İMF programı iflas etti. Şimdi hem krizden çıkmak hem de ekonomiyi kurtarmak için yeni bir program gerekiyor, bu ulusal bir program olacak.
Hazırlanmış bulunan yeni yıkım programının savunucu ve uygulayıcıları işte böyle söylüyor.
Krizden çıkmak ve ekonomiyi kurtarmak adına propaganda ettikleri sözde ulusal programın hazırlanması için ise, Dünya Bankasının bir üst düzey yöneticisini transfer etmiş bulunuyorlar. Bilindiği gibi, İMF başkan yardımcısı ile ABDnin Ankara Büyükelçisi tarafından bu transfer başbakana şifai görüşmeler yoluyla bizzat dikte ettirilmiştir.
Demek oluyor ki, hükümet hiç de kendine yeni bir bakan seçmemiş, fakat ABD ve uluslararası finans çevreleri, onlar adına işleri yerinde ve doğrudan yürütsün diye kendi adamlarını hükümete atamış bulunuyorlar. Ve bu iş şoven milliyetçilikte birbiriyle yarışarak oy almış partilerden oluşan bir hükümette olmaktadır. Uşaklığın bu düzeyi utanç vericidir. Ama aynı zamanda ibret vericidir de; zira bu dışardan atanmış Dünya Bankası memuru, şu sıralar düzen propagandası tarafından topluma bir umut ve kurtarıcı olarak sunulmaktadır. Tekelci sermaye medyası onu bugünün fiili, yarının gerçek başbakanı olarak takdim etmektedir.
Bu seçim, tercih ya da dışardan atama, sadece yeni saldırı programının ne kadar ulusal olacağını göstermiyor; aynı zamanda, iflas etmiş olandan ne kadar farksız olacağını da baştan ortaya koymuş bulunuyor.
Yeni kriz yönetiminde düne göre tek fark, yıkım programlarının ABDdeki İMF bürolarında değil, Ankaradaki ilgili bakanlık bürolarında yazılması olabilirdi. Öyle bile olmadığı, işe memur edilen kişinin emperyalist merkezlerin 25 yıllık memuru olmasından belli. Öyle bile olmadığını, bu fiili başbakanın bizzat bu merkezler tarafından atanması ve hükümetin buna razı edilmesi göstermektedir.
Yeni ve güya ulusal olanın, eskisiyle harfiyen aynı olacağı baştan belli olmakla birlikte, bu, bugün artık ulusal programın ilk acil önlemleri başlığıyla açıklanan maddeleriyle de kanıtlanmış bulunuyor.
İflas eden programın esası yönünden aynısı (ve elbetteki iflasın ağır faturası nedeniyle daha ağır maddelerle yüklü olanı) yeni bir programın, yeni bunalımlar/yeni yıkımlar anlamına geleceği gün gibi açıktır. Bu böyle olduğuna göre, Türkiyede egemen burjuvazinin neden döne döne aynı tercihlere imza attığına bakmak, bunu sorgulamak gerekir. Bu sorgulamaya, egemen olmayan burjuvazinin, bugünlerde (kriz üzerine ve krizden çıkış adına) önerdiği alternatif (yahut; gerçekten, öz, has...) ulusal programı da dahil edilmek durumundadır.
Öncelikle; hep karşımıza çıkarılan şu aynı gemi masalını artık bir kenara atabilmeliyiz. Hepimiz aynı gemide falan değiliz. Sözkonusu programlar toplumun bir kesimini yıkıma uğratırken, bir başka kesimini palazlandırmaktadır. Bu kesim, emperyalist tekellerle de içiçe durumdaki tekelci burjuvaziden başkası değildir. İMF programı iflas etti, gelsin DB programı... Gelsin bir gecede kazanılmış avantadan paralar... Kitleler işsizlikten açlıktan kırılıyormuş, iflaslar, intiharlar almış başını gidiyormuş, toplumsal bir yıkımın eşiğine gelinmişmiş... Böyle insani sorunlar bu asalakların da, uşakları konumundaki devlet ve hükümet erkanının da umurunda değildir. Tercihin bir nedeni bu; işçi ve emekçi sınıfların yıkımından sermayenin sebeplenme durumudur.
İkinci ve asıl neden; egemen burjuvazinin başkaca bir alternatifinin bulunmamasıdır. Sermaye sınıfı ve düzeni, İMF yahut DB damgalı (isterseniz destekli deyin) bu programlara eli mahkum durumdadır. İster Washingtonda hazırlansın ister Ankarada, programın özü aynı olacaktır. Çünkü o öz, egemen sınıfın ihtiyaç ve çıkarlarını ifade etmektedir.
DBli bakanın hazırlayacağı programın ulusal olamayacağı, DB ve ABDnin çıkarlarını ön plana alacağı gerçeğinden hareketle, hükümetin (aslında toplumun) karşısına gerçekten ulusal bir program önerisiyle çıkmaya çalışan siyasal çevrelerin ana yanılgısı da buradadır. İMFyi (biraz da İMF programını uygulamakla görevlendirilmiş hükümeti) krizin ve yıkımın tek sorumlusu ve suçlusu ilan etmek, asıl suçluyu (devlet gücünü elinde bulunduran, İMF ve DB ile, uluslararası tekellerle içli-dışlı olan, onlardan bu yağma programlarını isteyen tekelci burjuvaziyi) gözardı etmek, dolayısıyla sınıflar ve iktidarlar konusunda toplumu yanılgıya sürüklemektir.
Oysa işçi sınıfı ve emekçilerin, bugün gerçeklere her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.
Gerçeğin en yakıcı somutluğu, giderek sıklaşan krizlerin cehenneme çevirdiği günlük yaşamlarının kendisidir. Son krizle birlikte işsizler ordusunun safları korkutucu boyutlara tırmanmakta, ardardına uygulanan zamlarla durum daha da ağırlaşmaktadır. İşten çıkarmaları, sıfır zam dayatmalarını, sendikasızlaştırma, özelleştirme, taşeronlaştırmaları dayatan kimse, İMF yahut DByi yardıma çağıranlar da onlardır. Ülkenin iletişim, ulaşım, enerji ağını emperyalist tekellerle elele yağmalamak isteyen de onlardır. Bu yağmanın programını hazırlaması için devlet ve hükümetlere emir verenler de...
Onları cepheden karşısına almayan hiçbir programın hiçbir gerçekliği ve geçerliliği olamaz. Dolayısıyla, sermaye programlarının tek alternatifi, işçi sınıfının devrimci programıdır. Çünkü işçi sınıfının devrimci programı, hayallerin değil gerçeklerin üzerine kuruludur. Dünyanın ve ülkenin iktisadi, sosyal, siyasal gerçeklerinin somut tahlillerinden hareketle ve bilimsel sosyalizmin yol göstericiliğinde hazırlanmıştır.
İşçi sınıfının devrimci programı, sınıfa asıl muhatabını göstermekten hiç tereddüt etmez. Tersine, her türlü eşitsizlik, haksızlık, sömürü ve zulmün nereden kaynaklandığını tüm açıklığıyla sergileyerek, sınıfı doğrudan bu kaynağı kurutmaya çağırır.
Yaşanmış ve yaşanmakta olan krizlerin, sistemin yapısından kaynaklandığını, sermayenin soygun düzenini ortadan kaldırmadan krizlerden kurtulmanın mümkün olmadığını gösterir.
Emperyalist sömürü ve soygundan kurtulmak için, onun yerli bağlantılarını oluşturan sermaye sınıfını iktidardan indirmek zorunda olduğunu ve bunu sadece kendisinin, emperyalist sömürüden hiçbir çıkarı bulunmayan devrimci proletaryanın yapabileceğini öğretir.
İşçi sınıfının devrimci programı, sınıfa iktidar perspektifini göstermekle de yetinmez. Kendi iktidarına doğru ilerlerken (ve ilerleyebilmek için) egemen sınıfla nasıl ve hangi yol ve araçlarla mücadele etmesi gerektiğini de gösterir. Acil demokratik ve sosyal istemlerini formüle eder; yığınları bu güncel temel üzerinde mücadeleye çekerek, onlara kendi güçlerini göstermeye ve onları kendi özdeneyimleri temelinde eğitmeye çalışır.
İşçi sınıfının bugün, sermayenin İMF-DB destekli programlarının karşısına, kendi devrimci programında yer alan taleplerle dikilmesi gerekir. Krizin faturasının asıl sahiplerine, sermaye sınıfına döndürülmesinin başka yolu yoktur. Bu talepler altında birleşen ve savaşan proletarya, öncelikle krizin yükünden kurtulmayı başaracak, devamında ise asalak sermaye sınıfından ve düzeninden kurtulmayı öğrenecektir.