümsüz bir öyküsüne dönüşecektir. Bu ikinci olasılık, kesinlikle de yaşayacaktır. Filistin ulusunun ruhu oluşuyor Milletler, efsaneler üzerini kurulurlar. Ben, Massada ve Tel-Chai efsaneleri ile büyüdüm. Bu efsaneler, Yahudi ulusunun ruhunu ve vicdanını oluşturdular. (Tel-Chaida tek kollu Josef Trumpeldor adında bir kahramanın önderliğindeki Yahudi savunmacılar, Fransaya karşı çarpışan Suriyeli savaşçılar tarafından öldürülmüşlerdi.) Ceninde ve Arafatın Ramallahdaki karargahında yaşanan efsaneler, yeni Filistin ulusunun ruhunu oluşturacak. Her şeyi, sadece ateş gücü ve ceset sayısı ile ölçen ilkel bir askeri robot, bunu anlayamaz. Ama bir askeri deha olan Napolyon, savaşta moral kaygıların dörtte üç, askeri gücün ise dörtte bir oranında önemli olduğunu söylemişti. Bu perspektiften baktığımızda, Şaronun savaşı nasıl görünüyor? Güçler açısından baktığımızda, denge ortada. Sadece birkaç düzine İsrailli ölmüş, Filistinlilerden ise yüzlerce ölü var. İsrailde bir yıkım söz konusu değil. Filistin kentlerinde muazzam bir yıkım var. İsrail ordusu nefreti körüklüyor Amacın, terörün altyapısını çökertmek olduğu söyleniyor. Ama bu tanımın kendisi bile saçma. Terörün altyapısı denilen şey, yüreklerinden isyan fışkıran dolu milyonlarca Filistinlinin ve on milyonlarca Arapın ruhlarında mevcut. Ne kadar fazla savaşçı ve intihar bombacısı ölürse, bir o kadarı onların yerini almaya hazır. İsrailin dükkanlarından satın alınabilecek malzemelerle hazırlanan patlayıcı laboratuvarlarını gördük. İsrail ordusu, bunların çoğunu ortaya çıkarmakla övünüyor. Zamanla sayıları yüzlere ulaşacak. Düzinelerle insan yollarda kanlar içinde yaralı yatarken ve İsrailli askerler, bu yaralılara ulaşmak isteyen ambulanslara ateş ederken, müthiş bir nefret oluşuyor. İsrail Ordusu, yüzlerce erkek, kadın ve çocuğun cesetlerini gömerken müthiş bir nefret yaratıyor. Tanklar, evleri yıkıp elektrik direklerini ve su borularını tahrip ederken, binlerce kişiyi evsiz bırakırken, müthiş bir nefret yaratıyor. Şaron, terör altyapısı oluşturuyor Bütün bu olup biteni gözleri ile gören bir Filistinli çocuk, yarın intihar bombacısı olacak. Böylece Şaron ve Genelkurmay Başkanı Şaul Mofaz, terörün altyapısını oluşturmuş oluyorlar. Bu süre içinde bir Filistin Devletinin ve Filistin ulusunun temel taşlarını oluşturdular. İnsanlar, Cenindeki savaşçılarına baktıklarında, onların tankların güvenliği içindeki İsrailli askerlerden daha büyük kahramanlar olduklarına inanıyorlar. Karargahında kuşatma altında olan liderlerini, televizyon ekranlarında mum ışığındaki o tarihi görüntüler içinde izledikçe, onu cepheden uzaklarda korumalarla çevrilmiş İsrailli bakanlarla karşılaştıracak ve ulusca gururları artacak. İsrail ve Yahudiler yalnızlığa itilecek Bu maceradan İsrail için hayırlı hiçbir sonuç çıkmayacak. Aynen, Şaronun daha önceki maceralarından çıkmadığı gibi. Çünkü, fikir aptalcaydı, uygulanışı zalimceydi ve sonuçları felaket olacak. Barış ve güvenlik getirmeyecek, hiçbir sorunu çözmeyecek, sadece İsraili yalnızlığa itecek ve dünyanın dört bir yanında Yahudileri tehlikeye atacak. Sonunda sadece bir tek şey hatırlanacak. Dev askeri gücümüz küçük Filistin halkına saldırmıştır. Liderleri alıkonulmuştur. Filistinlilerin gözlerinde -üstelik sadece onların da değil- büyük bir zafere dönüşmüştür. Modern bir Davidin Goliatha karşı zaferine... (Guardian) (16 Nisan 2002/NTV, Çeviren: Zafer Arapkirli) * Uvi Avnery, İsraildeki Gush Shalom adlı Barış Koalisyonu hareketinin kurucularından. 1923 yılında Almanyada doğdu. 1933te Hitler iktidara gelince Filistine göç etti... Siyasi eylemci ve gazeteci olarak Filistinlilerin hakları için mücadele ediyor. 1982de Beyrutta cephe hattını geçerek Arafat ile görüştü...
Filistin mücadeleye mahkum Mervan Bişara İsrailin, uluslararası hukuku ihlal etme ve barış sürecinin evrensel olarak kabul görmüş değerleriyle ters düşme pahasına barış adına Filistinlilere savaş açtığı şu günlerde, Ortadoğudaki çatışmanın siyasi ve tarihi boyutlarını inceleyebilmek için, tanklar ve intihar bombacıları gibi imgelere mesafeli durabilmemiz önem taşıyor. Eğer geçen yüzyılın başında biri çıkıp da o gün Filistin nüfusunun yüzde 10unu oluşturan Yahudilere bir gün ülkenin yüzde 78ine yayılan, Kudüsün yüzde 80ini başkent olarak elinde tutan bir devletleri olacağını söyleseydi, bunun güzel bir hayalden öteye gidemeyeceği yanıtını alırdı. Aynı günlerde Filistin nüfusunun geri kalan yüzde 90lık kesimine, bir gün topraklarının dörtte üçünü kaybedecekleri, nüfuslarının dörtte üçünün mülteci haline geleceği, zalimliğiyle nam salmış bir generalin yönettiği nükleer güce sahip bir komşunun koruduğu yaklaşık 200 yerleşimle beyazpeynir gibi delik deşik edilmiş topraklarının yüzde 10undan azı üzerinde yaşamak zorunda kalacakları söylenseydi eğer, bir kâbustan bahsedildiğini düş¨nürlerdi. Ama artık o kâbus gerçeğe dönüştü; Kitab-ı Mukaddesteki Samson gibi tapınağı hem İsraillilerin hem de kendilerinin başına yıkmaya kararlı Filistinlilerin sayısı her geçen gün artıyor. İsrailin, Filistinlilerin taşlı ve hafif silahlı saldırılara Filistin kentlerini F-16 savaş uçakları ve Apache helikopterleriyle terörize ederek karşılık vermesinin ardından Filistinliler de İsraillilere yönelik intihar saldırılarına başladı. Filistinliler işgal altında hayat imkânsızsa, işgali sürdürmenin bedeli taşınamaz hale gelmelidir diyor. Başbakan Ariel Şaron ise Filistinlilerin tavrındaki bu endişe verici değişimin sebeplerine eğilmek yerine, bunu korkunç şiddet döngüsünü daha da tırmandırmak için suistimal etti. Siyasi açıdan şiddet, İsrailliler ve Filistinliler diplomasi yoluyla elde edemediklerini güce başvurarak almaya çalıştıkları için tırmandı. Filistinliler İsrailin 1967de işgal ettiği topraklarda bir Filistin devleti kurmak istiyor, İsrail ise Filistin oluşumunun doğasını ve sınırlarını yasadışı yerleşimlerin güvenlik zorunluluğu kapsamında belirleme hakkını saklı tutmak istiyor. Süregiden askeri harekât, askeri gücü diplomatik kanallardan daha güvenilir bir araç olarak gören İsrailin olağan bir karşılığı. Ancak İsrailin bugün içinde bulunduğu emniyetsiz ortama yol açan da, sayısız askeri başarısını barış anlaşmasıyla siyasi kazanıma dönüştürmekteki başarısızlığı. Ariel Şaron da akıl hocası İzak Şamir gibi İsraillilere barış olsa da olmasa da güvenlik vaat etti, ancak hükümeti ne caydırma, ne önleme, ne de zora başvurma düzeylerinde güvenliği sağlayabildi. Şaronun yeni savaşı intihar bombacılarını durduramayacak. Tam tersine, daha büyük bir İsrail yaratma yönündeki hayaline katılacak alternatif liderler yaratmak gibi boş bir ümide kapılmış olan Şaron, Filistinin ekonomik ve siyasi altyapısından geriye kalan ne varsa yok ediyor. Filistinlilere gelince... Onların da kimlikleri siyasi hayal kırıklıkları ve askeri kayıplarla şekillendi. Filistin Kurtuluş Örgütü, 1967 savaşında Arapların yenilgisini takiben sahneye çıktı, ancak Filistinlilerin durumunu düzeltmekteki başarısızlığı ve Şaronun 1982 yılında Lübnanı işgali, 1987 yılında İsrail işgaline karşı direnişi başlattı ki bu direniş de barış sürecinin başlamasıyla birlikte son buldu. Barış sürecinin ortaya koyabildiği tek ürün 10 yıl süren aşamalı görüşmeler ve aşamalı uygulamalar oldu. Ve sadece Filistinlilerin daha fazla hayal kırıklığına kapılmasına neden oldu. Yasadışı İsrail yerleşimlerinin sayısı ikiye katlanırken, Filistinlilerin ekonomik ve sosyal koşulları da kötüleşti. Barış süreciyle özgürlük ve onurlarını kazanamayan Filistinliler de son seçeneklerine yöneldi: İsrail işgaline karşı çıkmak. Ancak İsrailin bir seçeneği daha vardı. Şaronun bugünkü savaşı, İsrailin 1948deki bağımsızlık savaşının bir uzantısı olarak sunması yanıltıcı: Bu savaş tercihe dayanan bir savaş, Şaronun 1982de Lübnandaki savaşından pek de farklı değil. Aradan 20 yıl geçtikten sonra Şaron bölgeyi bir başka patlamaya doğru sürüklüyor. Ilımlı Arap ülkelerine yaptığım son birkaç ziyaretimde, görüştüklerimden hiçbiri ılımlı bir halet-i ruhiye içinde değildi. Geriye dönüş çözüm oluşturmaz. Taraflar sadece ateşkes konusunda değil, onun da ötesine geçerek halklarının barışçıl bir biçimde birbirinden ayrılması üzerinde uzlaşmalı. İsrail hem kendi güvenliğini, hem de Filistinin egemenliğini güvenceye alan, uluslararası toplumun garantisi altındaki bir barışı kabul etmeli. Aksi takdirde, İsrailliler, Amerikalılar ve kendilerinden önceki başka halklar gibi Filistinliler de bağımsızlıklarını kazanmak için her yola başvurmayı sürdürecek. (Herald Tribune/4 Nisan 2002, Paristeki Amerikan Üniversitesinde uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi, Filistin/ İsrail: Barış mı apartheid mı? isimli kitabın yazarı) |
|||||